Faciadan siyasi rant çıkmaz
01 aralık 2016 - Yeni Şafak
Adana, Aladağ'daki Özel Ortaöğretim Kız Öğrenci Yurdu'nda 11 çocuğumuz ve bir yurt görevlisi yanarak can verdi. Söz konusu çocuklarımız olduğu zaman bugün olduğu gibi hassasiyetin dozu tüm öğrenci yurtlarından başlayarak tüm yurdu kaplar. Herkes için kendi çocuğu veya çocuklarına ve onları nasıl güçlüklerle yetiştirdiklerine yönelik tüm halisane duygular ayyuka çıkar.
Hepimizin sinir uçları daha da hassaslaşır…
İşte bu tür durumlarda oluşan kriz ortamlarının iletişim boyutunda nasıl ele alındığına bakmak da ayrı bir önem kazanır.
İlk görünen, her kafadan ayrı seslerin çıkmış olmasıdır… Seslerin 'ayrı' olması ise, ortamı daha da germektedir. Facia sonrasında iletişimi yönetenler, daha doğru bir deyişle yönetmeyenler, bu yangından bile AK Parti'ye saldırmak için fırsat çıkarmaya çalışıp yangına körükle gidenler için ideal bir ortam oluşturduklarının ne kadar farkındadırlar acaba?..
İşin tuhafı, kimse düdük çalıp da konuşması gerekenlere ve konuşmaması gerekenlere bir ayar vermiyor. Sistem iletişim boyutunda kötü sınav vermeye devam ediyor…
Başlatılan soruşturma kapsamında yurdun müdürü dahil 14 kişi gözaltına alınmış.
Vali Bey'den başlayarak, Belediye Başkanı, İtfaiye Daire Başkanı'na kadar konuşmayan kimse kalmadı. Tabii sayın bakanlarımız da açıklama üstüne açıklama yaparak yanlışlıklar korosuna katıldılar…
Her açıklama bir başka tepkiyi doğurdu. Dün gerek online gazete siteleri gerekse ekranlardaki haberlerin tümüne genel olarak bakıldığında tam bir kargaşa hakimdi. İhmaller, ithamlar, savunmalar, bilgilendirme kusurları, çelişik ifadeler…
Medyanın geneli, dün sosyal medyanın çıtasına ayarlanmış gibiydi.
Sayın Valimiz Mahmut Demirtaş, “Allaha şükür ölen kimse yok" diye ilk açıklamayı yaptı; sonra Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Hüseyin Sözlü “Yangın merdiveninin kilitli olduğu anlaşılıyor" şeklinde akıl yürütürken, Başbakan Yardımcısı Veysi Kaynak, “Bize gece verilen bilgi yangın çıkış merdiveninin kapısının kilitli olmadığı şeklindedir" deyiverdi…
Üstüne üstlük RTÜK'ten de yayın yasağı gelince sosyal medya topunun dikişleri atmaya ve malum bu mecrada her kafadan bir değil bin ses çıkmaya başlayıverdi.
Sayın Kılıçdaroğlu hiç durur mu? Kendisine onca seçim kaybettiren ünlü stratejisini hemen devreye soktu ve AK Parti-Hükümet saldırılarını derhal harekete geçirdi:“Koskoca Türkiye Cumhuriyeti nasıl olur da yurt sorununu çözemez? (…) Her gün bir felaketle karşılaşıyoruz. Haftanın bir günü yok ki şu gün de bari yüzümüz gülsün. Nasıl oldu da Türkiye bu kadar karanlık bir atmosferin içine sokuldu?.."
Felaketten siyasete malzeme çıkarmak bir muhalefet liderine yakışmıyor elbette. Ancak kendisine kalsa ABD'de Trump'ın seçilmesinden de Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti'yi sorumlu tutacak… Başka malzemesi yok. Einstein'ın haksızlığını kanıtlamakta ısrar ederek “Aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar elde edecek" ve 2002'den bu yana 11 seçim kaybetmiş olan CHP'nin makus kaderini, aynı siyasi iletişim yöntemlerinden bir kez daha medet umarak değiştirecek…
Bu arada örneğin BBC de boş durmuyor tabii. Yurt öğrencilerinin “Kızlar kaçmasın diye parmaklık yapıldı" dediklerine varıncaya kadar art arda “Daha ne kusur bulsak da yazsak" dercesine olumsuz haberler yayınlamayı sürdüren yayın kuruluşunu yakında Avrupa'daki refikleri izleyecektir. Hiç endişeniz olmasın.
Peki, ne yapılmalıydı? Ve hâlâ ne yapılabilir?
Hasar çok büyük olduğu için ortada soğukkanlılık ve olgunlukla, dolayısıyla sabırla yönetilmeyi bekleyen kocaman bir kriz var demektir.
Böylesi krizlerde olması gerektiği gibi, iletişim tek mecradan yönetilir. Valilik ya da yurtlardan sorumlu Bakan'ın liderliğinde oluşturulan kriz masası, “ilk elden iletişim"in sahibi, sözcüsü olur ve öncelikli olarak medyaya açıklamalarda bulunacak kişi ya da kişileri belirler. Hemen ardından, çocuklarını kaybeden ailelere nasıl sahip çıkılacağı da tespit edilir.
Her kafadan ses çıkmasına müsaade edilirse ortalığı müphemiyetin kalın sisi kaplar. Müphemiyet ise gerçeklere denk düşmeyen algılamaların anasıdır. İtfaiyenin nasıl büyük uğraş verdiğini anlatın bakalım, anlatabiliyor musunuz? Nitekim anlatılamadı da.
Hepimiz çok iyi biliyoruz ki, çocuklarını kaybedenlere kimse onları geri veremez. Ateşin düştüğü yeri yaktığı da doğrudur. Ancak bu ateşi yüreklerinde hisseden herkes için, beklentilere yanıt verecek çabaların kamuoyuna doğru anlatılması, müphemiyetin kazanına kepçe sallayanları saf dışı bırakacak doğru iletişim aksiyonlarının bir an önce devreye sokulması gerekmektedir.
Bir de o büyülü sözcüğe sırtını yaslayanlarımız var: “Kader"
Kaderimiz, tedbir ve tevekkül arasındaki dengeyi kurmadan, amatör iletişim kargaşasına ve tesadüfe bırakılabilecek kadar değersiz olabilir mi?
AVM'lere pirincin taşını ayıklamak için son fırsat
Sonunda Cumhurbaşkanı düdük çaldı. Şimdi aldı mı AVM'leri bir kara düşünce?..
Cumhurbaşkanı Erdoğan, hem kamu ihalelerinde hem de diğer ticari ilişkilerde olduğu gibi AVM'lerin de artık marka ve kurumlara alış veriş merkezlerinin çeşitli mekânlarını kiralarken sözleşmelerini dolar değil TL üzerinden yapması gerektiğini vurguladı.
Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi'nin ifadesine göre bu 'talimatın' uygulanmasıyla piyasaya 10 milyar Dolar'ın kalıcı olarak dönmesi bekleniyormuş.
Öz sermaye dolar bazında borçlanmadan inşa edilmiş ve işletmeye alınmış AVM'ciler için pek bir sorun yok bu durumda. Yangın, pek fazla bir öz sermaye koymadan, dolar türünden borçlanıp, dolar kurundan topladığı kiralarla dolar borcunu ödemek durumunda olan AVM'cilerde…
Öte yandan birbiri arkasına kepenk indiren ve AVM'lerin birer fil mezarlığına dönmesine neden olan küçük, orta boy (KOBİ) işletmelerin ve büyük mekânlara büyük dolar kiraları ödemek durumunda olan departman storların, son nefeslerini vermeden nasıl kurtulabileceklerini merakla izleyeceğiz…
Keşke Cumhurbaşkanı düdük çalmadan önce önlem alsalardı. Şimdi ya doları belli bir rakamda sabitleyecekler, ya da ciro üzerinden TL bazında kiraya dönecekler. “Böyle konuşmayın, yoksa yabancı AVM yatırımcısı kaçar” türü numaralar bu saatten sonra yemez artık…
İnşallah bir çözüm bulurlar. Yoksa, bu tavsiye kararı eğer dikkate alınmazsa bilsinler ki, bu sefer yaptırım ve zorlayıcı kararnamelerle düzen sağlanıverir. O zaman da hiçbir AVM'ci pirincin taşını ayıklayacak zaman bulamaz…
Hepimizin sinir uçları daha da hassaslaşır…
İşte bu tür durumlarda oluşan kriz ortamlarının iletişim boyutunda nasıl ele alındığına bakmak da ayrı bir önem kazanır.
İlk görünen, her kafadan ayrı seslerin çıkmış olmasıdır… Seslerin 'ayrı' olması ise, ortamı daha da germektedir. Facia sonrasında iletişimi yönetenler, daha doğru bir deyişle yönetmeyenler, bu yangından bile AK Parti'ye saldırmak için fırsat çıkarmaya çalışıp yangına körükle gidenler için ideal bir ortam oluşturduklarının ne kadar farkındadırlar acaba?..
İşin tuhafı, kimse düdük çalıp da konuşması gerekenlere ve konuşmaması gerekenlere bir ayar vermiyor. Sistem iletişim boyutunda kötü sınav vermeye devam ediyor…
Başlatılan soruşturma kapsamında yurdun müdürü dahil 14 kişi gözaltına alınmış.
Vali Bey'den başlayarak, Belediye Başkanı, İtfaiye Daire Başkanı'na kadar konuşmayan kimse kalmadı. Tabii sayın bakanlarımız da açıklama üstüne açıklama yaparak yanlışlıklar korosuna katıldılar…
Her açıklama bir başka tepkiyi doğurdu. Dün gerek online gazete siteleri gerekse ekranlardaki haberlerin tümüne genel olarak bakıldığında tam bir kargaşa hakimdi. İhmaller, ithamlar, savunmalar, bilgilendirme kusurları, çelişik ifadeler…
Medyanın geneli, dün sosyal medyanın çıtasına ayarlanmış gibiydi.
Sayın Valimiz Mahmut Demirtaş, “Allaha şükür ölen kimse yok" diye ilk açıklamayı yaptı; sonra Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Hüseyin Sözlü “Yangın merdiveninin kilitli olduğu anlaşılıyor" şeklinde akıl yürütürken, Başbakan Yardımcısı Veysi Kaynak, “Bize gece verilen bilgi yangın çıkış merdiveninin kapısının kilitli olmadığı şeklindedir" deyiverdi…
Üstüne üstlük RTÜK'ten de yayın yasağı gelince sosyal medya topunun dikişleri atmaya ve malum bu mecrada her kafadan bir değil bin ses çıkmaya başlayıverdi.
Sayın Kılıçdaroğlu hiç durur mu? Kendisine onca seçim kaybettiren ünlü stratejisini hemen devreye soktu ve AK Parti-Hükümet saldırılarını derhal harekete geçirdi:“Koskoca Türkiye Cumhuriyeti nasıl olur da yurt sorununu çözemez? (…) Her gün bir felaketle karşılaşıyoruz. Haftanın bir günü yok ki şu gün de bari yüzümüz gülsün. Nasıl oldu da Türkiye bu kadar karanlık bir atmosferin içine sokuldu?.."
Felaketten siyasete malzeme çıkarmak bir muhalefet liderine yakışmıyor elbette. Ancak kendisine kalsa ABD'de Trump'ın seçilmesinden de Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti'yi sorumlu tutacak… Başka malzemesi yok. Einstein'ın haksızlığını kanıtlamakta ısrar ederek “Aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar elde edecek" ve 2002'den bu yana 11 seçim kaybetmiş olan CHP'nin makus kaderini, aynı siyasi iletişim yöntemlerinden bir kez daha medet umarak değiştirecek…
Bu arada örneğin BBC de boş durmuyor tabii. Yurt öğrencilerinin “Kızlar kaçmasın diye parmaklık yapıldı" dediklerine varıncaya kadar art arda “Daha ne kusur bulsak da yazsak" dercesine olumsuz haberler yayınlamayı sürdüren yayın kuruluşunu yakında Avrupa'daki refikleri izleyecektir. Hiç endişeniz olmasın.
Peki, ne yapılmalıydı? Ve hâlâ ne yapılabilir?
Hasar çok büyük olduğu için ortada soğukkanlılık ve olgunlukla, dolayısıyla sabırla yönetilmeyi bekleyen kocaman bir kriz var demektir.
Böylesi krizlerde olması gerektiği gibi, iletişim tek mecradan yönetilir. Valilik ya da yurtlardan sorumlu Bakan'ın liderliğinde oluşturulan kriz masası, “ilk elden iletişim"in sahibi, sözcüsü olur ve öncelikli olarak medyaya açıklamalarda bulunacak kişi ya da kişileri belirler. Hemen ardından, çocuklarını kaybeden ailelere nasıl sahip çıkılacağı da tespit edilir.
Her kafadan ses çıkmasına müsaade edilirse ortalığı müphemiyetin kalın sisi kaplar. Müphemiyet ise gerçeklere denk düşmeyen algılamaların anasıdır. İtfaiyenin nasıl büyük uğraş verdiğini anlatın bakalım, anlatabiliyor musunuz? Nitekim anlatılamadı da.
Hepimiz çok iyi biliyoruz ki, çocuklarını kaybedenlere kimse onları geri veremez. Ateşin düştüğü yeri yaktığı da doğrudur. Ancak bu ateşi yüreklerinde hisseden herkes için, beklentilere yanıt verecek çabaların kamuoyuna doğru anlatılması, müphemiyetin kazanına kepçe sallayanları saf dışı bırakacak doğru iletişim aksiyonlarının bir an önce devreye sokulması gerekmektedir.
Bir de o büyülü sözcüğe sırtını yaslayanlarımız var: “Kader"
Kaderimiz, tedbir ve tevekkül arasındaki dengeyi kurmadan, amatör iletişim kargaşasına ve tesadüfe bırakılabilecek kadar değersiz olabilir mi?
AVM'lere pirincin taşını ayıklamak için son fırsat
Sonunda Cumhurbaşkanı düdük çaldı. Şimdi aldı mı AVM'leri bir kara düşünce?..
Cumhurbaşkanı Erdoğan, hem kamu ihalelerinde hem de diğer ticari ilişkilerde olduğu gibi AVM'lerin de artık marka ve kurumlara alış veriş merkezlerinin çeşitli mekânlarını kiralarken sözleşmelerini dolar değil TL üzerinden yapması gerektiğini vurguladı.
Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi'nin ifadesine göre bu 'talimatın' uygulanmasıyla piyasaya 10 milyar Dolar'ın kalıcı olarak dönmesi bekleniyormuş.
Öz sermaye dolar bazında borçlanmadan inşa edilmiş ve işletmeye alınmış AVM'ciler için pek bir sorun yok bu durumda. Yangın, pek fazla bir öz sermaye koymadan, dolar türünden borçlanıp, dolar kurundan topladığı kiralarla dolar borcunu ödemek durumunda olan AVM'cilerde…
Öte yandan birbiri arkasına kepenk indiren ve AVM'lerin birer fil mezarlığına dönmesine neden olan küçük, orta boy (KOBİ) işletmelerin ve büyük mekânlara büyük dolar kiraları ödemek durumunda olan departman storların, son nefeslerini vermeden nasıl kurtulabileceklerini merakla izleyeceğiz…
Keşke Cumhurbaşkanı düdük çalmadan önce önlem alsalardı. Şimdi ya doları belli bir rakamda sabitleyecekler, ya da ciro üzerinden TL bazında kiraya dönecekler. “Böyle konuşmayın, yoksa yabancı AVM yatırımcısı kaçar” türü numaralar bu saatten sonra yemez artık…
İnşallah bir çözüm bulurlar. Yoksa, bu tavsiye kararı eğer dikkate alınmazsa bilsinler ki, bu sefer yaptırım ve zorlayıcı kararnamelerle düzen sağlanıverir. O zaman da hiçbir AVM'ci pirincin taşını ayıklayacak zaman bulamaz…