Eğlence, dertsizlik midir?
23 NİSAN 2012
Popüler kültür dairesinin içinde görünmekten hiç mi hiç hoşlanmayan sinemacılara, tiyatroculara, müzisyenlere, yazarlar dahil çok sayıda sanatın temsilcisine sık sık rastlarız. Çoğunluktadırlar kendileri…
‘Popüler kültür’ün yanından yöresinden geçmek istemezler; üzerlerine çamur sıçrayacakmış gibi. ‘Alçak’ bir tür olduğunu zannederler popüler kültürün… Mozart’ın pek çok eseri gibi geç Rönesans’ta verilmiş çok sayıda eserin popüler kültür odağında yaratıldığını bilmezden gelirler.
‘Anlaşılmamayı’ ya da ‘zor anlaşılmayı’ bir matah gibi gören çoğunluk ‘ecnebi’ aydınımız, her nedense ‘yukarılarda’ bir yerlerde konuşlanmayı sever ve önemserler…
Popüler olanla popülist arasındaki farkı da pek anlamak istemez bu tür…
Oysa popüler kültür hepimizin oksijeni…
Soluk alıp verdiğimiz hava ne ise, popüler kültür de odur.
Bizi dalga dalga kuşatan, ekranından sahnesine, söyleminden tınısına, sokağından caddesine, ofisinden evine beş duyuyla hissedilen bir okyanus… Ortak ruhi şekillenmemizin temeli, özü…
‘Yeraltı’ filmiyle gündemde olan yönetmenimiz Zeki Demirkubuz’un “Bu benim trajedim, benim yalnızlığım” diyerek uzak durabildiğini varsaydıran, insan dahil tüm canlıları üzerinde kağıttan kayık gibi sallayan o büyük okyanus…
Bu büyük kudretin içinde ‘nasıl durduğunuz meselesi’ tamamen apayrı bir tartışma konusudur… Önce popüler kültür dünyasında yaşadığımızı kabul etmeliyiz.
Zeki Demirkubuz Taraf’tan Beyaz Karayel Yeşilbaş’a verdiği röportajında, “Sinemayı eğlence olarak görenin benim filmime gelmesine gerek yok” demiş… Şu ifadeler de kendisine ait:
“Derdi olan adam benim filmlerimle daha çok bağ kurabilir. Böyle bir derdi olmayan, sinemayı eğlence olarak gören bir adamın zaten benim filmime gelmesine gerek yok. Sıkılır gider; nitekim de öyle oluyor.”
Oysa ‘sanatta diyalektiğin’ babası ve ‘yabancılaştırma unsurunun’ piri Bertolt Brecht için sinema her zaman kitlesel bir eğlence türü olmuştu. Hatta sinemanın sırf bu nedenle değersiz bir sanat biçimi olarak görülmemesi gerektiğini de ifade etmiştir. Çünkü Brecht’e göre eğlence, başlı başına bir ‘öğrenme’dir. Sayın Demirkubuz tabii ki Brecht’i ‘aşmış’ olabilir. Biz aşamadık henüz…
İçinde mizahın kırıntısının bile olmadığı bir sanat, ‘yabancılaşma’dan nasibini almış sayılır mı, bilemem…
Öte yandan eğlence, ‘dertsizlik’ anlamına gelebilir mi? Tüm zamanların en iyi filmlerinden kabul edilen Yurttaş Kane veya Amadeus eğlenceli filmler değiller miydi? Ya ‘Üç Kuruşluk Opera’ müzikali? Brueghel’in tabloları? Nazım’ın ‘Memleketimden İnsan Manzaraları’nın şiirli hikâyesi? Bu eserlerdeki mükemmel eğlence unsurunu görmezlikten mi gelelim?..
“Yeteneksiz pragmatistler”
Lüksemburg’un Başbakanı Jean-Claude Juncker’i kutluyorum.
Juncker aynı zamanda Avro Bölgesi Maliye Bakanları Grubu Eurogroup’un da Başkanı… Die Zeit gazetesine verdiği demecinde bu görevinden yakında ayrılacağını ifade ederken Avrupa’daki liderler için ‘Yeteneksiz pragmatistler’ demiş.
Geçen yıl henüz Berlusconi görevdeyken, Marshall McLuhan’ın 21 Temmuz’da 100`üncü yaş günü vesilesiyle yazdığımız bir yazıda, bugün Juncker’in söylediklerini öngörür gibi düşündüklerimizi şöyle ifade etmişiz:
“Obama, Sarkozy, Merkel ve Berlusconi’ye baktıkça, dünyaya, şu içinden geçtiğimiz dönemde ellerinde tüm iletişim kanallarını, araçlarını, mesajlarını (!) bulunduran, tek kelimeyle `beceriksizlik simgesi`dörtlünün damgasını vuracağını düşünmek, en azından beni korkutuyor... Sanırım McLuhan’ı da korkuturdu... Bu dörtlüye bakınca ‘Evet’ diyorum, McLuhan’ın dediği gibi ‘Özgeçmiş, gerçekten de tehlikeli bir sanatmış’”
Avrupalı bir başbakan tarafından, kıtasının liderleri konusunda doğrulanmak iyi geldi. Fransa’nın aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık şeklindeki seçimleri, nedense hâlâ AB geleceği için insanı nedense yeterince umutlandırmıyor.
Bektaşi’ye iki şişe şarap verip “Hangisi daha iyi?” diye sormuşlar. Bizimki, bir tanesini dibine kadar lıkır lıkır içip şişeyi masaya koyduktan sonra, “Öteki daha iyi” demiş. “Hoppala, nereden bildin, erenler? Daha ötekini tatmadın ki!” diye söylenecek olmuşlar; Bektaşi yanıtını geciktirmemiş: “Bu içtiğimden daha kötü olamaz!”…
Not: Bazı gazeteler ve TV kanallarında, Türkiye egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğunu yeni idrak ediyormuş havası yaratılmıyor mu, bayılıyorum doğrusu. Benim için hiçbir zaman anlamını yitirmemiş olan ‘23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nızı en içten dileklerimle kutluyorum.
‘Popüler kültür’ün yanından yöresinden geçmek istemezler; üzerlerine çamur sıçrayacakmış gibi. ‘Alçak’ bir tür olduğunu zannederler popüler kültürün… Mozart’ın pek çok eseri gibi geç Rönesans’ta verilmiş çok sayıda eserin popüler kültür odağında yaratıldığını bilmezden gelirler.
‘Anlaşılmamayı’ ya da ‘zor anlaşılmayı’ bir matah gibi gören çoğunluk ‘ecnebi’ aydınımız, her nedense ‘yukarılarda’ bir yerlerde konuşlanmayı sever ve önemserler…
Popüler olanla popülist arasındaki farkı da pek anlamak istemez bu tür…
Oysa popüler kültür hepimizin oksijeni…
Soluk alıp verdiğimiz hava ne ise, popüler kültür de odur.
Bizi dalga dalga kuşatan, ekranından sahnesine, söyleminden tınısına, sokağından caddesine, ofisinden evine beş duyuyla hissedilen bir okyanus… Ortak ruhi şekillenmemizin temeli, özü…
‘Yeraltı’ filmiyle gündemde olan yönetmenimiz Zeki Demirkubuz’un “Bu benim trajedim, benim yalnızlığım” diyerek uzak durabildiğini varsaydıran, insan dahil tüm canlıları üzerinde kağıttan kayık gibi sallayan o büyük okyanus…
Bu büyük kudretin içinde ‘nasıl durduğunuz meselesi’ tamamen apayrı bir tartışma konusudur… Önce popüler kültür dünyasında yaşadığımızı kabul etmeliyiz.
Zeki Demirkubuz Taraf’tan Beyaz Karayel Yeşilbaş’a verdiği röportajında, “Sinemayı eğlence olarak görenin benim filmime gelmesine gerek yok” demiş… Şu ifadeler de kendisine ait:
“Derdi olan adam benim filmlerimle daha çok bağ kurabilir. Böyle bir derdi olmayan, sinemayı eğlence olarak gören bir adamın zaten benim filmime gelmesine gerek yok. Sıkılır gider; nitekim de öyle oluyor.”
Oysa ‘sanatta diyalektiğin’ babası ve ‘yabancılaştırma unsurunun’ piri Bertolt Brecht için sinema her zaman kitlesel bir eğlence türü olmuştu. Hatta sinemanın sırf bu nedenle değersiz bir sanat biçimi olarak görülmemesi gerektiğini de ifade etmiştir. Çünkü Brecht’e göre eğlence, başlı başına bir ‘öğrenme’dir. Sayın Demirkubuz tabii ki Brecht’i ‘aşmış’ olabilir. Biz aşamadık henüz…
İçinde mizahın kırıntısının bile olmadığı bir sanat, ‘yabancılaşma’dan nasibini almış sayılır mı, bilemem…
Öte yandan eğlence, ‘dertsizlik’ anlamına gelebilir mi? Tüm zamanların en iyi filmlerinden kabul edilen Yurttaş Kane veya Amadeus eğlenceli filmler değiller miydi? Ya ‘Üç Kuruşluk Opera’ müzikali? Brueghel’in tabloları? Nazım’ın ‘Memleketimden İnsan Manzaraları’nın şiirli hikâyesi? Bu eserlerdeki mükemmel eğlence unsurunu görmezlikten mi gelelim?..
“Yeteneksiz pragmatistler”
Lüksemburg’un Başbakanı Jean-Claude Juncker’i kutluyorum.
Juncker aynı zamanda Avro Bölgesi Maliye Bakanları Grubu Eurogroup’un da Başkanı… Die Zeit gazetesine verdiği demecinde bu görevinden yakında ayrılacağını ifade ederken Avrupa’daki liderler için ‘Yeteneksiz pragmatistler’ demiş.
Geçen yıl henüz Berlusconi görevdeyken, Marshall McLuhan’ın 21 Temmuz’da 100`üncü yaş günü vesilesiyle yazdığımız bir yazıda, bugün Juncker’in söylediklerini öngörür gibi düşündüklerimizi şöyle ifade etmişiz:
“Obama, Sarkozy, Merkel ve Berlusconi’ye baktıkça, dünyaya, şu içinden geçtiğimiz dönemde ellerinde tüm iletişim kanallarını, araçlarını, mesajlarını (!) bulunduran, tek kelimeyle `beceriksizlik simgesi`dörtlünün damgasını vuracağını düşünmek, en azından beni korkutuyor... Sanırım McLuhan’ı da korkuturdu... Bu dörtlüye bakınca ‘Evet’ diyorum, McLuhan’ın dediği gibi ‘Özgeçmiş, gerçekten de tehlikeli bir sanatmış’”
Avrupalı bir başbakan tarafından, kıtasının liderleri konusunda doğrulanmak iyi geldi. Fransa’nın aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık şeklindeki seçimleri, nedense hâlâ AB geleceği için insanı nedense yeterince umutlandırmıyor.
Bektaşi’ye iki şişe şarap verip “Hangisi daha iyi?” diye sormuşlar. Bizimki, bir tanesini dibine kadar lıkır lıkır içip şişeyi masaya koyduktan sonra, “Öteki daha iyi” demiş. “Hoppala, nereden bildin, erenler? Daha ötekini tatmadın ki!” diye söylenecek olmuşlar; Bektaşi yanıtını geciktirmemiş: “Bu içtiğimden daha kötü olamaz!”…
Not: Bazı gazeteler ve TV kanallarında, Türkiye egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğunu yeni idrak ediyormuş havası yaratılmıyor mu, bayılıyorum doğrusu. Benim için hiçbir zaman anlamını yitirmemiş olan ‘23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nızı en içten dileklerimle kutluyorum.