Eczacıbaşı düdük çaldı: “Rekabet eksik olmamalı!”
29 AĞUSTOS 2004
İki haftadır Roche – SSK krizini iletişim açısından ele almaya çalışıyorum. Her sektör ve her kuruluşun bu krizin nasıl yönetildiğini izlemesi ve kendisine dersler çıkarması gerektiğine inanıyorum. Roche’un bu krizi ne kadar yanlış yönettiği açık. PR şirketini dinlememenin nelere mal olabileceği de ortada. Krizde susmanın sadece ikrar (kabullenme) anlamına gelmekle kalmayıp, aynı zamanda hiç istemediğiniz kişilerin sizin adınıza konuşmasına izin vermeye de hizmet edeceğini en iyi Roche krizinde gördük.
Roche’a gelecek hasarı engelleyebilecek iletişim taktikleri bir yana, sektörel kuruluşların kamuoyunu bilgilendirecek bir tavır içine girmemelerinin tüm sektöre ağır maliyetler ödeteceğine vurgu yapmaya çalıştım. Eczacıların, tabiplerin ve de krizin tam da göbeğinde duran yabancı ilaç şirketlerinin derneği AİFD’nin ağzını bıçak açmıyordu.
Bir tek İEİS konuştu. Genel Sekreter Turgut Tokgöz hiç değilse olaylar Mauritius’da cereyan ediyormuş gibi davranmadı. İki tane e-posta gönderdi. ‘Zaman ve zemini gelince açıklama yapacağız’ dedi.
Ve nihayet geçen hafta İEİS Başkanı Bülent Eczacıbaşı, düdüğü eline aldı ve bir Eczacıbaşı’lıya yakışır üslubuyla olayla ilgili açıklamada bulundu.. Bu aşamada yapması gereken de buydu zaten. Babası sektörün kurucusuydu. Kendisi de duayeni. O sektörün haysiyetine sahip çıkmayacaktı da kim çıkacaktı.
Bülent Bey’in bir basın bülteni şeklinde medyaya dağıtılmış olan açıklamasının tamamı hayli uzundu. Buraya kısaltarak alacak, tamamını okumak isteyenler için de İEİS’in web sitesine referans verecektim. Şeytan dürttü gittim www.ieis.org adresine baktım. (Neden TR uzantısı yok anlamış değilim tabii). Sitede tarih sırasına göre basın açıklamaları var. En sonuncusu 20 Mart 2004 tarihli ve “İlaç Endüstrisi İşverenler Sendikası’nda yeni yönetim işbaşında” başlığını taşıyor. Bir önceki ise Bülent Bey’in SSK alacakları ile ilgili bir açıklaması:“İlaç sektörü nefes alacak”; ama tarihi o kadar yeni değil: 2 Ocak 2003...
Eminim Bülent Bey buna çok üzülecektir. Kendisini ve kardeşi Faruk Bey’i yakından tanırım. Hayatlarını bir cetvel doğruluğu ile yaşarlar, titizliğin doruğunu zorlarlar, kalite ve gelişmişliği iş ve özel hayatlarının her alanına uygulayan birer yaşam ustası boyutunda ‘benchmark’ olabilecek niteliklere sahiptirler. Bu insanlara yapılacak iş değil bu. En kritik dönemin en kritik açıklamasını, hem de Başkanının açıklamasını web sitesine koymayan bir İEİS başka ne zaman, ne yapacak?... Hiç bir şey buna bahane olamaz. Herhangi bir internet cafe’den 12 yaşındaki bir çocuktan rica edin, 2 dakikada yerleştirir yazıyı sitenize.
İletişimde kendi söküğünü dikemeyen, Başkanına sahip çıkamayan İEİS, sektöre nasıl sahip çıkacak?...
İşte Bülent Bey’in açıklamasından bir özet. Tamamı için Sabah’taki arkadaşlardan rica ettim. Benim yazımın altına koydular. www.sabah.com.tr’den benim yazıya gelip oradan okuyabilirsiniz.
Açıklamanın girişinde şöyle denmiş: “Son günlerde kamuoyunu meşgul eden Roche olayı dolayısıyla ilaç endüstrisini ilgilendiren konularda açılan tartışmalar üzerine bir açıklama yapan, İlaç Endüstrisi İşverenler Sendikası Başkanı Bülent Eczacıbaşı, “yaşanan olayların arkasında, ilaç endüstrisinde rekabet eksikliği olmasının yattığını”, dile getirdi. İlaç Endüstrisi İşverenler Sendikası tarafından yapılan yazılı açıklamada şu görüşlere yer verildi:
Son dönemde bir ilaç firmasının uygulamaları ile ilgili olarak basında yer alan haberler ilaç endüstrisindeki mevcut sorunların yeniden irdelenmesi ve sağlıklı çözüm yolları üretilmesi için bir tartışma zemini yaratmıştır. Açılan tartışma sağlıklıdır ve sonuna kadar sürdürülmelidir. Ancak bu tartışmanın bir yabancı sermaye veya orijinal ilaç üreticisi firma düşmanlığı boyutlarına vardırılmamasına özen gösterilmelidir. Türkiye’nin jenerik ilaçlara da orijinal ilaçlara da ihtiyacı vardır. Tüm dünyada kamu otoriteleri orijinal ve jenerik ilaçlar arasında sağlıklı bir denge kurmak suretiyle sağlık bütçelerinde önemli tasarruf sağlamaktadırlar. Bu yaklaşımın ülkemizde de bir an önce hayat bulması en büyük dileğimizdir...
... İlaç sektöründe tam rekabet koşulları, kısa vadede ilaç ve tedavi alternatiflerini çoğaltacak biçimde yeni ilaçların ruhsat alım işlemlerinin hızlandırılmasıyla ve orta vadede ise, Ulusal İlaç Sanayii’nin gelişiminin önündeki engellerin kaldırılarak, jenerik ilaçların üretiminin önünün açılmasıyla sağlanabilecektir.”
“Ülkemi Aras’la tanıyorum”
Bir şey artık net olarak biliniyor. 21’inci yüzyılda bir şirket “Ne için varsın?” sorusunu, eğer sadece “Kâr etmek için varım!” diye yanıtlıyorsa, ömrü pek uzun olmuyor. Bu sorunun yanıtı hem çalışanlar hem de müşteriler için son derece önemli. Kaliteleri yüksek, rekabet çıtası yukarılarda olan yönetici ve elemanlar, sadece kâr amacı güden bir şirketin ikliminde uzun süre kalamıyorlar. Müşteriler de kendilerinin kumar masalarındaki fişler gibi görülmelerini istemiyorlar...
Pek çok firma bunun bilincinde ve bir yerlerden edindiği bilgi ile sosyal sorumluluk programlarına girişiyor. Fakat edindikleri bilgi eksikse, örneğin o sosyal sorumluluk projesine ayırdıkları bütçenin en az yarısını o projenin iletişimi için bütçeye eklemiyorlar ya da uzun soluklu projelere yönelmiyorlarsa, atılan taş ürkütülen kurbağaya deymiyor.
Aras Cargo (neden K ile değil de C ile yazıyorlar acaba?..) çok yaratıcı ve şirin bir proje yakalamış. Adı, “Ülkemi Tanıyorum”. Aras Cargo ile yapılan tüm gönderilerin üzerine ülkemizin eşsiz güzelliklerinin renkli pırıl pırıl çıkartmaları yapıştırılıyormuş. Bir de web sitesi açmışlar: www.ulkemitaniyorum.com
Yaman bir site olmuş. Ülkenin 4 bir köşesinden profesyonellerin çektiği 40’dan fazla fotoğraf; duvar kâğıtları, ekran koruyucular, bul-yap’lar... Büyük emek verilmiş. Başta Aras Cargo’nun yakından tanıma fırsatı bulduğum, hasta Fenerli olmasını bile affettirecek kadar içten ve sevimli patronu Celal Aras olmak üzere pazarlama sorumluları ve iletişim şirketleri Caretta İletişimi (web siteleri neden çalışmaz anlayamadım) gönülden kutluyorum.
Bu arada Celal Ağabey’e bir not: Kampanyayı neden 1 Ekimde kesersiniz, anlamadım? Bana iletişim uygulamaları açısından üç tane değil bir tane akıllı neden söylesinler, adımı değiştireyim. “Algılamada tekrar” en önemli unsurlardan biridir. Bu işi 2 ay yapacaktıysan, hiç yapmasaydın daha iyi idi. Çünkü o zaman paran sokağa gitmezdi hiç olmazsa. 2 ay değil 10 yıl sürdürmen gerek bu çalışmayı ki, senin Türkiye’ye sahip çıktığın algısını edinelim. Sen bırak rakip kapsın. Ona yazar. Sen de sonradan istediğin kadar yırtın, bu fikri ben bulmuştum diye. Torunlarına hatıra olarak anlatırsın, sevgili Celal Aras...
Naylon torbadan kurtulmak zor işmiş
Bozcaada Belediye Başkanı Mustafa Mutay’ın adaya naylon torba sokmamak için sponsorların da katılacağı bir projesi olduğundan, bunun da tüm Türkiye’ye örnek olacağından söz etmiştim. Mert Sanlı adlı okurumuz bu işi pek gerçekçi bulmamış, hafif alaycı bir tavırla diyor ki:
“Haydi o zaman! Bozcaada’yı naylonlardan yani, Pirinç, makarna, bakliyat ambalajlarından, cips, çerez, çikolata, dondurma ambalajlarından, kağıt havlu, tuvalet kağıdı, sabun ambalajlarından, dondurulmuş gıda ambalajlarından, çöp torbalarından, kargo torbalarından, mağaza poşetlerinden, yani tüm gıda, temizlik ve tekstil sektöründen kurtaralım. Tüm Türkiye'ye ve dünyaya örnek olalım. Siz ki üretimin artışı ve dolayısıyla ekonomik gelişmenin en büyük destekçisi olan iletişim sektörünün kahramanısınız. Kurtarın Türkiye'yi bu yüklerden. Yılda 500 milyon dolardan fazla getiri sağlayan bu gereksiz malzemelerden, yüz binlerce kisiye istihdam sağlayan fabrikalardan kurtarın. Hepsinin yerine kesekağıtlarını koymaya calisin. Bu arada daha fazla ağaç dikmeyi unutmayın, ne ekerseniz onu biçersiniz çünkü. Ufak çapta kandırın milleti ne kadar da çevreciyiz diye. İnsanlara, "torbayı, çöpü, sokağa-denize değil çöp kutusuna at" diye öğretmek varken, koskoca bir sektörü çöpe atın. Hangisi daha ucuz varın siz hesaplayın. Çevreye saygılı olmayı öğretmek zor is diyorsanız, o zaman bence de naylona hayır! Sürdürülebilir kalkınma... Sürdürebilirsen... Yoksa hiç sürdürme... Hiç kalkınma... Sevgiler. Mert Sanlı”
Bir kalemde silinip atılacak görüşler değil. Mert Sanlı’ya, karaya vurmuş milyonlarca deniz yıldızını birer birer denize geri atmaya çalışan adamın hikayesini anlattım. Hani “Ne farkedecek kardeşim, bir tanesini kurtarıyorsun ama milyonlarcası ölüyor.” Adam da yerden bir tane daha alıp attıktan sonra, “Bak onun için fark etti!” demiş. Hikayeyi anlattım ama, Murat Bey’in söyledikleri de yabana atılır cinsten değil. Ne dersiniz?
Dergilerde ilk 5
1. AtlasJet. "İç hatlarda uçuş başladı". Bir kadının gömlek dekoltesinden içeriye giren bir uçak ile iç hat uçuşlarını anlatan reklam. Ölçülü cinsellik işte böyle olur. (Aktüel) 2. Evy Lady. "Günlük dedikodu, günlük Evy Lady". Kadına özgü ve kadın için bir ürün yine kadın diliyle ancak böyle ifade edilir. (Hülya) 3. Güneş Sigorta. "Yolda sizi neler bekliyor". Bol inişli çıkışlı bir yolun herhangi bir yerinde sizi bekleyen tehlikeyi bu kadar yaratıcı bir yorumla sunmak müthiş fikir. (Para Ekonomi) 4. Kütahya Porselen. "Bu yaz ağzınız tatlansın". Birbirinden güzel ve renkli yemiş tabaklarını sade ve çekici bir tasarımla anlattığı için (Sofra). 5. Hisar "Hisar'dan yemek enstrümanları". Çatal, bıçak ve kaşığı birer enstrüman gibi konumlandırmak süper fikir! Çatal da gitara yakışmış doğrusu (Cosmopolitan).
Gönüllülere gönül vermek için felaket şart mıdır?
Bazen şirketler toplumsal sorumluluk çalışması için ‘Partner’ ararlar. İşte bomba gibi bir Partner önerisi size. Denizciler Dayanışma Derneği’nin bir projesi olan DAK/SAR, gönüllülerin yer aldığı denizlerde âcil yardım ve kurtarma için örgütlenmiş bir kuruluş. Akut’un deniz versiyonu. 2001 yılında İngiltere’den Kraliyet Ulusal Kurtarma Tekneleri Kuruluşu’ndan kısmen hibe yoluyla temin edilmiş iki adet yardım botları var. En kötü hava koşullarında operasyon yapabilen bu botlar 38 kts (60 km/h) hız yapabiliyor, devrilince tekrar eski haline gelebiliyor, 150-200 grt’lik tekneleri yedekte çekebiliyor, elektronik donanımları da tamam.
Bir de Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nın hibe ettiği 2 teknesi daha bulunan DAK/SAR’ı Deniz Kuvvetleri Komutanlığını yanısıra İstanbul Valiliği, Setur Kalamış Marina ve Deniz Ticaret Odası da zaman zaman destekliyor. Yüzlerce gönüllüyü eğitmiş ve denizaltı kurtarma timleri de bulunan kuruluşa 17 tane de doktor yine gönüllü olarak katılmış. Böyle muhteşem insanlar ve kuruluşlar sadece küçük bir dokunuşla harikalar yaratabiliyorlar. Üç tarafı denizlerle çevrili Türkiye’de DAK/SAR’ın sadece Marmara bölgesine hizmet verebiliyor olması, bence özel sektörün ayıbı. Bu çocukların desteklenmesi için ille de büyük bir felaket mi olmalı? Bu çocukları hiç tanımam. Dosyaları tesadüfen elime ulaştı. Kendisi de bir gazeteci olan Selcen Tanınmış kardeşimiz yollamış. Ama bu iyi insanları ve onları destekleyecekleri sonuna kadar desteklemek de bizim sorumluluğumuz olmalı...
Roche’a gelecek hasarı engelleyebilecek iletişim taktikleri bir yana, sektörel kuruluşların kamuoyunu bilgilendirecek bir tavır içine girmemelerinin tüm sektöre ağır maliyetler ödeteceğine vurgu yapmaya çalıştım. Eczacıların, tabiplerin ve de krizin tam da göbeğinde duran yabancı ilaç şirketlerinin derneği AİFD’nin ağzını bıçak açmıyordu.
Bir tek İEİS konuştu. Genel Sekreter Turgut Tokgöz hiç değilse olaylar Mauritius’da cereyan ediyormuş gibi davranmadı. İki tane e-posta gönderdi. ‘Zaman ve zemini gelince açıklama yapacağız’ dedi.
Ve nihayet geçen hafta İEİS Başkanı Bülent Eczacıbaşı, düdüğü eline aldı ve bir Eczacıbaşı’lıya yakışır üslubuyla olayla ilgili açıklamada bulundu.. Bu aşamada yapması gereken de buydu zaten. Babası sektörün kurucusuydu. Kendisi de duayeni. O sektörün haysiyetine sahip çıkmayacaktı da kim çıkacaktı.
Bülent Bey’in bir basın bülteni şeklinde medyaya dağıtılmış olan açıklamasının tamamı hayli uzundu. Buraya kısaltarak alacak, tamamını okumak isteyenler için de İEİS’in web sitesine referans verecektim. Şeytan dürttü gittim www.ieis.org adresine baktım. (Neden TR uzantısı yok anlamış değilim tabii). Sitede tarih sırasına göre basın açıklamaları var. En sonuncusu 20 Mart 2004 tarihli ve “İlaç Endüstrisi İşverenler Sendikası’nda yeni yönetim işbaşında” başlığını taşıyor. Bir önceki ise Bülent Bey’in SSK alacakları ile ilgili bir açıklaması:“İlaç sektörü nefes alacak”; ama tarihi o kadar yeni değil: 2 Ocak 2003...
Eminim Bülent Bey buna çok üzülecektir. Kendisini ve kardeşi Faruk Bey’i yakından tanırım. Hayatlarını bir cetvel doğruluğu ile yaşarlar, titizliğin doruğunu zorlarlar, kalite ve gelişmişliği iş ve özel hayatlarının her alanına uygulayan birer yaşam ustası boyutunda ‘benchmark’ olabilecek niteliklere sahiptirler. Bu insanlara yapılacak iş değil bu. En kritik dönemin en kritik açıklamasını, hem de Başkanının açıklamasını web sitesine koymayan bir İEİS başka ne zaman, ne yapacak?... Hiç bir şey buna bahane olamaz. Herhangi bir internet cafe’den 12 yaşındaki bir çocuktan rica edin, 2 dakikada yerleştirir yazıyı sitenize.
İletişimde kendi söküğünü dikemeyen, Başkanına sahip çıkamayan İEİS, sektöre nasıl sahip çıkacak?...
İşte Bülent Bey’in açıklamasından bir özet. Tamamı için Sabah’taki arkadaşlardan rica ettim. Benim yazımın altına koydular. www.sabah.com.tr’den benim yazıya gelip oradan okuyabilirsiniz.
Açıklamanın girişinde şöyle denmiş: “Son günlerde kamuoyunu meşgul eden Roche olayı dolayısıyla ilaç endüstrisini ilgilendiren konularda açılan tartışmalar üzerine bir açıklama yapan, İlaç Endüstrisi İşverenler Sendikası Başkanı Bülent Eczacıbaşı, “yaşanan olayların arkasında, ilaç endüstrisinde rekabet eksikliği olmasının yattığını”, dile getirdi. İlaç Endüstrisi İşverenler Sendikası tarafından yapılan yazılı açıklamada şu görüşlere yer verildi:
Son dönemde bir ilaç firmasının uygulamaları ile ilgili olarak basında yer alan haberler ilaç endüstrisindeki mevcut sorunların yeniden irdelenmesi ve sağlıklı çözüm yolları üretilmesi için bir tartışma zemini yaratmıştır. Açılan tartışma sağlıklıdır ve sonuna kadar sürdürülmelidir. Ancak bu tartışmanın bir yabancı sermaye veya orijinal ilaç üreticisi firma düşmanlığı boyutlarına vardırılmamasına özen gösterilmelidir. Türkiye’nin jenerik ilaçlara da orijinal ilaçlara da ihtiyacı vardır. Tüm dünyada kamu otoriteleri orijinal ve jenerik ilaçlar arasında sağlıklı bir denge kurmak suretiyle sağlık bütçelerinde önemli tasarruf sağlamaktadırlar. Bu yaklaşımın ülkemizde de bir an önce hayat bulması en büyük dileğimizdir...
... İlaç sektöründe tam rekabet koşulları, kısa vadede ilaç ve tedavi alternatiflerini çoğaltacak biçimde yeni ilaçların ruhsat alım işlemlerinin hızlandırılmasıyla ve orta vadede ise, Ulusal İlaç Sanayii’nin gelişiminin önündeki engellerin kaldırılarak, jenerik ilaçların üretiminin önünün açılmasıyla sağlanabilecektir.”
“Ülkemi Aras’la tanıyorum”
Bir şey artık net olarak biliniyor. 21’inci yüzyılda bir şirket “Ne için varsın?” sorusunu, eğer sadece “Kâr etmek için varım!” diye yanıtlıyorsa, ömrü pek uzun olmuyor. Bu sorunun yanıtı hem çalışanlar hem de müşteriler için son derece önemli. Kaliteleri yüksek, rekabet çıtası yukarılarda olan yönetici ve elemanlar, sadece kâr amacı güden bir şirketin ikliminde uzun süre kalamıyorlar. Müşteriler de kendilerinin kumar masalarındaki fişler gibi görülmelerini istemiyorlar...
Pek çok firma bunun bilincinde ve bir yerlerden edindiği bilgi ile sosyal sorumluluk programlarına girişiyor. Fakat edindikleri bilgi eksikse, örneğin o sosyal sorumluluk projesine ayırdıkları bütçenin en az yarısını o projenin iletişimi için bütçeye eklemiyorlar ya da uzun soluklu projelere yönelmiyorlarsa, atılan taş ürkütülen kurbağaya deymiyor.
Aras Cargo (neden K ile değil de C ile yazıyorlar acaba?..) çok yaratıcı ve şirin bir proje yakalamış. Adı, “Ülkemi Tanıyorum”. Aras Cargo ile yapılan tüm gönderilerin üzerine ülkemizin eşsiz güzelliklerinin renkli pırıl pırıl çıkartmaları yapıştırılıyormuş. Bir de web sitesi açmışlar: www.ulkemitaniyorum.com
Yaman bir site olmuş. Ülkenin 4 bir köşesinden profesyonellerin çektiği 40’dan fazla fotoğraf; duvar kâğıtları, ekran koruyucular, bul-yap’lar... Büyük emek verilmiş. Başta Aras Cargo’nun yakından tanıma fırsatı bulduğum, hasta Fenerli olmasını bile affettirecek kadar içten ve sevimli patronu Celal Aras olmak üzere pazarlama sorumluları ve iletişim şirketleri Caretta İletişimi (web siteleri neden çalışmaz anlayamadım) gönülden kutluyorum.
Bu arada Celal Ağabey’e bir not: Kampanyayı neden 1 Ekimde kesersiniz, anlamadım? Bana iletişim uygulamaları açısından üç tane değil bir tane akıllı neden söylesinler, adımı değiştireyim. “Algılamada tekrar” en önemli unsurlardan biridir. Bu işi 2 ay yapacaktıysan, hiç yapmasaydın daha iyi idi. Çünkü o zaman paran sokağa gitmezdi hiç olmazsa. 2 ay değil 10 yıl sürdürmen gerek bu çalışmayı ki, senin Türkiye’ye sahip çıktığın algısını edinelim. Sen bırak rakip kapsın. Ona yazar. Sen de sonradan istediğin kadar yırtın, bu fikri ben bulmuştum diye. Torunlarına hatıra olarak anlatırsın, sevgili Celal Aras...
Naylon torbadan kurtulmak zor işmiş
Bozcaada Belediye Başkanı Mustafa Mutay’ın adaya naylon torba sokmamak için sponsorların da katılacağı bir projesi olduğundan, bunun da tüm Türkiye’ye örnek olacağından söz etmiştim. Mert Sanlı adlı okurumuz bu işi pek gerçekçi bulmamış, hafif alaycı bir tavırla diyor ki:
“Haydi o zaman! Bozcaada’yı naylonlardan yani, Pirinç, makarna, bakliyat ambalajlarından, cips, çerez, çikolata, dondurma ambalajlarından, kağıt havlu, tuvalet kağıdı, sabun ambalajlarından, dondurulmuş gıda ambalajlarından, çöp torbalarından, kargo torbalarından, mağaza poşetlerinden, yani tüm gıda, temizlik ve tekstil sektöründen kurtaralım. Tüm Türkiye'ye ve dünyaya örnek olalım. Siz ki üretimin artışı ve dolayısıyla ekonomik gelişmenin en büyük destekçisi olan iletişim sektörünün kahramanısınız. Kurtarın Türkiye'yi bu yüklerden. Yılda 500 milyon dolardan fazla getiri sağlayan bu gereksiz malzemelerden, yüz binlerce kisiye istihdam sağlayan fabrikalardan kurtarın. Hepsinin yerine kesekağıtlarını koymaya calisin. Bu arada daha fazla ağaç dikmeyi unutmayın, ne ekerseniz onu biçersiniz çünkü. Ufak çapta kandırın milleti ne kadar da çevreciyiz diye. İnsanlara, "torbayı, çöpü, sokağa-denize değil çöp kutusuna at" diye öğretmek varken, koskoca bir sektörü çöpe atın. Hangisi daha ucuz varın siz hesaplayın. Çevreye saygılı olmayı öğretmek zor is diyorsanız, o zaman bence de naylona hayır! Sürdürülebilir kalkınma... Sürdürebilirsen... Yoksa hiç sürdürme... Hiç kalkınma... Sevgiler. Mert Sanlı”
Bir kalemde silinip atılacak görüşler değil. Mert Sanlı’ya, karaya vurmuş milyonlarca deniz yıldızını birer birer denize geri atmaya çalışan adamın hikayesini anlattım. Hani “Ne farkedecek kardeşim, bir tanesini kurtarıyorsun ama milyonlarcası ölüyor.” Adam da yerden bir tane daha alıp attıktan sonra, “Bak onun için fark etti!” demiş. Hikayeyi anlattım ama, Murat Bey’in söyledikleri de yabana atılır cinsten değil. Ne dersiniz?
Dergilerde ilk 5
1. AtlasJet. "İç hatlarda uçuş başladı". Bir kadının gömlek dekoltesinden içeriye giren bir uçak ile iç hat uçuşlarını anlatan reklam. Ölçülü cinsellik işte böyle olur. (Aktüel) 2. Evy Lady. "Günlük dedikodu, günlük Evy Lady". Kadına özgü ve kadın için bir ürün yine kadın diliyle ancak böyle ifade edilir. (Hülya) 3. Güneş Sigorta. "Yolda sizi neler bekliyor". Bol inişli çıkışlı bir yolun herhangi bir yerinde sizi bekleyen tehlikeyi bu kadar yaratıcı bir yorumla sunmak müthiş fikir. (Para Ekonomi) 4. Kütahya Porselen. "Bu yaz ağzınız tatlansın". Birbirinden güzel ve renkli yemiş tabaklarını sade ve çekici bir tasarımla anlattığı için (Sofra). 5. Hisar "Hisar'dan yemek enstrümanları". Çatal, bıçak ve kaşığı birer enstrüman gibi konumlandırmak süper fikir! Çatal da gitara yakışmış doğrusu (Cosmopolitan).
Gönüllülere gönül vermek için felaket şart mıdır?
Bazen şirketler toplumsal sorumluluk çalışması için ‘Partner’ ararlar. İşte bomba gibi bir Partner önerisi size. Denizciler Dayanışma Derneği’nin bir projesi olan DAK/SAR, gönüllülerin yer aldığı denizlerde âcil yardım ve kurtarma için örgütlenmiş bir kuruluş. Akut’un deniz versiyonu. 2001 yılında İngiltere’den Kraliyet Ulusal Kurtarma Tekneleri Kuruluşu’ndan kısmen hibe yoluyla temin edilmiş iki adet yardım botları var. En kötü hava koşullarında operasyon yapabilen bu botlar 38 kts (60 km/h) hız yapabiliyor, devrilince tekrar eski haline gelebiliyor, 150-200 grt’lik tekneleri yedekte çekebiliyor, elektronik donanımları da tamam.
Bir de Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nın hibe ettiği 2 teknesi daha bulunan DAK/SAR’ı Deniz Kuvvetleri Komutanlığını yanısıra İstanbul Valiliği, Setur Kalamış Marina ve Deniz Ticaret Odası da zaman zaman destekliyor. Yüzlerce gönüllüyü eğitmiş ve denizaltı kurtarma timleri de bulunan kuruluşa 17 tane de doktor yine gönüllü olarak katılmış. Böyle muhteşem insanlar ve kuruluşlar sadece küçük bir dokunuşla harikalar yaratabiliyorlar. Üç tarafı denizlerle çevrili Türkiye’de DAK/SAR’ın sadece Marmara bölgesine hizmet verebiliyor olması, bence özel sektörün ayıbı. Bu çocukların desteklenmesi için ille de büyük bir felaket mi olmalı? Bu çocukları hiç tanımam. Dosyaları tesadüfen elime ulaştı. Kendisi de bir gazeteci olan Selcen Tanınmış kardeşimiz yollamış. Ama bu iyi insanları ve onları destekleyecekleri sonuna kadar desteklemek de bizim sorumluluğumuz olmalı...