Fıstıklı’dan top atışı, yakışır...
30 OCAK 2005
Bertolt Brecht eleştirmenler için söylemiş. Ben de bu köşede arada sırada tekrarlarım: “Onlar haremağaları gibidir” demiş Brecht, “Neyin nasıl yapılacağını çok iyi bilirler, ama kendileri yapamazlar”...
Örneğin, ekonomi profesörleri ile iş adamlarını birbirinden ayıran özellik de buna benzer bir çizgidir. Bütün ekonomi profesörleri, iktisat teorisini rahmetli Sakıp Ağa’dan da rahmetli Vehbi Bey’den de herhalde daha iyi biliyorlardı. Ama ben bir tane ekonomi hocasına rastlamadım ki, bırakın Sabancı’yı, Koç’u hayatta herhangi bir işadamından daha varlıklı bir konuma gelebilmiş olsun.
Öte yandan herhangi bir hocaya rastlamadım ki, iflas etmiş olsun... Her ay küçük de olsa maaşını devletten tıkır tıkır alır...
Yani aradaki temel fark, birinin risk alması, diğerinin ise riskle alakası olmadığı için, eskilerimizin ‘nezahat’ dairesinde ifade ettikleri gibi rahat rahat ‘Fıstıklıdan top atışında bulunmasıdır!”...
Sabah Gazetesi’nin fiyatını 10 YKrş. indirip 25 YKrş. yapması, Doğan Grubu’nun da bu atağa cevap vermek için Posta’nın fiyatını indirip, Hürriyet’le birlikte bedava keçeli kalem, diş fırçası, kurşun kalem dağıtması risk taşıyan kararlardır.
Hürriyet Gazetesi’ndeki iletişim hocasının kalkıp bu durumdan vazife çıkarmasını, pazarlama ve konumlama üzerine ders vermeye ve de gençlerin kafalarını karıştıracak talihsiz yorumlar yapmaya kalkmasını, anlıyorum. İş adamları risk alıp bir atak yapacak, hocalar da yorumlayacak... İş bölümü böyle. Kerameti kendinden menkul gurular da böyle oluşuyor zaten. Siz hiç ‘matematik gurusu’, ‘fizik gurusu’, ‘tıp gurusu’ falan duydunuz mu? Neden bu branşlarda yoktur gurular da, iletişim, gibi, reklam gibi, yönetim gibi alanlarda vardır?... Çünkü bizim alanlar ‘fıstıklıdan top atışına müsaittir’ de ondan...
Fiyat indirimi, gazete sahibinin bir sabah yataktan kalktığında gözlerini ovuştururken aniden aklına gelmiş bir fikir olamaz. Çünkü ortada trilyonlarca liralık bir hesap söz konusudur. Bir gazete başına düşen endüstriyel maliyet kaç paradır, satış geliri azalırken tiraj artacağı için reklam geliri ne kadar artacaktır, rekabet buna nasıl cevap verecektir? Bütün bu analizler yapılır, karar öyle verilir. Bugün görünen manzara, kararın son derece yerinde olduğu yolundadır.
Hoca bir de şu itibar meselesine baksa iyi olur. Örneğin, üst gelir ve eğitim grubu, kendi kültür ve değer yargıları içinde tamamen ‘ilkel’ bulabileceği o kalem ve diş macunlarını gördüğünde, bir zamanların saçmasapan promosyon savaşlarını hatırlayıp Hürriyet Gazetesi’nin itibarı ile ilgili kafasında verdiği puanı ne kadar düşürür, ben şahsen bilemem. Ölçmek lazım...
Zaten rakamlara dayanmadan, ölçümleme yapmadan bu tür pazarlama ve satış taktiklerini eleştirmeye kalkmak da, ‘abesle iştigal etmek’ten başka bir şey değildir.
‘Abesle iştigal’ çeşitlemeleri
Bugün de yaptığım gibi ‘abesle iştigal’ kavramını kullanmaya bayılırım. Pek çok şeyi yalın bir şekilde anlatır. 4 tür iş vardır hani: 1. Acil önemli işler; 2. Acil olmayan önemli işler; 3. Acil önemsiz işler; 4. Acil olmayan önemsiz işler. Benim şahsen hayatımda 1 ve 4’üncü grup işler egemendir.
Kendi durumunuzu sorgulayın, göreceksiniz sizin de aşağıya yukarı böyledir. Oysa hayata yön veren 2’inci grup işlerdir. Bizim gündemimizi ise ya irademiz dışı günlük sorunlar belirler, ya da avara kasnak, haybeye kürek çektiğimiz, abesle iştigal türü işler...
Abesle iştigal işini en iyi anlatan yazarlardan biri de Dücane Cündioğlu’dur. Bakın ne demiş:
“Alimlerimiz abes'i üçe ayırırlardı: 1. Abes-i hakikî; 2. Abes-i örfî; 3. Abes-i nazarî...
Abes-i hakikî, hiçbir açıdan kendisine yarar ilişmeyen işler için kullanılır; yani bilme eylemine girişen kimsenin bu süreç içerisinde hiçbir yarar temin edememesi ve çabalarının tümüyle boşa çıkması, terimin tam anlamıyla “abes-i hakikî”dir. (Hani Türkçe'de “Yandı gülüm keten helva” denir ya, işte bu özdeyişle kastedilen, abes-i hakikî'den başkası değildir.)
Abes-i örfî, bir bilgi öbeğiyle, yani muayyen bir ilim dalıyla meşgul olan kimseler, ortaya koydukları çabalara karşılık gelecek ölçüde yarar sağlayamamaları halinde abesle iştigal etmiş olurlar; zira bu durumda belki bir yarar elde edilmiştir ama bu, o yararı elde etmek için ortaya konulan çabaların miktarıyla hiç de mütenasib değildir. Bu durumda abes, yetersizlik anlamına gelir; zira başarı, ancak bir çabayla o çabanın amacı arasında denklik olması halinde söz konusu edilebilir. (Kaba tabirle “beş koyup üç almak”, abes-i örfî ile iştigal etmek demektir.)
Abes-i nazarî ise, bilme eylemi sonucunda herhangi bir yarar sağlanmış olmakla birlikte, elde edilen bu yarar, şayet bilme eyleminin konusuyla, yani meşgul olunan bilgi dalıyla doğrudan ilgili değilse, kişinin bütün yaptığı abes-i nazarî ile meşgul olmaktan ibarettir. Sözgelimi ürettiği deney tüpleriyle amacına ulaşamayan bir bilim adamı, bu tüpleri çay fincanı yerine kullanırsa, onun çabalarının tamamen boşa gitmiş (=abes) olduğunu söyleyebilir miyiz? Söyleyemeyiz; zira bu tüpler hiç değilse bir işe yaramıştır. Sanırım bu abes türünü en iyi anlatan Türkçe özdeyişlerden biri de “züğürt tesellisi”dir.”
Ben hangi tür abeslerle iştigal ettiğimi biliyorum. Ya siz?.. J
Bir yazı iki düzeltme!
Geçen hafta bireysel emeklilik sitemi (BES) içindeki şirketlerin pek çok çalışma koşulunun SPK ve hazine tarafından belirlendiğini bu yüzden de rekabetinin iletişimde olacağını belirterek, 3 BES şirketinin iletişimine kısa bir göz atmıştık. Yapı Kredi Emeklilik ile ilgili iki e-posta geldi, ilgili bölümlerini kısaltarak aşağıya alıyorum: Birincisi, YK Emeklilik’in o şirin kampanyasını hazırlayan reklam ajansındandı:
“Sekiz yıl boyunca bugün Yapı Kredi Sigorta ve Yapı Kredi Emeklilik adını almış olan iki firmaya hizmet verdik. Karşılıklı saygı, sevgi ve verimlilikle taçlanmış örnek bir ajans reklamveren ilişkisiydi. BES'in her aşamasında birlikte olduk; güzel, doğru işler yaptık. Sonuçlar yüzümüzü güldürdü ve birlikte yeni hedeflere ilerliyorduk ki... Sigortalarımızın yönetimine girmiş bulunan TMSF'nin isteği doğrultusunda 31 Temmuz 2004 tarihi itibariyle sözleşmemiz fesh edildi. Bu beklenmedik azlimizin nedenini doğal olarak çok merak ettik; ama bugüne kadar asla öğrenemedik! Zira TMSF yetkilisi Ali İhsan Karacan randevu talebimizi reddettiğini, bizimle görüşmeyeceğini bildirdi. Ardından bir hafta içinde konkursuz, ihalesiz, görüşmesiz her iki firmanın iletişimi MS isimli ajansa verildi."Babalar ayakta kalır" serimizin ardından aynı müzik, aynı dublaj sanatçısı ve hatta aynı sözcükler kullanılarak yapılan filmler dolayısıyla bize ait değil. 15 yıllık ajans tarihimizin en adaletsiz, en haksız, en trajik öyküsü bu olduğu içindir ki; hem size eksik bilgiyi aktarmak hem de galiba biraz iç dökmek istedim. Dürin Ababay. Movida Plus Map Kurucusu.”
Bir eksik bilgi düzeltmesi de YK Emeklilik Kurumsal İletişim Müdürü Füsun Dedehayır’dan geldi:
“BES’te yer alan firmaların iletişimi hakkında 23 Ocak 2005 tarihli Rekabet İletişimde Olacak başlıklı yazınızda yer alan "Yapı Kredi Emeklilik grup şirketlerini de sisteme almış olmanın avantajıyla müşteri sayısında birinci olduğunun ..." ifadeniz, sadece grup şirketlerinden olan katılımcılarla sektör liderliğine ulaşmış olduğumuz şeklinde bir yanlış anlaşılmaya yol açacak niteliktedir. Bugüne kadar grup emeklilik sözleşmesi yaptığımız toplam 23 şirketin, sadece 4’ü Çukurova Grubu’ndandır. Bu 4 şirketin çalışanları ve ailelerinin toplam sözleşme sayısı ise 2 bin 918 adettir. Yine Emeklilik Gözetim Merkezi'ne ulaştırılan veriler çerçevesinde 31 Aralık 2004 itibariyle, grup emeklilik sözleşmelerinin toplam sözleşme sayısına oranı, sektörde birinci sırada olan şirketimizde yüzde 5'in altında iken, 2-6’ncı sırada yer alan şirketlerde ise sırasıyla, yüzde 30, yüzde 15, yüzde 9, yüzde 25 ve yüzde 60'tır. Adet olarak yaptığımız grup emeklilik sözleşmesi sayısı diğer şirketlerin işveren grup emeklilik sözleşme sayılarından az olmamakla beraber, bireysel satışlarda başarı oranımız yüksek olduğu için, toplam sözleşme sayısına oranı düşük kalmaktadır...”
Böyle açıklamalar geldiğinde okunan izlenen bir gazetenin, okunan izlenen bir yazarı olduğumu hissedip seviniyorum. Sayın Dedehayır ve Ababay’a gönderdikleri bilgiler için teşekkürler.
“N’olur, Beni de yasakla RTÜK!”
Fıkra gibi. Bir gün çocuklarımıza, torunlarımıza anlatacağız. Ya da üniversitedeki derslerde öğrencilerimize:
“Bir zamanlar bir RTÜK vardı, çocuklar. Çok komikti... Bir otomobil reklamını yayınladılar diye kanallara program yasağı yağdırmıştı. Gerekçe de “çocuk ve gençlerin fiziksel, zihinsel ve ahlaki gelişimini zedeleyecek türden program” yayınlamaktı... Toyota Yaris reklamıydı bu. Adam pencere pervazına asılı kalıp yardım istiyordu. Yardım için koşturduğunu sandığımız komşusu bir bayan ise aslında adamın düşmesi halinde zarar verebileceği arabasını adamın altından çekiyordu!.. Bu espriyi koca adamlar anlayamamış, reklamları ders materyalleriyle karıştırdıkları için yasaklamışlardı. Allahtan o karanlık günler gerilerde kaldı çocuklar!”
Bırakın RTÜK’ün kendisini, bir harfin yeri değişti mi, ortaya TÜRK çıkmasından bile rahatsızlık duyuyorum. Çünkü Türklere yakışmıyor bu kadar gerilik.
Sabah’ta bu reklam filmini beğendiğimi yazmıştım. İki okurdan tepki gelmişti. Onlara cevap vermiştim: “Yahu bu şaka; bir tür sürpriz. Sürprizi olmayan reklam filmi algılanmıyor artık!” Okurlar ikna olmuştu. RTÜK için olayı izah etmekten öte bazı ikna yöntemleri gerekiyormuş demek ki!
Bu arada Toyota, milyonlarca Dolar harcasa bu kadar reklam yapamazdı. Yer gök, Toyota Yaris diye inliyor. RTÜK’e bir teşekkür plaketi vermeliler. Vücut kremi Clarins’i de Ticaret Bakanımız meşhur etmişti. Bu moda olursa, markalar reklamlarını yasaklatmak için birbirleriyle yarışacaklar...
Bir tane de ‘guru’ olmayan usta okuyun
Tercüme ve ithal kitaplardan gına gelmişti. Türk gurularının yazdıklarının içindeki fikirlerin çoğu da zaten ya tercüme ya ithaldi. Onun için Rauf Ateş’in ‘Yeni Normal’ adını verdiği kitabı ne boy olursa olsun şirket yönetmeye soyunmuş olanlara ya da yeni soyunmaya hazırlananlara ‘iyi gelecektir’...
Rauf kendi deneylerinden yola çıkarak, yılların birikimiyle yazmış. Tamamı bizden, tamamı ilginç. Rauf bir ‘guru’ değil. Bu kitaptan da büyük bir olasılıkla milyonlarca Dolar kazanmayacak. Ama sahici... Okuyun ne demek istediğimi anlayacaksınız.
Örneğin, ekonomi profesörleri ile iş adamlarını birbirinden ayıran özellik de buna benzer bir çizgidir. Bütün ekonomi profesörleri, iktisat teorisini rahmetli Sakıp Ağa’dan da rahmetli Vehbi Bey’den de herhalde daha iyi biliyorlardı. Ama ben bir tane ekonomi hocasına rastlamadım ki, bırakın Sabancı’yı, Koç’u hayatta herhangi bir işadamından daha varlıklı bir konuma gelebilmiş olsun.
Öte yandan herhangi bir hocaya rastlamadım ki, iflas etmiş olsun... Her ay küçük de olsa maaşını devletten tıkır tıkır alır...
Yani aradaki temel fark, birinin risk alması, diğerinin ise riskle alakası olmadığı için, eskilerimizin ‘nezahat’ dairesinde ifade ettikleri gibi rahat rahat ‘Fıstıklıdan top atışında bulunmasıdır!”...
Sabah Gazetesi’nin fiyatını 10 YKrş. indirip 25 YKrş. yapması, Doğan Grubu’nun da bu atağa cevap vermek için Posta’nın fiyatını indirip, Hürriyet’le birlikte bedava keçeli kalem, diş fırçası, kurşun kalem dağıtması risk taşıyan kararlardır.
Hürriyet Gazetesi’ndeki iletişim hocasının kalkıp bu durumdan vazife çıkarmasını, pazarlama ve konumlama üzerine ders vermeye ve de gençlerin kafalarını karıştıracak talihsiz yorumlar yapmaya kalkmasını, anlıyorum. İş adamları risk alıp bir atak yapacak, hocalar da yorumlayacak... İş bölümü böyle. Kerameti kendinden menkul gurular da böyle oluşuyor zaten. Siz hiç ‘matematik gurusu’, ‘fizik gurusu’, ‘tıp gurusu’ falan duydunuz mu? Neden bu branşlarda yoktur gurular da, iletişim, gibi, reklam gibi, yönetim gibi alanlarda vardır?... Çünkü bizim alanlar ‘fıstıklıdan top atışına müsaittir’ de ondan...
Fiyat indirimi, gazete sahibinin bir sabah yataktan kalktığında gözlerini ovuştururken aniden aklına gelmiş bir fikir olamaz. Çünkü ortada trilyonlarca liralık bir hesap söz konusudur. Bir gazete başına düşen endüstriyel maliyet kaç paradır, satış geliri azalırken tiraj artacağı için reklam geliri ne kadar artacaktır, rekabet buna nasıl cevap verecektir? Bütün bu analizler yapılır, karar öyle verilir. Bugün görünen manzara, kararın son derece yerinde olduğu yolundadır.
Hoca bir de şu itibar meselesine baksa iyi olur. Örneğin, üst gelir ve eğitim grubu, kendi kültür ve değer yargıları içinde tamamen ‘ilkel’ bulabileceği o kalem ve diş macunlarını gördüğünde, bir zamanların saçmasapan promosyon savaşlarını hatırlayıp Hürriyet Gazetesi’nin itibarı ile ilgili kafasında verdiği puanı ne kadar düşürür, ben şahsen bilemem. Ölçmek lazım...
Zaten rakamlara dayanmadan, ölçümleme yapmadan bu tür pazarlama ve satış taktiklerini eleştirmeye kalkmak da, ‘abesle iştigal etmek’ten başka bir şey değildir.
‘Abesle iştigal’ çeşitlemeleri
Bugün de yaptığım gibi ‘abesle iştigal’ kavramını kullanmaya bayılırım. Pek çok şeyi yalın bir şekilde anlatır. 4 tür iş vardır hani: 1. Acil önemli işler; 2. Acil olmayan önemli işler; 3. Acil önemsiz işler; 4. Acil olmayan önemsiz işler. Benim şahsen hayatımda 1 ve 4’üncü grup işler egemendir.
Kendi durumunuzu sorgulayın, göreceksiniz sizin de aşağıya yukarı böyledir. Oysa hayata yön veren 2’inci grup işlerdir. Bizim gündemimizi ise ya irademiz dışı günlük sorunlar belirler, ya da avara kasnak, haybeye kürek çektiğimiz, abesle iştigal türü işler...
Abesle iştigal işini en iyi anlatan yazarlardan biri de Dücane Cündioğlu’dur. Bakın ne demiş:
“Alimlerimiz abes'i üçe ayırırlardı: 1. Abes-i hakikî; 2. Abes-i örfî; 3. Abes-i nazarî...
Abes-i hakikî, hiçbir açıdan kendisine yarar ilişmeyen işler için kullanılır; yani bilme eylemine girişen kimsenin bu süreç içerisinde hiçbir yarar temin edememesi ve çabalarının tümüyle boşa çıkması, terimin tam anlamıyla “abes-i hakikî”dir. (Hani Türkçe'de “Yandı gülüm keten helva” denir ya, işte bu özdeyişle kastedilen, abes-i hakikî'den başkası değildir.)
Abes-i örfî, bir bilgi öbeğiyle, yani muayyen bir ilim dalıyla meşgul olan kimseler, ortaya koydukları çabalara karşılık gelecek ölçüde yarar sağlayamamaları halinde abesle iştigal etmiş olurlar; zira bu durumda belki bir yarar elde edilmiştir ama bu, o yararı elde etmek için ortaya konulan çabaların miktarıyla hiç de mütenasib değildir. Bu durumda abes, yetersizlik anlamına gelir; zira başarı, ancak bir çabayla o çabanın amacı arasında denklik olması halinde söz konusu edilebilir. (Kaba tabirle “beş koyup üç almak”, abes-i örfî ile iştigal etmek demektir.)
Abes-i nazarî ise, bilme eylemi sonucunda herhangi bir yarar sağlanmış olmakla birlikte, elde edilen bu yarar, şayet bilme eyleminin konusuyla, yani meşgul olunan bilgi dalıyla doğrudan ilgili değilse, kişinin bütün yaptığı abes-i nazarî ile meşgul olmaktan ibarettir. Sözgelimi ürettiği deney tüpleriyle amacına ulaşamayan bir bilim adamı, bu tüpleri çay fincanı yerine kullanırsa, onun çabalarının tamamen boşa gitmiş (=abes) olduğunu söyleyebilir miyiz? Söyleyemeyiz; zira bu tüpler hiç değilse bir işe yaramıştır. Sanırım bu abes türünü en iyi anlatan Türkçe özdeyişlerden biri de “züğürt tesellisi”dir.”
Ben hangi tür abeslerle iştigal ettiğimi biliyorum. Ya siz?.. J
Bir yazı iki düzeltme!
Geçen hafta bireysel emeklilik sitemi (BES) içindeki şirketlerin pek çok çalışma koşulunun SPK ve hazine tarafından belirlendiğini bu yüzden de rekabetinin iletişimde olacağını belirterek, 3 BES şirketinin iletişimine kısa bir göz atmıştık. Yapı Kredi Emeklilik ile ilgili iki e-posta geldi, ilgili bölümlerini kısaltarak aşağıya alıyorum: Birincisi, YK Emeklilik’in o şirin kampanyasını hazırlayan reklam ajansındandı:
“Sekiz yıl boyunca bugün Yapı Kredi Sigorta ve Yapı Kredi Emeklilik adını almış olan iki firmaya hizmet verdik. Karşılıklı saygı, sevgi ve verimlilikle taçlanmış örnek bir ajans reklamveren ilişkisiydi. BES'in her aşamasında birlikte olduk; güzel, doğru işler yaptık. Sonuçlar yüzümüzü güldürdü ve birlikte yeni hedeflere ilerliyorduk ki... Sigortalarımızın yönetimine girmiş bulunan TMSF'nin isteği doğrultusunda 31 Temmuz 2004 tarihi itibariyle sözleşmemiz fesh edildi. Bu beklenmedik azlimizin nedenini doğal olarak çok merak ettik; ama bugüne kadar asla öğrenemedik! Zira TMSF yetkilisi Ali İhsan Karacan randevu talebimizi reddettiğini, bizimle görüşmeyeceğini bildirdi. Ardından bir hafta içinde konkursuz, ihalesiz, görüşmesiz her iki firmanın iletişimi MS isimli ajansa verildi."Babalar ayakta kalır" serimizin ardından aynı müzik, aynı dublaj sanatçısı ve hatta aynı sözcükler kullanılarak yapılan filmler dolayısıyla bize ait değil. 15 yıllık ajans tarihimizin en adaletsiz, en haksız, en trajik öyküsü bu olduğu içindir ki; hem size eksik bilgiyi aktarmak hem de galiba biraz iç dökmek istedim. Dürin Ababay. Movida Plus Map Kurucusu.”
Bir eksik bilgi düzeltmesi de YK Emeklilik Kurumsal İletişim Müdürü Füsun Dedehayır’dan geldi:
“BES’te yer alan firmaların iletişimi hakkında 23 Ocak 2005 tarihli Rekabet İletişimde Olacak başlıklı yazınızda yer alan "Yapı Kredi Emeklilik grup şirketlerini de sisteme almış olmanın avantajıyla müşteri sayısında birinci olduğunun ..." ifadeniz, sadece grup şirketlerinden olan katılımcılarla sektör liderliğine ulaşmış olduğumuz şeklinde bir yanlış anlaşılmaya yol açacak niteliktedir. Bugüne kadar grup emeklilik sözleşmesi yaptığımız toplam 23 şirketin, sadece 4’ü Çukurova Grubu’ndandır. Bu 4 şirketin çalışanları ve ailelerinin toplam sözleşme sayısı ise 2 bin 918 adettir. Yine Emeklilik Gözetim Merkezi'ne ulaştırılan veriler çerçevesinde 31 Aralık 2004 itibariyle, grup emeklilik sözleşmelerinin toplam sözleşme sayısına oranı, sektörde birinci sırada olan şirketimizde yüzde 5'in altında iken, 2-6’ncı sırada yer alan şirketlerde ise sırasıyla, yüzde 30, yüzde 15, yüzde 9, yüzde 25 ve yüzde 60'tır. Adet olarak yaptığımız grup emeklilik sözleşmesi sayısı diğer şirketlerin işveren grup emeklilik sözleşme sayılarından az olmamakla beraber, bireysel satışlarda başarı oranımız yüksek olduğu için, toplam sözleşme sayısına oranı düşük kalmaktadır...”
Böyle açıklamalar geldiğinde okunan izlenen bir gazetenin, okunan izlenen bir yazarı olduğumu hissedip seviniyorum. Sayın Dedehayır ve Ababay’a gönderdikleri bilgiler için teşekkürler.
“N’olur, Beni de yasakla RTÜK!”
Fıkra gibi. Bir gün çocuklarımıza, torunlarımıza anlatacağız. Ya da üniversitedeki derslerde öğrencilerimize:
“Bir zamanlar bir RTÜK vardı, çocuklar. Çok komikti... Bir otomobil reklamını yayınladılar diye kanallara program yasağı yağdırmıştı. Gerekçe de “çocuk ve gençlerin fiziksel, zihinsel ve ahlaki gelişimini zedeleyecek türden program” yayınlamaktı... Toyota Yaris reklamıydı bu. Adam pencere pervazına asılı kalıp yardım istiyordu. Yardım için koşturduğunu sandığımız komşusu bir bayan ise aslında adamın düşmesi halinde zarar verebileceği arabasını adamın altından çekiyordu!.. Bu espriyi koca adamlar anlayamamış, reklamları ders materyalleriyle karıştırdıkları için yasaklamışlardı. Allahtan o karanlık günler gerilerde kaldı çocuklar!”
Bırakın RTÜK’ün kendisini, bir harfin yeri değişti mi, ortaya TÜRK çıkmasından bile rahatsızlık duyuyorum. Çünkü Türklere yakışmıyor bu kadar gerilik.
Sabah’ta bu reklam filmini beğendiğimi yazmıştım. İki okurdan tepki gelmişti. Onlara cevap vermiştim: “Yahu bu şaka; bir tür sürpriz. Sürprizi olmayan reklam filmi algılanmıyor artık!” Okurlar ikna olmuştu. RTÜK için olayı izah etmekten öte bazı ikna yöntemleri gerekiyormuş demek ki!
Bu arada Toyota, milyonlarca Dolar harcasa bu kadar reklam yapamazdı. Yer gök, Toyota Yaris diye inliyor. RTÜK’e bir teşekkür plaketi vermeliler. Vücut kremi Clarins’i de Ticaret Bakanımız meşhur etmişti. Bu moda olursa, markalar reklamlarını yasaklatmak için birbirleriyle yarışacaklar...
Bir tane de ‘guru’ olmayan usta okuyun
Tercüme ve ithal kitaplardan gına gelmişti. Türk gurularının yazdıklarının içindeki fikirlerin çoğu da zaten ya tercüme ya ithaldi. Onun için Rauf Ateş’in ‘Yeni Normal’ adını verdiği kitabı ne boy olursa olsun şirket yönetmeye soyunmuş olanlara ya da yeni soyunmaya hazırlananlara ‘iyi gelecektir’...
Rauf kendi deneylerinden yola çıkarak, yılların birikimiyle yazmış. Tamamı bizden, tamamı ilginç. Rauf bir ‘guru’ değil. Bu kitaptan da büyük bir olasılıkla milyonlarca Dolar kazanmayacak. Ama sahici... Okuyun ne demek istediğimi anlayacaksınız.