Emir Kusturica değil Başkan sorumlu…
11 EKİM 2010
Sokaktaki adamla Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı arasındaki fark nedir?
Sokaktaki adam Antalya Altın Portakal Film Festivali jürisine Sırp Yönetmen Emir Kusturica’yı çağırmanın risklerini analiz edemeyebilir; ancak belediye başkanı böyle bir durumda başına geleceklerle ilgili mutlaka uyarılmış olmalıdır…
Bu durumda ortaya üç şık çıkıyor:
Bir: Belediye Başkanı Mustafa Akaydın’ın çevresinde kendisini uyaracak ‘çok boyutlu, derinlikli dünya görüşüne sahip’ danışmanları yoktur.
İki: Başkanın bu nitelikte danışmanları vardır ve Başkanı uyarmışlardır… Başkan oralı olmamıştır.
Üç: Başkanın danışmanları onu yanlış yönlendirmişlerdir. Örneğin şöyle demiş olabilirler mi: “Şahane olur Başkanım, herkes biz konuşur… Reklamın iyisi kötüsü olmaz efendim… Meseleyi sanat boyutundan alıp siyaset boyutuna çıkarırsak sizi tartışmaların ortasına oturtmuş oluruz Sayın Başkanım; bu da bize sizi ileride milletvekilliği, bakanlık ve -neden olmasın- Başbakanlık koltuğuna oturtmamız için ‘publicity’ (medyada görünürlük) desteği sağlar…”
***
Tahmin edilebileceği gibi bu üç şıkkın üçünün de ayrı ayrı iş, ilişki ve iletişim yönetimi açısından -sonuçlar itibariyle- fiyaskoya neden olma kabiliyetleri vardır…
Film Yönetmeni Emir Kusturica’nin ne sanatını burada tartışmak benim haddimdir, ne de fikirlerini… Onun hem filmleri, hem de fikirleri ortadadır. Dünya çapında ses getirmiş ve sinema tarihindeki yerini almış üç filmi, “Çingeneler Zamanı”, “Underground”, “Arizona Dream” onu gelecek kuşaklara taşımaya yeter de artar bile…
Demek ki, Emir Bey’in nemenem bir sanatçı olduğunu biliyorlardı. Çünkü Kusturica, ilk kez bu fikirlerini dile getirmiyordu…
O zaman onun Antalya Belediyesi’nin siyasi aracı olmak istemeyerek Jüri üyeliğinden istifa edip, "Bu barbarca bir skandal ve çok büyük bir ilkellik. Bu ülkenin Kültür Bakanı'nı bir düşman olarak gördüğümü belirtmek istiyorum. Çünkü o bunu hak ediyor" şeklindeki hayli küstah, zehir zıkkım açıklamasının sorumluluğu da ondan çok Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Akaydın’a aittir…
***
Bu kadar önemli midir, Emir Bey’in açıklamaları?..
Bu kadar ve hatta daha da fazlası bir önem taşımaktadır…
Kent – Ülke markası ile o ülkenin dünya üzerindeki itibarı oradan da o ülkeden çıkan ve çıkacak markaların arasındaki duygusal, ekonomik ve doğrudan satın almaya yönelik etkileşimi bizim okurlar çok iyi bilir… Burada onlarca kere yazmışızdır… Bu sadece Antalya Belediye Başkanı’nın işi olarak algılanmaz… Tüm kente mal edilir, oradan da bütün ülkeye…
İlişkilerin demokratik olarak konumlandırıldığı ve yönetildiği ortamlarda, dileyen Emir Kusturica gibi ‘sivri’ şahsiyetleri davet edebilir; o da gelir, öncesinde sırasında ve sonrasında ne derse der…Fikri neyse söyler... Birileri de dilerlerse onu protesto ederler. Hatta Bakan da, “Törene gelmeyeceğim!” diye açıklama yapabilir…
Belediye Başkanı’na düşen görev ve sorumluluk ise, olayı demokratik tartışma ortamında tutmak, Kusturica’nın çıldırmasını ve bu agresif açıklamaları yapmasını engellemek, festivalin huzur içinde sonuçlanmasını sağlamaktır. Sahneye çıkıp, kürsünün üzerine yatar gibi uzanıp yangına benzin döken konuşmalar yapmak değil…
Sokaktaki adam Antalya Altın Portakal Film Festivali jürisine Sırp Yönetmen Emir Kusturica’yı çağırmanın risklerini analiz edemeyebilir; ancak belediye başkanı böyle bir durumda başına geleceklerle ilgili mutlaka uyarılmış olmalıdır…
Bu durumda ortaya üç şık çıkıyor:
Bir: Belediye Başkanı Mustafa Akaydın’ın çevresinde kendisini uyaracak ‘çok boyutlu, derinlikli dünya görüşüne sahip’ danışmanları yoktur.
İki: Başkanın bu nitelikte danışmanları vardır ve Başkanı uyarmışlardır… Başkan oralı olmamıştır.
Üç: Başkanın danışmanları onu yanlış yönlendirmişlerdir. Örneğin şöyle demiş olabilirler mi: “Şahane olur Başkanım, herkes biz konuşur… Reklamın iyisi kötüsü olmaz efendim… Meseleyi sanat boyutundan alıp siyaset boyutuna çıkarırsak sizi tartışmaların ortasına oturtmuş oluruz Sayın Başkanım; bu da bize sizi ileride milletvekilliği, bakanlık ve -neden olmasın- Başbakanlık koltuğuna oturtmamız için ‘publicity’ (medyada görünürlük) desteği sağlar…”
***
Tahmin edilebileceği gibi bu üç şıkkın üçünün de ayrı ayrı iş, ilişki ve iletişim yönetimi açısından -sonuçlar itibariyle- fiyaskoya neden olma kabiliyetleri vardır…
Film Yönetmeni Emir Kusturica’nin ne sanatını burada tartışmak benim haddimdir, ne de fikirlerini… Onun hem filmleri, hem de fikirleri ortadadır. Dünya çapında ses getirmiş ve sinema tarihindeki yerini almış üç filmi, “Çingeneler Zamanı”, “Underground”, “Arizona Dream” onu gelecek kuşaklara taşımaya yeter de artar bile…
Demek ki, Emir Bey’in nemenem bir sanatçı olduğunu biliyorlardı. Çünkü Kusturica, ilk kez bu fikirlerini dile getirmiyordu…
O zaman onun Antalya Belediyesi’nin siyasi aracı olmak istemeyerek Jüri üyeliğinden istifa edip, "Bu barbarca bir skandal ve çok büyük bir ilkellik. Bu ülkenin Kültür Bakanı'nı bir düşman olarak gördüğümü belirtmek istiyorum. Çünkü o bunu hak ediyor" şeklindeki hayli küstah, zehir zıkkım açıklamasının sorumluluğu da ondan çok Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Akaydın’a aittir…
***
Bu kadar önemli midir, Emir Bey’in açıklamaları?..
Bu kadar ve hatta daha da fazlası bir önem taşımaktadır…
Kent – Ülke markası ile o ülkenin dünya üzerindeki itibarı oradan da o ülkeden çıkan ve çıkacak markaların arasındaki duygusal, ekonomik ve doğrudan satın almaya yönelik etkileşimi bizim okurlar çok iyi bilir… Burada onlarca kere yazmışızdır… Bu sadece Antalya Belediye Başkanı’nın işi olarak algılanmaz… Tüm kente mal edilir, oradan da bütün ülkeye…
İlişkilerin demokratik olarak konumlandırıldığı ve yönetildiği ortamlarda, dileyen Emir Kusturica gibi ‘sivri’ şahsiyetleri davet edebilir; o da gelir, öncesinde sırasında ve sonrasında ne derse der…Fikri neyse söyler... Birileri de dilerlerse onu protesto ederler. Hatta Bakan da, “Törene gelmeyeceğim!” diye açıklama yapabilir…
Belediye Başkanı’na düşen görev ve sorumluluk ise, olayı demokratik tartışma ortamında tutmak, Kusturica’nın çıldırmasını ve bu agresif açıklamaları yapmasını engellemek, festivalin huzur içinde sonuçlanmasını sağlamaktır. Sahneye çıkıp, kürsünün üzerine yatar gibi uzanıp yangına benzin döken konuşmalar yapmak değil…