Effie’de ödül sıkıntısı!
11 MART 2007
Yarı çıplak manken ve fotomodeller, sosyete güzelleri bulunmadığı, kavga çıkmadığı veya ‘Kim kimi götürüyor’ muhabbetine izin verecek manzaralara rastlanmadığı için olacak; Effie (Reklamların etkililiği, yani reklam vereni iş hedeflerine ulaştırabilme) ödüllerinin dağıtıldığı geceye medya fazla ilgi göstermedi...
Genç muhabirleri ana salona almayıp, onlardan yandaki salonda ‘idare etmelerini’ bekleyen gecenin organizatörlerinin de medyaya iyi davrandığı söylenemez...
Hyatt Regency’nin büyük salonu tıklım tıklım doluydu... Herkes Kristal Elma’dan çok daha şıktı. ‘Sanatçı takılmaya’ çalışan bir iki zıpır, 2 milyar dolarlık pastanın söz konusu olduğu sistemin genel ciddiyeti içinde kaybolup gitmişti...
Buna rağmen reklam ajansları ödül almak için aynen Kristal Elma’da olduğu gibi, patronlarını, yöneticilerini değil de, işe yeni başlamış ‘heveskârlarını’ sahneye sürdüler. Oysa ilk Effie’de patronlar sahnedeydi. Aynı durumu Kristal Elma’da eleştirdiğimde, “Yahu tabii ki gençler çıkacak. Yaratıcı ekipte onlar var” diyenler bakalım bu kez hangi bahaneyi bulacaklar?.. Burada ödüllendirilen ‘iş bağlamındaki başarı’; yaratıcılık bağlamındaki değil. Ayrıca reklam verenle birlikte alınan bir ödül bu. Neredeydi ‘iş bağlamındaki’ ajans üst yönetimi?.. Sen kendini ‘önemsemez gibi yaparsan’, seni kim önemsesin?..
Bu arada Effie’yi düzenleyen Reklamverenler Derneği ile Reklamcılar Derneği’ni ve de özellikle Effie jürisini yürekten kutlarım. Yanılmıyorsam 99 katılımcı ve 21 kategori vardı. Sadece 4 kategoride 4 Altın Effie verilebildi. Geri kalan 17 dalda kriterleri tutan hiçbir reklam olmamış. Yani ya sektördeki reklamların büyük çoğunluğu yeterince etkili değildi; ya ajanslar yaptıkları işin etkisini reklam verene ölçerek kanıtlamak gereği görmüyordu; ya da reklam veren “Reklamlar için harcadığım para nereye gitti?” diye merak etmiyordu... Ben ödül alacak çalışma çıkmadı diye hiç üzülmedim. Tersine sevindim. Demek ki jüri işi ciddi tutmuştu. Önüne gelene hatır gönül işi ödül dağıtmamıştı. Ve başta reklam verenler olmak üzere, sektöre çok önemli mesajlar iletmişti... Tabii mesajları duyanlara...
Bu koşullarda dört altın ödüllü katılımcının başarısı gözümde daha da büyüdü: Pınar (Prebiyotik) – Alametifarika; Eti Çikolata (Erdal Özyağcılar’lı) - Güzel Sanatlar, Saatchi & Saatchi; Cafe Crown - Alametifarika; Akbank Axess (Özgü Namal, ilk film) – Rafineri...
Kocaman bir tebrik de Effie’yi destekleyen sponsorlara: AGB Nielsen, Akbank, Arçelik, Coca-Cola, Danone, Garanti, GFK, KMG, P&G, Sütaş, Turkcell, Unilever... Umarız gelecek sefere Effie’yi önce reklam veren, sonra ajanslar daha iyi kavrar...
Levi’s’la gençliğime gidiyorum
1900’lerin öncesi ABD’sinde bir ev. Kapı çalınır. Gelen, kızın sevgilisidir. Delikanlı önce kapıdan içeriye ayakkabısını fırlatır. Sonra bir sevişme sahnesidir başlar... Fakat bir türlü ‘vuslat vuku bulmaz’... Çünkü gençler soyundukça içlerinden bir sonraki yılların Levi’s modelleri çıkar. Yıllar geçtikçe alttan hep yeni modeller gelir ve her seferinde gençlerin tipi de değişir. Bu arada benim de anılarım 50’lerden bu yana film şeridi gibi gözümün önünde canlanır...
Finalde her iki genç de üstsüz kalırlar. Tabii ki bir şey görünmez... Ama olsun, duygusal ve hayli çarpıcı bir final...
Bacardi Mojito’dan bu yana izlediğim en etkili yabancı reklam filmi...
30-40 kilo verirsem ilk işim, bir tane ‘düştü düşecek’ Levi’s almak olacak... Haydi hayırlısı...
Eczacıbaşı’ndan stratejik iletişim dersi
Bir ‘kurumsal iletişim sorumlusu’ ne iş yapar; ya da bir kurumun iletişimini, liderleri vasıtasıyla doğru düzgün yönetmesi nasıl olur diye merak edenlere; Eczacıbaşı’nın son günlerdeki muhteşem atağını yakından izlemelerini tavsiye ederim.
Olay şu: Eczacıbaşı Holding, Eczacıbaşı İlaç Sanayi, Eczacıbaşı Sağlık Ürünleri ile Eczacıbaşı Özgün Kimya’daki ortaklık paylarının %75’ini, eş değer ilaç alanında Avrupa’nın önde gelen kuruluşlarından Zentiva’ya satıyor. Daha özeti, Zentiva, Eczacıbaşı İlaç’ın %75’ini satın alıyor... Çek Cumhuriyeti, Romanya ve Slovakya’da pazar lideri olan Zentiva’nın genel merkezi Prag’da. Hisselerinin %24.9’u bir başka ilaç devinin elinde: Sanofi Aventis.
İletişimi yönetmeselerdi haber nasıl yansırdı basına? Eczacıbaşı İlaç, Çekler’e (ya da Türkiye’de daha çok tanındığı için Sanofi Aventis’e) satıldı...
Oysa nasıl çıktı haber? Eczacıbaşı Zentiva’ya ortak oldu!
İşte iletişimi ve algılamayı yönetmek budur. Bir de bu haberin hemen arkasından çıkan Vitra bağlantılı yatırım haberleri (örneğin, Villeroy&Boch’u satın alma projesi vb)... Son bir haftada Eczacıbaşı’nın itibarına itibar eklenmiştir; hem de kriz yaratabilecek bir ortamda...
McDonald’s’a içim gidiyor
Oradan buradan ithal edilip Türk TV’lerine salınan reklam filmleri büyük risk taşır. Bizim filmlerin en kötüsü bile (bir iki özel fikir dışında, bkz. Levi’s) ithal filmlerin en iyisinden daha iyi iş yapar. İsterseniz ön yargı deyin.
Çevrenize bir bakın... Mesela McDonald’s’ın “Eğer biz bulsaydık, yapsaydık...” reklamına... Hani “Ateşi ilk biz bulsaydık önce mangal yakardık, aya ilk biz çıksaydık doyasıya kutlardık, ilk robotu biz yapsaydık adını Kanka koyardık” diye devam eden film...
Bu kadar sıcak, bu kadar heyecan verici bir McDonald’s reklamı gördünüz mü hiç?... O finaldeki hamburgeri görüp de ağzınızdan sular akmaması mümkün mü? Bizden bir hamburger algısı ancak böyle yaratılabilirdi...
Genç muhabirleri ana salona almayıp, onlardan yandaki salonda ‘idare etmelerini’ bekleyen gecenin organizatörlerinin de medyaya iyi davrandığı söylenemez...
Hyatt Regency’nin büyük salonu tıklım tıklım doluydu... Herkes Kristal Elma’dan çok daha şıktı. ‘Sanatçı takılmaya’ çalışan bir iki zıpır, 2 milyar dolarlık pastanın söz konusu olduğu sistemin genel ciddiyeti içinde kaybolup gitmişti...
Buna rağmen reklam ajansları ödül almak için aynen Kristal Elma’da olduğu gibi, patronlarını, yöneticilerini değil de, işe yeni başlamış ‘heveskârlarını’ sahneye sürdüler. Oysa ilk Effie’de patronlar sahnedeydi. Aynı durumu Kristal Elma’da eleştirdiğimde, “Yahu tabii ki gençler çıkacak. Yaratıcı ekipte onlar var” diyenler bakalım bu kez hangi bahaneyi bulacaklar?.. Burada ödüllendirilen ‘iş bağlamındaki başarı’; yaratıcılık bağlamındaki değil. Ayrıca reklam verenle birlikte alınan bir ödül bu. Neredeydi ‘iş bağlamındaki’ ajans üst yönetimi?.. Sen kendini ‘önemsemez gibi yaparsan’, seni kim önemsesin?..
Bu arada Effie’yi düzenleyen Reklamverenler Derneği ile Reklamcılar Derneği’ni ve de özellikle Effie jürisini yürekten kutlarım. Yanılmıyorsam 99 katılımcı ve 21 kategori vardı. Sadece 4 kategoride 4 Altın Effie verilebildi. Geri kalan 17 dalda kriterleri tutan hiçbir reklam olmamış. Yani ya sektördeki reklamların büyük çoğunluğu yeterince etkili değildi; ya ajanslar yaptıkları işin etkisini reklam verene ölçerek kanıtlamak gereği görmüyordu; ya da reklam veren “Reklamlar için harcadığım para nereye gitti?” diye merak etmiyordu... Ben ödül alacak çalışma çıkmadı diye hiç üzülmedim. Tersine sevindim. Demek ki jüri işi ciddi tutmuştu. Önüne gelene hatır gönül işi ödül dağıtmamıştı. Ve başta reklam verenler olmak üzere, sektöre çok önemli mesajlar iletmişti... Tabii mesajları duyanlara...
Bu koşullarda dört altın ödüllü katılımcının başarısı gözümde daha da büyüdü: Pınar (Prebiyotik) – Alametifarika; Eti Çikolata (Erdal Özyağcılar’lı) - Güzel Sanatlar, Saatchi & Saatchi; Cafe Crown - Alametifarika; Akbank Axess (Özgü Namal, ilk film) – Rafineri...
Kocaman bir tebrik de Effie’yi destekleyen sponsorlara: AGB Nielsen, Akbank, Arçelik, Coca-Cola, Danone, Garanti, GFK, KMG, P&G, Sütaş, Turkcell, Unilever... Umarız gelecek sefere Effie’yi önce reklam veren, sonra ajanslar daha iyi kavrar...
Levi’s’la gençliğime gidiyorum
1900’lerin öncesi ABD’sinde bir ev. Kapı çalınır. Gelen, kızın sevgilisidir. Delikanlı önce kapıdan içeriye ayakkabısını fırlatır. Sonra bir sevişme sahnesidir başlar... Fakat bir türlü ‘vuslat vuku bulmaz’... Çünkü gençler soyundukça içlerinden bir sonraki yılların Levi’s modelleri çıkar. Yıllar geçtikçe alttan hep yeni modeller gelir ve her seferinde gençlerin tipi de değişir. Bu arada benim de anılarım 50’lerden bu yana film şeridi gibi gözümün önünde canlanır...
Finalde her iki genç de üstsüz kalırlar. Tabii ki bir şey görünmez... Ama olsun, duygusal ve hayli çarpıcı bir final...
Bacardi Mojito’dan bu yana izlediğim en etkili yabancı reklam filmi...
30-40 kilo verirsem ilk işim, bir tane ‘düştü düşecek’ Levi’s almak olacak... Haydi hayırlısı...
Eczacıbaşı’ndan stratejik iletişim dersi
Bir ‘kurumsal iletişim sorumlusu’ ne iş yapar; ya da bir kurumun iletişimini, liderleri vasıtasıyla doğru düzgün yönetmesi nasıl olur diye merak edenlere; Eczacıbaşı’nın son günlerdeki muhteşem atağını yakından izlemelerini tavsiye ederim.
Olay şu: Eczacıbaşı Holding, Eczacıbaşı İlaç Sanayi, Eczacıbaşı Sağlık Ürünleri ile Eczacıbaşı Özgün Kimya’daki ortaklık paylarının %75’ini, eş değer ilaç alanında Avrupa’nın önde gelen kuruluşlarından Zentiva’ya satıyor. Daha özeti, Zentiva, Eczacıbaşı İlaç’ın %75’ini satın alıyor... Çek Cumhuriyeti, Romanya ve Slovakya’da pazar lideri olan Zentiva’nın genel merkezi Prag’da. Hisselerinin %24.9’u bir başka ilaç devinin elinde: Sanofi Aventis.
İletişimi yönetmeselerdi haber nasıl yansırdı basına? Eczacıbaşı İlaç, Çekler’e (ya da Türkiye’de daha çok tanındığı için Sanofi Aventis’e) satıldı...
Oysa nasıl çıktı haber? Eczacıbaşı Zentiva’ya ortak oldu!
İşte iletişimi ve algılamayı yönetmek budur. Bir de bu haberin hemen arkasından çıkan Vitra bağlantılı yatırım haberleri (örneğin, Villeroy&Boch’u satın alma projesi vb)... Son bir haftada Eczacıbaşı’nın itibarına itibar eklenmiştir; hem de kriz yaratabilecek bir ortamda...
McDonald’s’a içim gidiyor
Oradan buradan ithal edilip Türk TV’lerine salınan reklam filmleri büyük risk taşır. Bizim filmlerin en kötüsü bile (bir iki özel fikir dışında, bkz. Levi’s) ithal filmlerin en iyisinden daha iyi iş yapar. İsterseniz ön yargı deyin.
Çevrenize bir bakın... Mesela McDonald’s’ın “Eğer biz bulsaydık, yapsaydık...” reklamına... Hani “Ateşi ilk biz bulsaydık önce mangal yakardık, aya ilk biz çıksaydık doyasıya kutlardık, ilk robotu biz yapsaydık adını Kanka koyardık” diye devam eden film...
Bu kadar sıcak, bu kadar heyecan verici bir McDonald’s reklamı gördünüz mü hiç?... O finaldeki hamburgeri görüp de ağzınızdan sular akmaması mümkün mü? Bizden bir hamburger algısı ancak böyle yaratılabilirdi...