Elmayı kendimiz pişirip kendimiz yememeliyiz
12 HAZİRAN 2005
Uzun yıllardan sonra ilk kez Cuma gecesi Kristal Elma ödül törenine katıldım. Ödüllerin kime verildiğini medyadan izleyebilirsiniz. Ben dikkatimi çeken noktalara değinmekle yetineceğim.
Artık ödül törenine katılan gencecik delikanlıların blue jean ve buruş buruş t-shirt’lerle sahneye çıkmaları beni rahatsız etmiyor. Ucuz kahramanlık yapıp, sahnedeki koroyu protesto etmelerine de sinirlenmedim. Her ne kadar yaptıkları işin sanatla ancak uzaktan ilgisi olsa da “Sanatçıdır ne yapsa yeridir” toleransı, yaratıcılığa prim verilen bir ortamda ortaya çıkmayacak da ne zaman çıkacak?.. Etkililiğe ödül veren Effie’nin bu yıl devreye girmesiyle elmanın itibarı kurtuldu. Yaratıcılıkla sınırlı kaldığı sürece mesele yok.
Sadece genç bayan reklamcıların kıyafetlerine özen göstermelerinin ve ciddiye aldıkları geceye birbirinden şık giysilerle katılmalarının nedenini tam olarak çözemedim. Bu bayanların herhalde çoğunluğu müşteri temsilcisiydi. İş dünyasıyla kurdukları yakın ilişki ve milyonlarca dolarlık bütçeleri yönetme sorumluluğu, onları daha özenli durmaya zorluyor olmalı…
Çözemediğim bir başka şey de, lastik ayakkabılı kot pantolonlu gençlerin egemen olduğu geceye, belki de biraz da bu yüzden iş aleminin ve ekonomi medyasının pek itibar etmemesiydi. Reklam sadece reklamcıların işi değil ki! İş dünyası ve medya neredeydi, diye sektörün kendisine sormasında yarar var. ‘Kendin pişir kendi ye’ havasını Kristal Elma hak etmiyor…
Bir de, 58 dal için 950 başvurunun bulunmasına rağmen jürinin 22 dalda Kristal Elma’ya layık bir iş bulamamış olmasını da, sektörel bir itiraf olarak mı algılamalıyız?...
Bazı soru işaretlerine rağmen, bizce Kristal Elma reklamcı diliyle ‘tamamdır’… Organize edenleri de, geceyi gerektiği dinamizmle sunan Okan Bayülgen’i de kutluyorum.
Demiri tavında dövmek gerek
Tam diyeceğim ki, “Helal olsun şu iletişim işini dört başı mamur, götürüyorlar; derslere ‘Başarı öyküsü olarak alabiliriz”’, gözüm ille de bir yerlere takılıveriyor...
Dimes Meyve Suları’nın zaferlerle dolu başarı öyküsü mesela. Vasfi Diren Bey’in Cumhuriyetin kuruluş yıllarında başlayan yatırımcı serüveni bugünlere kadar koşa koşa gelmiş. Diren şaraplarının da kurucusu olan Vasfi Bey’in 8 çocuğu olmuş. Hepsini yurt dışına eğitime göndermiş. Meyve suyu sanayinin çeşitli alanlarında uzmanlıklarını geliştirmişler. Şimdilerde 4 tanesi işin başında.
Yıllarca üretim ve satışa odaklı olan Dimes birkaç yıldır marka yönetimine ağırlık vermeye başlamış. İletişimin başında acar bir pazarlama müdürü var: Seren Tümöz. 2004 yılında verdikleri çok kritik bir kararı başarıyla iletişime tahvil etmişler. Dimes, insan sağlığına ne kadar zarar verdiği tam olarak bilinmeyen, E330 olarak dile getirilen ‘sitrik asidi’ ürünlerinden kaldırmış. Bunu da reklamlarında “içi dışı meyve dolu” mesajı ile vermişler. Türkiye’nin büyüme hızından daha yukarıda bir hızla büyüyen Dimes, 2004 yılını pazar lideri olarak kapamış.
Buraya kadar her şey iyi. Dimes’in reklam filmlerinin birkaç hafta üst üste en beğenilen reklam filmi seçilmesi de işin cabası. Şimdi sınav sorusu geliyor: Dimes entegre iletişimin gereği hangi PR çalışmalarına ağırlık vermiş. Bu konuda hiçbir bilgi yok. Oysa elinde müthiş bir fırsat var: Sağlıklı gıda ve beslenme meselesi... Buradan yola çıksa marka vaadinin çıpasını hedef kitlenin beynine kalıcı bir şekilde kazımaz mı? Hem de tam Türkiye’de bu mesele o kadar ‘sıcak’ iken...
Hukuki derinlik olmadan olmaz
Derinlik kazanmak her türden üretim ilişkisinde kritik başarı faktörüdür. 80’li yıllarda başlayıp günümüzde hızını azaltsa da süregelen ‘neşeli cahiliye devri yüzeyselliği’ her türlü melanetin odağıdır aslında.
Toplumsal dinamikleri doğru okumanın yolunun ‘hukuk kültürüne sahip olmaktan’ geçtiğini söylemeyen yoktur nerdeyse. Ama iş adres göstermeye gelince, sorun başlar. Oysa bu konuda müthiş fırsatla karşı karşıya olduğumuzun altını çizmekte yarar var. Hukuki Perspektifler Dergisi (HPD), sadece hukukçuların değil, başta iş dünyası, Türkiye konusunda derinlik kazanmak isteyen herkesin başvuru kaynağı olmaya aday. Medya deyimiyle ‘tuğla gibi’ yayınlanıyor olmasından korkmadan içine dalarsanız, kısa zamanda olan biteni sadece anlamakla kalmayacağınızdan, aynı zamanda anlamlandırma yeteneğinizi de geliştireceğinizden hiç şüphe etmeyin.
Savaş savaşıyor
Savaş Ay ilginç bir alana el attı. Yıllardır tartışılan Yalova’daki Aksa fabrikasının çevreye verdiği zararı günlerdir Sabah’ta işliyor. Cumartesi gecesi de konuyu A Takımı’na taşıdı. Aksa’nın Genel Müdürü Mustafa Yılmaz, Savaş Ay’ı davet edip ne olup bittiğini anlatmış. İş karışık. Onun için de Savaş’ın yaptığı iş çok önemli, bir o kadar da çarpıcı.
Bütün dünyada yaşamın sürdürülebilirliği ve çevre meselesi gündemin en önünde yer alır. Biz daha durumun tam farkında değiliz. Bütün ölçümlemeler, çevre konusunun ilgi odağımızın sonuncu sırlarında yer aldığını tespit ediyor. Yıllarca iletişimi yönetmeyi ne hikmetse son sıralara atmış olan Aksa, nihayet çok güçlü bir PR şirketi olan MPR ile çalışmaya başlamış. Umarız geç kalmamıştır. Çünkü iletişimi yumurta kapıya gelmeden yönetmeyi bilmek gerekir. Sonra değil.
İnternet tuzakla dolu
İnternet’in kesinlikle güvenilmez bir iletişim kanalı olduğunu bilirdik. Resmi siteler dışında gelen e-postalara arkasında çok güçlü bir referans olmadıkça kaynak olarak pek itibar etmeyiz. Geçen hafta çok güvendiğimiz bir kaynaktan gelen haber de ilgimizi çekmiş buraya koymuştuk: Ermenistan’ın başkenti Erivan’da Mayıs sonunda düzenlenen “Ermenistan Diasporosu” adlı konferansa HSBC bankası ve British Airways (BA) sponsor olmuşlar bunu da bir ilanla duyurmuşlardı.
Bize gönderilen o ilanın kendisiydi. Oysa BA’den Tuğçe Tekerek bir açıklama göndermiş. Bizim bu işle bir alakamız yok demiş. Biz de kendisinden özür diliyor ve internet ortamında gelen haberlere çok ‘sahih’ olsa bile daha da dikkat edeceğimizi belirtiyoruz.
Ufuk turu
- Abbate’nin cumartesi günü Sabah’ın arka sayfasını kaplayan reklamı algılama yönetiminin 11 temel kuralının 11’ine de uyuyordu. Aliye’nin oğlu Arda’yı oynayan Ayberk Koçar çok başarıyla kullanılmış. Kes duvarına yapıştır türünden reklamlardan…
- Viko’dan hiç haberimiz yoktu. Askerden gelip annesini uyandıran delikanlı da, anne de, reklam fikri de süper. Viko’nun sloganı: “Aydınlık elimizde!”… Belli ki hayatımıza iyi bir giriş yapacak.
- Mücevherat markası Favori’nin reklamı çok hoş. Hani boynuna taktığı kolyenin cazibesi ile giyinmeyi unutup misafirlerin arasına katılmak üzere merdivenlerden inen mahçup genç kızın oynadığı film. Aynı övgüyü reklamın mesajı için söylemek zor: “Kadın kadar değerli!” Hiçbir maddi varlık kadınlarımız kadar değerli olabilir mi, Allah aşkına?...
- İlk defa Avea’dan satış yönelimli değil de duygusal ve daha çok itibar yönelimli bir reklam görüyorum. Nereye oturtacağımı tam bilemediğim Tarkan’lı reklamlardan sonra çok iyi geldi. Yatılı okulda öğrencileriyle ilgilenen şefkatli nöbetçi öğretmenle, evinde çocuklarını uyutan eşinin diyaloğu müthiş. Avea yakaladığı bu ince ‘damarı’ sürdürmeli.
- YKM’nin veliaht prenslerinden Emir Kunt’un ilginç uğraşları vardır. Bir kere çok iyi bir seyahat yazarıdır. Bir de tavlaya meraklıdır. Öyle kahve tavlasına değil. Adam gibi uluslararası Backgammon’a sarmıştır. Kunt bakmış Türkiye’de dünya standardında tavla pek yok, oturup kendisi bir backgammon seti imal ettirmiş. Ben gördüm. Tek kelimeyle mükemmel. Beymen mağazalarında satışa çıkarılacak tavlanın fiyatı 1.200 YTL olacakmış.
Altını doldururlarsa işlem tamam
Hem güzel hem de etkili reklam bulmak zor iş. Garanti Bankası bunu yine başarmış. 10 yıl vadeli, %1.49 faizle kredi verildiği ve insanın düşlediği bir eve ulaşabileceği gibi pek çoğunun kuru bir ifade ile dile getirebileceği bir vaat bundan daha net ve daha sevimli bir üslupla nasıl verilebilirdi acaba?
Bir küçük tehlike var tabii. Bu vaadi dikkate alıp Garanti Bankası şubelerine koşan herkesin bu krediye sahip olamayacağını, bunun için belli koşulların yerine getirilmesi gerektiğini öğrendiklerinde ne tür bir düş kırıklığına uğrayabileceğini ve bunun markaya ne denli zarar verebileceğini düşünmek dahi istemiyorum. Bu nedenle Garanti reklam filminde ortaya koyduğu son derece etkili vaadin yazılı basın reklamlarında mutlaka altının açılması gerekiyor.
Bankanın “Her şey daha güzel olacak” şeklindeki sloganı bir çocuk saflığında söylenmiş bir ‘iyi dilek’ mesajı olarak havada dolaşırken bu filmde ete kemiğe bürünmüş. “Bir markanın reklamını en iyi müşterisi yapar!” konsepti hem casting ile (oyuncular) hem de yapım ekibinin titiz ve yalın çalışmasıyla Algılama Yönetimi hedefini 12’den vurduruyor.
Ama dediğimiz gibi, altı rasyonel bilgiyle doldurulmazsa bir çuval incir berbat olur...
Artık ödül törenine katılan gencecik delikanlıların blue jean ve buruş buruş t-shirt’lerle sahneye çıkmaları beni rahatsız etmiyor. Ucuz kahramanlık yapıp, sahnedeki koroyu protesto etmelerine de sinirlenmedim. Her ne kadar yaptıkları işin sanatla ancak uzaktan ilgisi olsa da “Sanatçıdır ne yapsa yeridir” toleransı, yaratıcılığa prim verilen bir ortamda ortaya çıkmayacak da ne zaman çıkacak?.. Etkililiğe ödül veren Effie’nin bu yıl devreye girmesiyle elmanın itibarı kurtuldu. Yaratıcılıkla sınırlı kaldığı sürece mesele yok.
Sadece genç bayan reklamcıların kıyafetlerine özen göstermelerinin ve ciddiye aldıkları geceye birbirinden şık giysilerle katılmalarının nedenini tam olarak çözemedim. Bu bayanların herhalde çoğunluğu müşteri temsilcisiydi. İş dünyasıyla kurdukları yakın ilişki ve milyonlarca dolarlık bütçeleri yönetme sorumluluğu, onları daha özenli durmaya zorluyor olmalı…
Çözemediğim bir başka şey de, lastik ayakkabılı kot pantolonlu gençlerin egemen olduğu geceye, belki de biraz da bu yüzden iş aleminin ve ekonomi medyasının pek itibar etmemesiydi. Reklam sadece reklamcıların işi değil ki! İş dünyası ve medya neredeydi, diye sektörün kendisine sormasında yarar var. ‘Kendin pişir kendi ye’ havasını Kristal Elma hak etmiyor…
Bir de, 58 dal için 950 başvurunun bulunmasına rağmen jürinin 22 dalda Kristal Elma’ya layık bir iş bulamamış olmasını da, sektörel bir itiraf olarak mı algılamalıyız?...
Bazı soru işaretlerine rağmen, bizce Kristal Elma reklamcı diliyle ‘tamamdır’… Organize edenleri de, geceyi gerektiği dinamizmle sunan Okan Bayülgen’i de kutluyorum.
Demiri tavında dövmek gerek
Tam diyeceğim ki, “Helal olsun şu iletişim işini dört başı mamur, götürüyorlar; derslere ‘Başarı öyküsü olarak alabiliriz”’, gözüm ille de bir yerlere takılıveriyor...
Dimes Meyve Suları’nın zaferlerle dolu başarı öyküsü mesela. Vasfi Diren Bey’in Cumhuriyetin kuruluş yıllarında başlayan yatırımcı serüveni bugünlere kadar koşa koşa gelmiş. Diren şaraplarının da kurucusu olan Vasfi Bey’in 8 çocuğu olmuş. Hepsini yurt dışına eğitime göndermiş. Meyve suyu sanayinin çeşitli alanlarında uzmanlıklarını geliştirmişler. Şimdilerde 4 tanesi işin başında.
Yıllarca üretim ve satışa odaklı olan Dimes birkaç yıldır marka yönetimine ağırlık vermeye başlamış. İletişimin başında acar bir pazarlama müdürü var: Seren Tümöz. 2004 yılında verdikleri çok kritik bir kararı başarıyla iletişime tahvil etmişler. Dimes, insan sağlığına ne kadar zarar verdiği tam olarak bilinmeyen, E330 olarak dile getirilen ‘sitrik asidi’ ürünlerinden kaldırmış. Bunu da reklamlarında “içi dışı meyve dolu” mesajı ile vermişler. Türkiye’nin büyüme hızından daha yukarıda bir hızla büyüyen Dimes, 2004 yılını pazar lideri olarak kapamış.
Buraya kadar her şey iyi. Dimes’in reklam filmlerinin birkaç hafta üst üste en beğenilen reklam filmi seçilmesi de işin cabası. Şimdi sınav sorusu geliyor: Dimes entegre iletişimin gereği hangi PR çalışmalarına ağırlık vermiş. Bu konuda hiçbir bilgi yok. Oysa elinde müthiş bir fırsat var: Sağlıklı gıda ve beslenme meselesi... Buradan yola çıksa marka vaadinin çıpasını hedef kitlenin beynine kalıcı bir şekilde kazımaz mı? Hem de tam Türkiye’de bu mesele o kadar ‘sıcak’ iken...
Hukuki derinlik olmadan olmaz
Derinlik kazanmak her türden üretim ilişkisinde kritik başarı faktörüdür. 80’li yıllarda başlayıp günümüzde hızını azaltsa da süregelen ‘neşeli cahiliye devri yüzeyselliği’ her türlü melanetin odağıdır aslında.
Toplumsal dinamikleri doğru okumanın yolunun ‘hukuk kültürüne sahip olmaktan’ geçtiğini söylemeyen yoktur nerdeyse. Ama iş adres göstermeye gelince, sorun başlar. Oysa bu konuda müthiş fırsatla karşı karşıya olduğumuzun altını çizmekte yarar var. Hukuki Perspektifler Dergisi (HPD), sadece hukukçuların değil, başta iş dünyası, Türkiye konusunda derinlik kazanmak isteyen herkesin başvuru kaynağı olmaya aday. Medya deyimiyle ‘tuğla gibi’ yayınlanıyor olmasından korkmadan içine dalarsanız, kısa zamanda olan biteni sadece anlamakla kalmayacağınızdan, aynı zamanda anlamlandırma yeteneğinizi de geliştireceğinizden hiç şüphe etmeyin.
Savaş savaşıyor
Savaş Ay ilginç bir alana el attı. Yıllardır tartışılan Yalova’daki Aksa fabrikasının çevreye verdiği zararı günlerdir Sabah’ta işliyor. Cumartesi gecesi de konuyu A Takımı’na taşıdı. Aksa’nın Genel Müdürü Mustafa Yılmaz, Savaş Ay’ı davet edip ne olup bittiğini anlatmış. İş karışık. Onun için de Savaş’ın yaptığı iş çok önemli, bir o kadar da çarpıcı.
Bütün dünyada yaşamın sürdürülebilirliği ve çevre meselesi gündemin en önünde yer alır. Biz daha durumun tam farkında değiliz. Bütün ölçümlemeler, çevre konusunun ilgi odağımızın sonuncu sırlarında yer aldığını tespit ediyor. Yıllarca iletişimi yönetmeyi ne hikmetse son sıralara atmış olan Aksa, nihayet çok güçlü bir PR şirketi olan MPR ile çalışmaya başlamış. Umarız geç kalmamıştır. Çünkü iletişimi yumurta kapıya gelmeden yönetmeyi bilmek gerekir. Sonra değil.
İnternet tuzakla dolu
İnternet’in kesinlikle güvenilmez bir iletişim kanalı olduğunu bilirdik. Resmi siteler dışında gelen e-postalara arkasında çok güçlü bir referans olmadıkça kaynak olarak pek itibar etmeyiz. Geçen hafta çok güvendiğimiz bir kaynaktan gelen haber de ilgimizi çekmiş buraya koymuştuk: Ermenistan’ın başkenti Erivan’da Mayıs sonunda düzenlenen “Ermenistan Diasporosu” adlı konferansa HSBC bankası ve British Airways (BA) sponsor olmuşlar bunu da bir ilanla duyurmuşlardı.
Bize gönderilen o ilanın kendisiydi. Oysa BA’den Tuğçe Tekerek bir açıklama göndermiş. Bizim bu işle bir alakamız yok demiş. Biz de kendisinden özür diliyor ve internet ortamında gelen haberlere çok ‘sahih’ olsa bile daha da dikkat edeceğimizi belirtiyoruz.
Ufuk turu
- Abbate’nin cumartesi günü Sabah’ın arka sayfasını kaplayan reklamı algılama yönetiminin 11 temel kuralının 11’ine de uyuyordu. Aliye’nin oğlu Arda’yı oynayan Ayberk Koçar çok başarıyla kullanılmış. Kes duvarına yapıştır türünden reklamlardan…
- Viko’dan hiç haberimiz yoktu. Askerden gelip annesini uyandıran delikanlı da, anne de, reklam fikri de süper. Viko’nun sloganı: “Aydınlık elimizde!”… Belli ki hayatımıza iyi bir giriş yapacak.
- Mücevherat markası Favori’nin reklamı çok hoş. Hani boynuna taktığı kolyenin cazibesi ile giyinmeyi unutup misafirlerin arasına katılmak üzere merdivenlerden inen mahçup genç kızın oynadığı film. Aynı övgüyü reklamın mesajı için söylemek zor: “Kadın kadar değerli!” Hiçbir maddi varlık kadınlarımız kadar değerli olabilir mi, Allah aşkına?...
- İlk defa Avea’dan satış yönelimli değil de duygusal ve daha çok itibar yönelimli bir reklam görüyorum. Nereye oturtacağımı tam bilemediğim Tarkan’lı reklamlardan sonra çok iyi geldi. Yatılı okulda öğrencileriyle ilgilenen şefkatli nöbetçi öğretmenle, evinde çocuklarını uyutan eşinin diyaloğu müthiş. Avea yakaladığı bu ince ‘damarı’ sürdürmeli.
- YKM’nin veliaht prenslerinden Emir Kunt’un ilginç uğraşları vardır. Bir kere çok iyi bir seyahat yazarıdır. Bir de tavlaya meraklıdır. Öyle kahve tavlasına değil. Adam gibi uluslararası Backgammon’a sarmıştır. Kunt bakmış Türkiye’de dünya standardında tavla pek yok, oturup kendisi bir backgammon seti imal ettirmiş. Ben gördüm. Tek kelimeyle mükemmel. Beymen mağazalarında satışa çıkarılacak tavlanın fiyatı 1.200 YTL olacakmış.
Altını doldururlarsa işlem tamam
Hem güzel hem de etkili reklam bulmak zor iş. Garanti Bankası bunu yine başarmış. 10 yıl vadeli, %1.49 faizle kredi verildiği ve insanın düşlediği bir eve ulaşabileceği gibi pek çoğunun kuru bir ifade ile dile getirebileceği bir vaat bundan daha net ve daha sevimli bir üslupla nasıl verilebilirdi acaba?
Bir küçük tehlike var tabii. Bu vaadi dikkate alıp Garanti Bankası şubelerine koşan herkesin bu krediye sahip olamayacağını, bunun için belli koşulların yerine getirilmesi gerektiğini öğrendiklerinde ne tür bir düş kırıklığına uğrayabileceğini ve bunun markaya ne denli zarar verebileceğini düşünmek dahi istemiyorum. Bu nedenle Garanti reklam filminde ortaya koyduğu son derece etkili vaadin yazılı basın reklamlarında mutlaka altının açılması gerekiyor.
Bankanın “Her şey daha güzel olacak” şeklindeki sloganı bir çocuk saflığında söylenmiş bir ‘iyi dilek’ mesajı olarak havada dolaşırken bu filmde ete kemiğe bürünmüş. “Bir markanın reklamını en iyi müşterisi yapar!” konsepti hem casting ile (oyuncular) hem de yapım ekibinin titiz ve yalın çalışmasıyla Algılama Yönetimi hedefini 12’den vurduruyor.
Ama dediğimiz gibi, altı rasyonel bilgiyle doldurulmazsa bir çuval incir berbat olur...