Eğer ümit varda gelecek de vardır!
23 Kasım 2009 Akşam Gazetesi
Dişimi sıktım ve 2012’yi seyrettim... Birlikte izlediğimiz diğer iki kişiden biri filmin ortalarında bir yerde uyumaya başladı; diğeri de “Benden bu kadar, daha fazla tahammül edemem!” dedi ve çıktı gitti... Ben buna rağmen dayandım, pür dikkat ekrana odaklandım... Sadece, yazdıklarını son derece sübjektif duygularla okuduğum Ömür Gedik Hanım olumladı diye değil; hem filmin temaşa sanatına getirdiği ileri teknoloji ürünü katma değeri anlamak için, hem de dünyanın en önemli ve acil gündem maddesi haline gelen ‘canlılığın sürdürülebilirliği’ meselesinde Hollywood’un nasıl bir tavır aldığını görmek için... Serde biraz olsun ‘iletişim mühendisliğine’ meyletme durumu var ya...
Lafı eveleyip gevelemeden hemen baklayı ağzımdan çıkarayım: 2012 önemsenmesi gereken bir film... Sadece çok kişi tarafından izleneceğinden dolayı değil; çok önemli bir işlevi yerine getirme şansı olması nedeniyle de...
Nedir o işlev?.. “Bize bir şey olmaz... Dünyaya bir şey olmaz... İklimlerin değiştiği, buzların eridiği falan yok... Sular da yükselmiyor... Bu küresel ısınma zevzekliğinin gerçekliği yok!” türünden cahilce çıkışlarla en büyük insanlık suçu işleyenlerin tam tersine insanları biraz olsun durup düşünmeye, kendisine ve çevresine bazı kritik sorular sormaya zorlamasıyla bile mükemmel bir işlev yerine getiriyor.
Popüler kültür ‘kamu diplomasisinde’ en çok işe yarayan ‘enstrümanlardan’ biridir... Özetle, popüler kültür araçlarını kullanarak halkın algısını belirlemek ve/veya yönlendirmek, diye tanımlayabileceğimiz ‘kamu diplomasisi’, spontan kültürel üretimlerle açıklanamaz; mutlaka planlı projeli bir şekilde hazırlanmış derinlikli bir stratejinin çıktısı olarak hayata geçirilmesi gerekir. Aksi takdirde tekil olaylar olarak kalacaklar ve etkileri çok daha düşük olacaktır...
Örneğin bizdeki Nefes filmi gibi... Filmin, ‘demokratik açılım’ sürecine ve tartışmalarına getirdiği katma değer, hiçbir nutuk, hiçbir televizyon tartışması, hiçbir ‘otorite beyanı’ ile kıyaslanamayacak kadar büyük, güçlü ve etkilidir... Buna rağmen olay tekildir; Sezen Aksu’nun verdiği destek gibi... Planlı programlı, sürdürülebilir bir stratejinin parçası olarak ölçülüp biçilip hayata geçirilmemiştir...
Oysa 2012 farklı bir düzenlemenin -’projenin’- etkili bir unsuru gibi durmaktadır... Son 5-6 yıldır ABD pop kültürünün dünyaya sunduğu ürünlerin ortak karakter özelliğini taşımaktadır: “Feci bir dünyaya doğru gidiyoruz; ancak o ünlü söz hâlâ geçerliliğini korumaktadır: ‘When there is hope, there is future!’ (Eğer ümit varsa gelecek de vardır!).”
Klasik Hollywood’un bütün ‘reçelli’ (abartılı), ‘kusurlu söylem’ yüklü, mimarisi bozuk özelliklerini içermesine rağmen, 2012 müthiş bir işlevi yerine getirmektedir...
Özkök’ün konuşması keşke kitap olsa
Geçen perşembe akşamı Bersay İletişim Enstitüsü’nün (BİE) büyük konuşmacıları ve özel konukları ağırlamaya alışmış 100 kişilik küçücük ama son derece konforlu konferans salonu, medyanın en çok tartışılan simasına ev sahipliği yapıyordu: Ertuğrul Özkök...
Konuşmasının başlığı ‘Türkiye, Siyaset, Medya’ idi... Ben kendi adıma, Özkök’ün görüşlerini dile getirdiği bir konuşmadan çok daha fazla, bireysel dünyasının kapılarını araladığı, bir ölçüde içini döktüğü, kendisiyle hesaplaştığı müthiş bir otobiyografik senfoni dinlediğimi düşünüyorum...
Senfoni, çünkü yaşama sanatının çeşitli renklerinden seçilmiş hayli dramatik öğelerle bezenmiş, alt tonunda gelişmiş bir şiirsellik taşıyan bir ‘gösteriydi’ aslında... O nedenle AK Parti - Doğan Grubu ekseni hiç önemli değildi. Onu herkes şu veya bu şekilde biliyordu zaten. O kısım parantezin dışına alınmıştı...
Öte yandan, yaşamının en damıtılmış, imbikten geçmiş dönemini süren ‘insan Ertuğrul’u -genel yayın yönetmeni değil- izleme fırsatı verdiği için salondaki herkes konuşmacıya hayli yoğun bir empati ile yaklaştı.
‘BİE Buluşmaları 1’ olarak sunulmuş olan konuşma keşke kitap haline getirilebilse... O zamana kadar tavsiyem, Dücane Cündioğlu’nun Yeni Şafak’ta cumartesi günü konferansa gönderme yaparak yazmış olduğu ‘reddiyenin reddiyesi’ türü yazısını okumanız... O yazı da bir başka senfoni...
Dişimi sıktım ve 2012’yi seyrettim... Birlikte izlediğimiz diğer iki kişiden biri filmin ortalarında bir yerde uyumaya başladı; diğeri de “Benden bu kadar, daha fazla tahammül edemem!” dedi ve çıktı gitti... Ben buna rağmen dayandım, pür dikkat ekrana odaklandım... Sadece, yazdıklarını son derece sübjektif duygularla okuduğum Ömür Gedik Hanım olumladı diye değil; hem filmin temaşa sanatına getirdiği ileri teknoloji ürünü katma değeri anlamak için, hem de dünyanın en önemli ve acil gündem maddesi haline gelen ‘canlılığın sürdürülebilirliği’ meselesinde Hollywood’un nasıl bir tavır aldığını görmek için... Serde biraz olsun ‘iletişim mühendisliğine’ meyletme durumu var ya...
Lafı eveleyip gevelemeden hemen baklayı ağzımdan çıkarayım: 2012 önemsenmesi gereken bir film... Sadece çok kişi tarafından izleneceğinden dolayı değil; çok önemli bir işlevi yerine getirme şansı olması nedeniyle de...
Nedir o işlev?.. “Bize bir şey olmaz... Dünyaya bir şey olmaz... İklimlerin değiştiği, buzların eridiği falan yok... Sular da yükselmiyor... Bu küresel ısınma zevzekliğinin gerçekliği yok!” türünden cahilce çıkışlarla en büyük insanlık suçu işleyenlerin tam tersine insanları biraz olsun durup düşünmeye, kendisine ve çevresine bazı kritik sorular sormaya zorlamasıyla bile mükemmel bir işlev yerine getiriyor.
Popüler kültür ‘kamu diplomasisinde’ en çok işe yarayan ‘enstrümanlardan’ biridir... Özetle, popüler kültür araçlarını kullanarak halkın algısını belirlemek ve/veya yönlendirmek, diye tanımlayabileceğimiz ‘kamu diplomasisi’, spontan kültürel üretimlerle açıklanamaz; mutlaka planlı projeli bir şekilde hazırlanmış derinlikli bir stratejinin çıktısı olarak hayata geçirilmesi gerekir. Aksi takdirde tekil olaylar olarak kalacaklar ve etkileri çok daha düşük olacaktır...
Örneğin bizdeki Nefes filmi gibi... Filmin, ‘demokratik açılım’ sürecine ve tartışmalarına getirdiği katma değer, hiçbir nutuk, hiçbir televizyon tartışması, hiçbir ‘otorite beyanı’ ile kıyaslanamayacak kadar büyük, güçlü ve etkilidir... Buna rağmen olay tekildir; Sezen Aksu’nun verdiği destek gibi... Planlı programlı, sürdürülebilir bir stratejinin parçası olarak ölçülüp biçilip hayata geçirilmemiştir...
Oysa 2012 farklı bir düzenlemenin -’projenin’- etkili bir unsuru gibi durmaktadır... Son 5-6 yıldır ABD pop kültürünün dünyaya sunduğu ürünlerin ortak karakter özelliğini taşımaktadır: “Feci bir dünyaya doğru gidiyoruz; ancak o ünlü söz hâlâ geçerliliğini korumaktadır: ‘When there is hope, there is future!’ (Eğer ümit varsa gelecek de vardır!).”
Klasik Hollywood’un bütün ‘reçelli’ (abartılı), ‘kusurlu söylem’ yüklü, mimarisi bozuk özelliklerini içermesine rağmen, 2012 müthiş bir işlevi yerine getirmektedir...
Özkök’ün konuşması keşke kitap olsa
Geçen perşembe akşamı Bersay İletişim Enstitüsü’nün (BİE) büyük konuşmacıları ve özel konukları ağırlamaya alışmış 100 kişilik küçücük ama son derece konforlu konferans salonu, medyanın en çok tartışılan simasına ev sahipliği yapıyordu: Ertuğrul Özkök...
Konuşmasının başlığı ‘Türkiye, Siyaset, Medya’ idi... Ben kendi adıma, Özkök’ün görüşlerini dile getirdiği bir konuşmadan çok daha fazla, bireysel dünyasının kapılarını araladığı, bir ölçüde içini döktüğü, kendisiyle hesaplaştığı müthiş bir otobiyografik senfoni dinlediğimi düşünüyorum...
Senfoni, çünkü yaşama sanatının çeşitli renklerinden seçilmiş hayli dramatik öğelerle bezenmiş, alt tonunda gelişmiş bir şiirsellik taşıyan bir ‘gösteriydi’ aslında... O nedenle AK Parti - Doğan Grubu ekseni hiç önemli değildi. Onu herkes şu veya bu şekilde biliyordu zaten. O kısım parantezin dışına alınmıştı...
Öte yandan, yaşamının en damıtılmış, imbikten geçmiş dönemini süren ‘insan Ertuğrul’u -genel yayın yönetmeni değil- izleme fırsatı verdiği için salondaki herkes konuşmacıya hayli yoğun bir empati ile yaklaştı.
‘BİE Buluşmaları 1’ olarak sunulmuş olan konuşma keşke kitap haline getirilebilse... O zamana kadar tavsiyem, Dücane Cündioğlu’nun Yeni Şafak’ta cumartesi günü konferansa gönderme yaparak yazmış olduğu ‘reddiyenin reddiyesi’ türü yazısını okumanız... O yazı da bir başka senfoni...