Esad konusunda ‘haklı olmak’ yetmez...
07 TEMMUZ 2012
Çok değil altı ay kadar önce Hatay’ı ziyaret eden bir dostumuz Türkiye-Suriye ilişkilerinin gerginleşmesinin ve Esad’a yönelik baskıların şehrin künefecisinden belediye memuruna kadar pekçok kişiyi rahatsız ettiğini gözlemlediğini söylemişti. Nedeni Hataylı’nın diliyle şuydu: “Burada ticaretin gazı kaçtı!”
Pilotlarımızı toprağa verdiğimiz andan itibaren ise Hataylı için Esad artık aynı Esad değildir. Bu kez başka şeylerin de gazı kaçmıştır artık…
Bir lideri gözden düşüren ‘takdir duygusunu sıfırlayan son nokta nedir?’
Galiba rahmetli Cemil Meriç’in o ünlü tespiti bu sorunun ipuçlarını içinde saklıyor:
“İnsaf duygusunu yitirenler hiçbir hakikati bütünüyle kavrayamazlar.”
İnsaf duygusunun yitirilmesi ne demektir?
Herhalde kişinin ‘kutsal’ sayılabilecek ne kadar değeri varsa her birini kendi elleriyle dipten kazıyarak yok etmesinden söz ediyoruz.
Bana kalırsa bir liderin başına gelebilecek en büyük tehlike budur; çünkü ‘değer aşınması’ geniş kitleler tarafından derhal çarpan etkisiyle algılanır ve işin ucu mukaddeslere dokunduğunda yaşarken tarihe gömülmek işten bile değildir.
Esad’ın liderliğine ömür biçen biçene... ‘Vaatleri’ anlamında Esad’ın artık cepten yiyecek itibarının da tükenmek üzere olduğunu söylemek mümkündür. Onu yaşatacak konjonktürden başka bir neden kalmamış gibi görünüyor.
Buna rağmen Esad olayı, sadece Suriye ve Türkiye’yi ilgilendiren bir mesele değildir. Tüm dünyayı bağlamaktadır. Bu nedenle de sadece ‘haklı olmak’ yetmez, ‘haklı olarak algılanmak’ da gerekir…
Yazar Sevinç Engin’in Doğan Kitap yayınları arasından çıkan ‘Lider Öyle Olmaz Böyle Olur’da Engin’in sorularını yanıtlayanlardan biri olarak ‘gerçeklerle algılanan arasındaki fark’a değinirken şöyle demişim:
“Hava tahmin raporu verilirken deniyor ki, sıcaklık şu derece, hissedilen sıcaklık bu derece olacak. Yani havanın derecesi ile hissedilen sıcaklık arasında bile fark var. Dolayısıyla başarıda algılama yönetiminin rolü çok büyük. Olmayan bir şeyi algılatmaya çalışmak ne kadar yanlışsa, mevcudun olduğundan daha düşük düzeyde algılanmasına izin vermek de o kadar yanlıştır.”
Esad, Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Utku Çakırözer’e verdiği röportajda "Koltuğu düşünmüş olsaydım Amerika’nın telkin ve talimatlarını yerine getirirdim. Petro-dolarların peşinden koşardım. Ama daha önemlisi ülkemde füze kalkanı kurmasına izin verirdim." diyerek ‘olmayan bir şeyi’ algılatmaya çalışıyor. Herkes bu cümleyi Esad’ın kendisini İran’a ‘beğendirme’ arzusuyla kurduğunun farkına varacaktır. Röportajın her cümlesinde Esad’ın kime ve neyin mesajını vermek istediğini anında anlıyorsunuz. Bir yandan dikiyor, diğer yandan teyelleri görünüyor..
Peki ya Türkiye? Suriye meselesindeki duruşumuz ve gerçeklerle algılanan arasında fark var mı? Bence var… Bunu gidermek, sadece Türkiye Hariciyesinin, Kamu Diplomasi Koordinatörlüğünün, Turizm Bakanlığının (!), yurt dışında iş yapan şirketlerin (!) görevi olamaz. Ortada bir ‘total iletişim’ (topyekûn iletişim) durumu yaratılmasının gerekliği vardır. Bu da, onu bunu ‘vatan hainliği’ ile suçlamakla olamaz. Yazarından sinemacısına, sanatçısından sporcusuna, büyük etkin bir kitlenin ‘mobilize’ edilmesini gerektiren ‘topyekûn iletişim’ modelini kurgulamakla, stratejisini ve uygulamasını ‘yönetmekle’ olur… Yoksa yıllardan beri olduğu gibi, dilediğimiz kadar cenaze kaldıralım “Yalnız ve Güzel Ülke” olarak kalmaya devam ederiz…
Not: Bu arada Sevinç Engin’in liderliğin ne olup olmadığını ortaya koyabilecek nitelikli sorularını yanıtlayan 100’ü aşkın ismin görüşlerinin yer aldığı ‘Lider Öyle Olmaz Böyle Olur’ kitabı ile kendilerinin lideri olabilmiş ya da öyle olduğunu sanan (örneğin ben…) nice ‘yön veren öncü’nün düşüncelerini öğrenmekte yarar olabilir. Onların gözüyle ülkemizin lider çıkarmaya aç bir ülke olup olmadığını, ‘iyi bir lider her zaman iyi bir yönetici midir?’ (örneğin ben hiç de iyi bir yönetici değilimdir) sorusunun yanıtını bu kitapta bulmak olası.
Pilotlarımızı toprağa verdiğimiz andan itibaren ise Hataylı için Esad artık aynı Esad değildir. Bu kez başka şeylerin de gazı kaçmıştır artık…
Bir lideri gözden düşüren ‘takdir duygusunu sıfırlayan son nokta nedir?’
Galiba rahmetli Cemil Meriç’in o ünlü tespiti bu sorunun ipuçlarını içinde saklıyor:
“İnsaf duygusunu yitirenler hiçbir hakikati bütünüyle kavrayamazlar.”
İnsaf duygusunun yitirilmesi ne demektir?
Herhalde kişinin ‘kutsal’ sayılabilecek ne kadar değeri varsa her birini kendi elleriyle dipten kazıyarak yok etmesinden söz ediyoruz.
Bana kalırsa bir liderin başına gelebilecek en büyük tehlike budur; çünkü ‘değer aşınması’ geniş kitleler tarafından derhal çarpan etkisiyle algılanır ve işin ucu mukaddeslere dokunduğunda yaşarken tarihe gömülmek işten bile değildir.
Esad’ın liderliğine ömür biçen biçene... ‘Vaatleri’ anlamında Esad’ın artık cepten yiyecek itibarının da tükenmek üzere olduğunu söylemek mümkündür. Onu yaşatacak konjonktürden başka bir neden kalmamış gibi görünüyor.
Buna rağmen Esad olayı, sadece Suriye ve Türkiye’yi ilgilendiren bir mesele değildir. Tüm dünyayı bağlamaktadır. Bu nedenle de sadece ‘haklı olmak’ yetmez, ‘haklı olarak algılanmak’ da gerekir…
Yazar Sevinç Engin’in Doğan Kitap yayınları arasından çıkan ‘Lider Öyle Olmaz Böyle Olur’da Engin’in sorularını yanıtlayanlardan biri olarak ‘gerçeklerle algılanan arasındaki fark’a değinirken şöyle demişim:
“Hava tahmin raporu verilirken deniyor ki, sıcaklık şu derece, hissedilen sıcaklık bu derece olacak. Yani havanın derecesi ile hissedilen sıcaklık arasında bile fark var. Dolayısıyla başarıda algılama yönetiminin rolü çok büyük. Olmayan bir şeyi algılatmaya çalışmak ne kadar yanlışsa, mevcudun olduğundan daha düşük düzeyde algılanmasına izin vermek de o kadar yanlıştır.”
Esad, Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Utku Çakırözer’e verdiği röportajda "Koltuğu düşünmüş olsaydım Amerika’nın telkin ve talimatlarını yerine getirirdim. Petro-dolarların peşinden koşardım. Ama daha önemlisi ülkemde füze kalkanı kurmasına izin verirdim." diyerek ‘olmayan bir şeyi’ algılatmaya çalışıyor. Herkes bu cümleyi Esad’ın kendisini İran’a ‘beğendirme’ arzusuyla kurduğunun farkına varacaktır. Röportajın her cümlesinde Esad’ın kime ve neyin mesajını vermek istediğini anında anlıyorsunuz. Bir yandan dikiyor, diğer yandan teyelleri görünüyor..
Peki ya Türkiye? Suriye meselesindeki duruşumuz ve gerçeklerle algılanan arasında fark var mı? Bence var… Bunu gidermek, sadece Türkiye Hariciyesinin, Kamu Diplomasi Koordinatörlüğünün, Turizm Bakanlığının (!), yurt dışında iş yapan şirketlerin (!) görevi olamaz. Ortada bir ‘total iletişim’ (topyekûn iletişim) durumu yaratılmasının gerekliği vardır. Bu da, onu bunu ‘vatan hainliği’ ile suçlamakla olamaz. Yazarından sinemacısına, sanatçısından sporcusuna, büyük etkin bir kitlenin ‘mobilize’ edilmesini gerektiren ‘topyekûn iletişim’ modelini kurgulamakla, stratejisini ve uygulamasını ‘yönetmekle’ olur… Yoksa yıllardan beri olduğu gibi, dilediğimiz kadar cenaze kaldıralım “Yalnız ve Güzel Ülke” olarak kalmaya devam ederiz…
Not: Bu arada Sevinç Engin’in liderliğin ne olup olmadığını ortaya koyabilecek nitelikli sorularını yanıtlayan 100’ü aşkın ismin görüşlerinin yer aldığı ‘Lider Öyle Olmaz Böyle Olur’ kitabı ile kendilerinin lideri olabilmiş ya da öyle olduğunu sanan (örneğin ben…) nice ‘yön veren öncü’nün düşüncelerini öğrenmekte yarar olabilir. Onların gözüyle ülkemizin lider çıkarmaya aç bir ülke olup olmadığını, ‘iyi bir lider her zaman iyi bir yönetici midir?’ (örneğin ben hiç de iyi bir yönetici değilimdir) sorusunun yanıtını bu kitapta bulmak olası.