Erkeklere parmak arası terliği yasaklasak mı?
01 EYLÜL 2007
Nazım Hikmet’in dediği gibi, ben de “Yaşlandıkça babama benziyorum.” Atatürk’ün Türkiye’yi geleceğe taşıyacak kuşakları inşa etmeleri için yurt dışına eğitime gönderdiği devrimci ‘idealler kuşağının’ üyelerinden Nihat Saydam, yaş ilerleyince hayli tutucu bir dünya görüşüne sığınmıştı... İflah olmaz bir CHP’li ve liberalizmi anlamakta zorluk çeken bir Cumhuriyetçiydi.
Vefatinden dört yıl öncesine kadar pek çok konuda gerekli gereksiz tartışıp durmuş, rahmetliyi yok yere sinirlendirmiştim. Sonra onu anlaması gerekenin ben olduğumu fark ettim. Allah’tan geç kalmamışım. Vefat ettiği 1984’e kadar son dört yıl dost olduk. Esas ondan sonra onu, tecrübelerini, koskoca bir Cumhuriyetin inşa günlerini dinleme fırsatı bulmuştum. Ne büyük zenginlikti...
Aynı eğilimler şimdi bende var.
Örneğin, kendimi ABD’de Atlanta kenti yöneticilerinin almak üzere oldukları bir kararı desteklerken yakaladım ve çok utandım. Meclise getirilen bir karar taslağı ile içindeki g-string’i gösterecek şekilde düşük bel pantolon giyilmesinin yasaklanması isteniyormuş... Daha önce de Louisiana eyaletinin Delcambre kentinde yasaklanmış bu durum...
Haberi bir an okurken dalmışım, “Şu erkeklerin parmak arası terlik giymeleri de yasaklansa ne kadar iyi olur” diye zırvalamaya başlamışım; “Kadınlarda çok hoş olabiliyorlar da, erkeklerin pedikürsüz kaba saba ayaklarına yakıştıramıyorum o ‘dekolteyi’...” Sonra daha da abartmışım durumu, “İnsanları işe alırken, ‘Getirin evdeki bütün ayakkabılarınızı bir bakalım, dense fena olmaz mı acaba? Göster ayakkabını sana nasıl insan olduğunu söyleyeyim” falana kadar vardırmışım işi...
Bunlar kafamdan geçerken bir an için oturduğum masadan kafamı kaldırdım ve yoldan geçenleri izlemeye başladım. Giydikleri ayakkabılardan karakter tahlili yapacağım... Bir baktım, erkeklerin dörtte üçünün ayağında flip flop... Parmak arası yani... Amma da gerilere düşmüşüm... Seneye bir çift de ben mi alsam acaba?..
“Sadece Sabancı ile Koç bile bu işi düzeltebilir”
Dün Oray Eğin’in köşesindeki “Açık deterjan alanlar televizyona hakim oldu” başlıklı yazısının altına ben de imzamı koyabilirmişim. Bir küçük tespit hariç tamamıyla hemfikirim.
Eğin özetle demiş ki; siz sosyoekonomik statü grubu olarak C’nin, D’nin, E’nin izlediği programlara reklam vererek, iki hata birden yapıyorsunuz: 1. Türkiye’de alışveriş yapan ve markalı ürünler alan kitle C, D, E’nin değil A ve B’nin içinden çıkıyor... Yani rating ölçümlemesini yaptığınız kitle aslında hedef kitleniz değil. 2. Böyle yaparak C, D ve E’nin kültür ve değerler sistemine göre program yapılmasına neden oluyorsunuz!.. Oray, sadece Sabancı ve Koç’un bile nereye hangi reklamı verecekleri konusunda doğru kararlar alarak bu çarpıklığı düzeltebileceklerini söylüyor.
İletişim işine meraklıysanız, reklam da veriyorsanız, paranızın sokağa gitmesiniz istemiyorsanız o yazıyı internetten bulup okuyun...
Dedim ya bir noktada, sonucu değiştirmeyen küçük bir düzeltme gerekiyor. Segmentasyon analizinde hedef kitleler artık A, B, C1, C2, D, E gibi katmanlara ayrılmıyor. Çünkü eskisi gibi para ve eğitim aynı elde değil ve bu yüzden satın alma davranışları bu katmanlarda eşit özellik göstermiyor. Yani gelir düzeyi A, B olanın eğitim düzeyi Ğ (!) olabiliyor... Hedef kitle artık psikografik (yaşam stili) analizlerine göre gruplanıyor. Reklam Verenler Derneği ve Reklamcılar Derneği bu konuda uzun ön çalışmalardan sonra mutabık olup yeni yaklaşımı birkaç ay önce kamuoyu ile paylaştılar.
Dünkü gazetelerde buna çok güzel bir örnek vardı: YKM’nin CEO’su Jaklin Güner demiş ki: “Yaş değil yaşama göre kategorize dönemindeyiz!”
İlişki böyle yönetilir
Ne akıllıca bir iş yapmış Ülker... Ali Sami Yen’in spor yazarlarına ayrılan bölümüne el atmış. Locayı internet bağlantısı, buzdolabı, televizyon ve ısıtma sistemiyle donatmış. Ayrıca yiyecek içecek büfeleri de bulunuyormuş...
Ülker bu iş için sadece 80 bin YTL harcamış... Yaratacağı etkiyle kıyaslandığında para değil. “Sosyal Paydaşlık Yaklaşımı” ve “İlişki Yönetimi” üzerine dilerseniz yüzlerce sayfa makale, kitap okuyun; eğer böyle fikirleri yakalayıp hayata geçiremiyorsanız hiçbir faydası olmaz. ‘İletişimin aslı uygulamadır’ tespitine mükemmel bir örnek...
Vefatinden dört yıl öncesine kadar pek çok konuda gerekli gereksiz tartışıp durmuş, rahmetliyi yok yere sinirlendirmiştim. Sonra onu anlaması gerekenin ben olduğumu fark ettim. Allah’tan geç kalmamışım. Vefat ettiği 1984’e kadar son dört yıl dost olduk. Esas ondan sonra onu, tecrübelerini, koskoca bir Cumhuriyetin inşa günlerini dinleme fırsatı bulmuştum. Ne büyük zenginlikti...
Aynı eğilimler şimdi bende var.
Örneğin, kendimi ABD’de Atlanta kenti yöneticilerinin almak üzere oldukları bir kararı desteklerken yakaladım ve çok utandım. Meclise getirilen bir karar taslağı ile içindeki g-string’i gösterecek şekilde düşük bel pantolon giyilmesinin yasaklanması isteniyormuş... Daha önce de Louisiana eyaletinin Delcambre kentinde yasaklanmış bu durum...
Haberi bir an okurken dalmışım, “Şu erkeklerin parmak arası terlik giymeleri de yasaklansa ne kadar iyi olur” diye zırvalamaya başlamışım; “Kadınlarda çok hoş olabiliyorlar da, erkeklerin pedikürsüz kaba saba ayaklarına yakıştıramıyorum o ‘dekolteyi’...” Sonra daha da abartmışım durumu, “İnsanları işe alırken, ‘Getirin evdeki bütün ayakkabılarınızı bir bakalım, dense fena olmaz mı acaba? Göster ayakkabını sana nasıl insan olduğunu söyleyeyim” falana kadar vardırmışım işi...
Bunlar kafamdan geçerken bir an için oturduğum masadan kafamı kaldırdım ve yoldan geçenleri izlemeye başladım. Giydikleri ayakkabılardan karakter tahlili yapacağım... Bir baktım, erkeklerin dörtte üçünün ayağında flip flop... Parmak arası yani... Amma da gerilere düşmüşüm... Seneye bir çift de ben mi alsam acaba?..
“Sadece Sabancı ile Koç bile bu işi düzeltebilir”
Dün Oray Eğin’in köşesindeki “Açık deterjan alanlar televizyona hakim oldu” başlıklı yazısının altına ben de imzamı koyabilirmişim. Bir küçük tespit hariç tamamıyla hemfikirim.
Eğin özetle demiş ki; siz sosyoekonomik statü grubu olarak C’nin, D’nin, E’nin izlediği programlara reklam vererek, iki hata birden yapıyorsunuz: 1. Türkiye’de alışveriş yapan ve markalı ürünler alan kitle C, D, E’nin değil A ve B’nin içinden çıkıyor... Yani rating ölçümlemesini yaptığınız kitle aslında hedef kitleniz değil. 2. Böyle yaparak C, D ve E’nin kültür ve değerler sistemine göre program yapılmasına neden oluyorsunuz!.. Oray, sadece Sabancı ve Koç’un bile nereye hangi reklamı verecekleri konusunda doğru kararlar alarak bu çarpıklığı düzeltebileceklerini söylüyor.
İletişim işine meraklıysanız, reklam da veriyorsanız, paranızın sokağa gitmesiniz istemiyorsanız o yazıyı internetten bulup okuyun...
Dedim ya bir noktada, sonucu değiştirmeyen küçük bir düzeltme gerekiyor. Segmentasyon analizinde hedef kitleler artık A, B, C1, C2, D, E gibi katmanlara ayrılmıyor. Çünkü eskisi gibi para ve eğitim aynı elde değil ve bu yüzden satın alma davranışları bu katmanlarda eşit özellik göstermiyor. Yani gelir düzeyi A, B olanın eğitim düzeyi Ğ (!) olabiliyor... Hedef kitle artık psikografik (yaşam stili) analizlerine göre gruplanıyor. Reklam Verenler Derneği ve Reklamcılar Derneği bu konuda uzun ön çalışmalardan sonra mutabık olup yeni yaklaşımı birkaç ay önce kamuoyu ile paylaştılar.
Dünkü gazetelerde buna çok güzel bir örnek vardı: YKM’nin CEO’su Jaklin Güner demiş ki: “Yaş değil yaşama göre kategorize dönemindeyiz!”
İlişki böyle yönetilir
Ne akıllıca bir iş yapmış Ülker... Ali Sami Yen’in spor yazarlarına ayrılan bölümüne el atmış. Locayı internet bağlantısı, buzdolabı, televizyon ve ısıtma sistemiyle donatmış. Ayrıca yiyecek içecek büfeleri de bulunuyormuş...
Ülker bu iş için sadece 80 bin YTL harcamış... Yaratacağı etkiyle kıyaslandığında para değil. “Sosyal Paydaşlık Yaklaşımı” ve “İlişki Yönetimi” üzerine dilerseniz yüzlerce sayfa makale, kitap okuyun; eğer böyle fikirleri yakalayıp hayata geçiremiyorsanız hiçbir faydası olmaz. ‘İletişimin aslı uygulamadır’ tespitine mükemmel bir örnek...