En iyi perhiz, insan perhizidir
01 Ocak 2010 Akşam Gazetesi
Tam yazıya gireceğim, telefon çaldı... Fatih Terim... Ailesiyle birlikte ailemizin yeni yılını kutluyor... Öyle e-mail, SMS, MMS, kopyala yapıştır numarası değil... Zaman ayrılmış, emek verilmiş, özenle seçilmiş içten gelen sözcüklerle bezenmiş bir yeni yıl kutlaması... Fatih Terim sadece yılbaşlarında değil, bayramlarda da böyle yapar... Bireysel ilişki yönetiminde hiyerarşiyi ve davranış biçimlerini kariyere, parasal güce, feodal statüye değil; geleneklerimizin işaret ettiği doğrultuda yaşa, saygıya, ortak ruhi şekillenmemizin gerektirdiği toplumsal göreneklere göre belirler.
Bu konuda çok şey öğrenmişimdir ondan. Geleneklerde Doğu ile Batı'yı bir potada eritmeyi mesela... Yakın çevremdekilerle zaten sayısal ve sanal iletişim hiç çalışmaz... Ancak onun gibi arayanların sayısı da giderek artıyor. Ya yaşlanıyoruz saygı gösterenlerimizin sayısı çoğalıyor ondan; ya da benim e-kutlamalara sinir olduğumu, 'fabrika çıkışı', anti sosyal, beşeriyet yoksunu yaklaşımları doğrudan çöpe gönderdiğimi artık öğrendiler...
Fatih'e 'Senin türünden bu dünyada kaldı mı?' demişim...
Nerede o kibir? Hani, o hormonlu ego? Fatih adamına göre davranır... Onun için de sinir olurlar zaten. Herkese standart davranış sergilemez. Ruhundaki 'turnusol kağıdı' devreye girer, adam yerine koymadığına da bunu hissettirir hani. Karşısındaki alacağını alır; al sana bir tane daha Fatih Terim düşmanı daha... Aslında 'insan perhizidir' yaptığı... Abur cuburdan uzak durup, sağlığı bozmamaca...
Benim de sosyal frenlerimi boşaltma şansım arttıkça şu 'insan perhizinin' dozunu artırmam gerekiyor... Tam olarak becerdiğimi söyleyemem... Homo homini lupus'un (insan insanın kurdudur) en iyi yaşandığı alan hizmet sektörüdür... Buna karşı en iyi tedavi yöntemi ise insan perhizidir...
Bu yıl aramayanlar arasında dikkatimi çeken tek kişi Cem Yılmaz'dı... 'O stardır, aramasa da olur' türünden ilişkimiz olmadıydı hiç. Tanıştığımız yıllarda ne o Cem Yılmaz'dı ne de ben Ali Saydam... Öyle yürüdük geldik... Kısmet bugünlere imiş herhalde... O minicik şekil hatasından, galasına da gidemedik. Yazık oldu... Onu anlıyorum. Dünyaya düşmüş... Ne adam gibi zamanını yönetebiliyor, ne de dostlarına karşı 'şekil hataları'nı engelleyecek iç 'sigortaları'nı zamanında devreye sokabiliyor... Haklıdır. Onca işin içinde... Allah yolunu açık etsin sevgili kardeşimin. Her türlü övgüyü hak ediyor ayrıca.
Size, kendinizi abur cubur ilişkilerden, sosyal mecburiyetlerden mümkün olduğu kadar arındırabileceğiniz, perhizi elden bırakmamayı başaracağınız, güzel bir yıl diliyorum...
İki 'güzel' kitap!..
Şİmdİ yazacağım kitapları mutlaka almalısınız. İki nedenden ötürü... Bir: Yabancılarla iş yapıyorsanız veya yurtdışından gelen sevdiklerinize, dostlarınıza hatıra olarak ne alayım, diye zaman zaman kafa çatlatmanız gerekiyorsa. İki: Türkiye'ye ve İstanbul'a dair kayıtlarınızı gözden geçirmek ve arşivinizde sık sık bakmak isteyeceğiniz bir kaynağa sahip olmak istiyorsanız...
İlk kitap sevgili dostum Nebil Özgentürk'ün 1923'ten günümüze iz bırakmış olaylardan derlediği Türkiye'nin Hatıra Defteri. Daha tanıtım toplantısındayken tüylerim diken diken olmuştu. Televizyonda belgeselini izlerken içimden keşke kitabı da olsa diye geçirmiş hatta da yazıp tavsiye ettim. Özgentürk, bir fazlasını yapmış. Hem kitabını hem de kitabının arkasına bölümlerin DVD'lerini koyarak eşsiz bir kaynak yaratmış. Bu emek ve becerisi için Nebil, övgüyü, saygıyı; Denizbank ise bu benzeri kültür ve sanat projelerine desteği için teşekkürü sonuna kadar hak ediyor.
İkinci kitap Yapı Kredi Yayınları'ndan çıkan iki ciltlik Karaların ve Denizlerin Sultanı İstanbul. İçinde yaşamama rağmen kendimi İstanbul'un kokusuna ve dokusuna bu kadar yakın hissetmemiştim uzun zamandır. Fotoğrafları, şimdinin İstanbul'unu yansıttığı kadar yaşanmışlıkların ve anıların da canlanmasını sağlıyor. Sadece kendinizi iyi hissetmek için bile sayfalarına mutlaka bakmalısınız.
Tam yazıya gireceğim, telefon çaldı... Fatih Terim... Ailesiyle birlikte ailemizin yeni yılını kutluyor... Öyle e-mail, SMS, MMS, kopyala yapıştır numarası değil... Zaman ayrılmış, emek verilmiş, özenle seçilmiş içten gelen sözcüklerle bezenmiş bir yeni yıl kutlaması... Fatih Terim sadece yılbaşlarında değil, bayramlarda da böyle yapar... Bireysel ilişki yönetiminde hiyerarşiyi ve davranış biçimlerini kariyere, parasal güce, feodal statüye değil; geleneklerimizin işaret ettiği doğrultuda yaşa, saygıya, ortak ruhi şekillenmemizin gerektirdiği toplumsal göreneklere göre belirler.
Bu konuda çok şey öğrenmişimdir ondan. Geleneklerde Doğu ile Batı'yı bir potada eritmeyi mesela... Yakın çevremdekilerle zaten sayısal ve sanal iletişim hiç çalışmaz... Ancak onun gibi arayanların sayısı da giderek artıyor. Ya yaşlanıyoruz saygı gösterenlerimizin sayısı çoğalıyor ondan; ya da benim e-kutlamalara sinir olduğumu, 'fabrika çıkışı', anti sosyal, beşeriyet yoksunu yaklaşımları doğrudan çöpe gönderdiğimi artık öğrendiler...
Fatih'e 'Senin türünden bu dünyada kaldı mı?' demişim...
Nerede o kibir? Hani, o hormonlu ego? Fatih adamına göre davranır... Onun için de sinir olurlar zaten. Herkese standart davranış sergilemez. Ruhundaki 'turnusol kağıdı' devreye girer, adam yerine koymadığına da bunu hissettirir hani. Karşısındaki alacağını alır; al sana bir tane daha Fatih Terim düşmanı daha... Aslında 'insan perhizidir' yaptığı... Abur cuburdan uzak durup, sağlığı bozmamaca...
Benim de sosyal frenlerimi boşaltma şansım arttıkça şu 'insan perhizinin' dozunu artırmam gerekiyor... Tam olarak becerdiğimi söyleyemem... Homo homini lupus'un (insan insanın kurdudur) en iyi yaşandığı alan hizmet sektörüdür... Buna karşı en iyi tedavi yöntemi ise insan perhizidir...
Bu yıl aramayanlar arasında dikkatimi çeken tek kişi Cem Yılmaz'dı... 'O stardır, aramasa da olur' türünden ilişkimiz olmadıydı hiç. Tanıştığımız yıllarda ne o Cem Yılmaz'dı ne de ben Ali Saydam... Öyle yürüdük geldik... Kısmet bugünlere imiş herhalde... O minicik şekil hatasından, galasına da gidemedik. Yazık oldu... Onu anlıyorum. Dünyaya düşmüş... Ne adam gibi zamanını yönetebiliyor, ne de dostlarına karşı 'şekil hataları'nı engelleyecek iç 'sigortaları'nı zamanında devreye sokabiliyor... Haklıdır. Onca işin içinde... Allah yolunu açık etsin sevgili kardeşimin. Her türlü övgüyü hak ediyor ayrıca.
Size, kendinizi abur cubur ilişkilerden, sosyal mecburiyetlerden mümkün olduğu kadar arındırabileceğiniz, perhizi elden bırakmamayı başaracağınız, güzel bir yıl diliyorum...
İki 'güzel' kitap!..
Şİmdİ yazacağım kitapları mutlaka almalısınız. İki nedenden ötürü... Bir: Yabancılarla iş yapıyorsanız veya yurtdışından gelen sevdiklerinize, dostlarınıza hatıra olarak ne alayım, diye zaman zaman kafa çatlatmanız gerekiyorsa. İki: Türkiye'ye ve İstanbul'a dair kayıtlarınızı gözden geçirmek ve arşivinizde sık sık bakmak isteyeceğiniz bir kaynağa sahip olmak istiyorsanız...
İlk kitap sevgili dostum Nebil Özgentürk'ün 1923'ten günümüze iz bırakmış olaylardan derlediği Türkiye'nin Hatıra Defteri. Daha tanıtım toplantısındayken tüylerim diken diken olmuştu. Televizyonda belgeselini izlerken içimden keşke kitabı da olsa diye geçirmiş hatta da yazıp tavsiye ettim. Özgentürk, bir fazlasını yapmış. Hem kitabını hem de kitabının arkasına bölümlerin DVD'lerini koyarak eşsiz bir kaynak yaratmış. Bu emek ve becerisi için Nebil, övgüyü, saygıyı; Denizbank ise bu benzeri kültür ve sanat projelerine desteği için teşekkürü sonuna kadar hak ediyor.
İkinci kitap Yapı Kredi Yayınları'ndan çıkan iki ciltlik Karaların ve Denizlerin Sultanı İstanbul. İçinde yaşamama rağmen kendimi İstanbul'un kokusuna ve dokusuna bu kadar yakın hissetmemiştim uzun zamandır. Fotoğrafları, şimdinin İstanbul'unu yansıttığı kadar yaşanmışlıkların ve anıların da canlanmasını sağlıyor. Sadece kendinizi iyi hissetmek için bile sayfalarına mutlaka bakmalısınız.