Fazıl Say yüzünden Yekta Kara’yı atlamışım
22 ARALIK 2007
Kadıköy’de Süreyya Operası’nın resmi açılışı gecesi Yekta Okur hanımla karşılaştık… “Ne yapıyorsunuz?” diye soracak oldum. Anlattıklarını duyunca, bilmediğim daha doğrusu bilmeye çalışmamış olduğum için ciddi hicap duydum. Bakın neler yapıyormuş sıra…
Altı ayı kapsayan uzun bir hazırlık döneminden sonra Fransa'da, Carmen operasını sahneye koymuş. Açılış 4 Aralık'ta Paris'in en büyük gösteri mekânı olan Bercy'de yapılmış. 10.000 seyircinin izlediği gösteri büyük beğeniyle karşılanmış ve dakikalarca ayakta alkışlanmış. Eserin koreografisini de Yekta Hanım yapmış. Alman-Fransız ortak yapımı olan Carmen operasında Arjantinli, Venezuelalı, Çek, Rus, Romen, Alman opera sanatçılarından başka genç Türk şancılar da yer alıyormuş.
Carmen rolünü Aylin Ateş, Mercedes rolünü Nesrin Gönüldağ, Morales'i ise Noyan Coskun yorumluyormuş. Kostümleri Gizem Betil yapmış. Kara, “17 farklı ulustan sanatçılarla ve teknik ekiple çalışmak benim için apayrı bir coşku kaynağı oldu” dedi. Geçtiğimiz haftalarda Carmen için Lyon, Marsilya, Nice, Toulouse, Dijon gibi kentlerde düzenlenen basın toplantılarına katılmış. Televizyon, radyo, yazılı basında Yekta Hanım’la röportajlar yapılmış. Oyunun gösterimi Fransa'da sürüyormuş.
Yekta Hanım “200 sanatçının ve çok büyük bir teknik ekibin yer aldığı, opera yazınının bu en ünlü operasını, Georges Bizet'nin ölümsüz eserini anavatanında, Fransa'da sahnelemiş olmak benim açımdan gerçek bir kıvanç konusu” diyor. Carmen, 2008 yılında dünya turnesinde Budapeşte, Viyana, Prag, Lizbon, Cenevre'de, Almanya'nın birçok şehrinde, Meksika ve Güney Amerika (Brezilya, Şili, Arjantin)'da sergilenecekmiş.
Haber orada burada çıktı. Fakat basında ve özellikle köşe yazarlarımız nezdinde, ben dahil, örneğin Fazıl Say kadar yankı bulmadı. Bu ayıp da bize yeter. Ne yapmıştı Say? Kemancı arkadaşı Renaud Capuçon ile şarapları açıp sohbet etmişler. Konu neymiş? Sanatçıların konserler nedeniyle sürdürmek zorunda oldukları ‘göçebe hayat’… Süddeutsche Zeitung’daki başlık da bu zaten. Tartışma daha çok yerleşmek istenilen kent üzerine. Zürih’e mi yoksa Lausanne’a mı daha uygun acaba? Hangisi havaalanına daha yakın… Bir saatten fazla oldu mu çekilmiyor. Trafik yüzünden erken uçakları tercih ediyorlar. Yoksa dört sanatçı bir araya gelip Capuçon’un çok uygun olduğunu söylediği Easyjet’den bir özel uçak mı kiralamalılar…
İşte bu son derece özel sanatçı geyiğinin bir yerinde Fazıl Bey, Türkiye’de bakan eşleri başörtüsü takıyor, onların oyları %70’i buldu, başka yere taşınmayı düşünüyorum, demiş diye bir laiklik mücadelesi bayraktarlığı haline getirildi… O bile bu abuk durumdan rahtıs oldu da, “Ben öyle demedim!” dedi… “Ak Parti’yi eleştirmeye evet de, bu kadar eften püften nedenlere dayanmayın!” der gibiydi… İşe bakın…
Özür dileriz Yekta Hanım… Başkalarını bilmem ama ben bu arada atlamışım seninle ilgili haberi… Çok daha önemli olmasına, Batı basını senin haberlerine çok daha fazla önem vermesine rağmen…
Tatilde okuma planı yapmak bir eziyet…
Uzun zamandır kitaplardan söz etmemişiz. Benim sevgili stres faktörlerimden… Kütüphaneye baktıkça okuyamadıklarım gelir aklıma; ardından da suçluluk duygusu… Pekiyi, inadına başucuma koyduklarıma ne demeli. Oralarına buralarına işaret koyup yarıda bıraktıklarıma…
Bir de tatil günlerinde mazoşistçe bir duyguyla alıp ekstradan eve getirdiklerim var… “Bu tatilde hepsini temizleyeceğim!” diye aldığım kararlar…
Bu tatilde de eve gelirken bir dolu okuyacak şey yüklendim yine… Öncelikle Dücane Cündioğlu’nun iki yeni kitabı var: Daire’ye Dair ve Göz İzi… Düşünce Yayınları’ndan çıkmış. Okumazsak olmaz… Sorar çünkü… Üstümüzde hakkı vardır. Rezil oluruz.
Şöyle bir baktım dostumun yazdıklarına, daha doğrusu yayınladıklarına… Fenafillah mertebesine çeyrek var gibi geldi bana… Kemale Ermek, Hakikate Ermek gibi meselesi olan herkesin yolu Cündioğlu’nun bu iki kitabıyla mutlaka kesişecektir…
Çantamdaki diğer iki kitap da bir başka sevgili ruh dostumun, Pembe Candaner’in imzasını taşıyor: Sıradışı Kariyer için Yaratıcı Öyküler ve Devenin Kirpiği Ne Zaman İşe Yarar?... (Epsilon Yayınevi)
Bir insan hem psikolog, hem insan kaynaklarcı, hem yönetici, hem de çekici bir kadın olursa korkacaksın zaten. Candaner’in kitapları son derece naiftir oysa. Gazete yazıları gibi… Kendi gibi… Yumuşacık… Sıcacık…
4 güne sığdırmayı planladığım üç kitap daha var. Prof. Dr. Acar Baltaş’ın Hayalinizi Yorganınıza Göre Uzatın’ı (Remzi Kitabevi) “Sen yeter ki iste, her şey olur” diyenlere çok hoş bir yanıt.
Rauf Ateş’in yeni kitabı Kobi Doktoru (155 kritik soru) küçük ve orta boy işletmesi olan herkesin mutlaka başucuna koyması gereken bir kitap (Hayat Yayıncılık); gecede bir sayfa bile olsa okumak için tabii… Bakışmak için değil. Hele Marka Yaratmak adlı bölüm… Rauf Ateş’e benden minik tavsiye: Bir sonraki kitabının konusu bence belli olmuş. Marka konusunda bizden yola çıkılarak yazılmış özgün kitap o kadar az ki…
Yanıma aldığım son kitap ise çok heyecan verici… Sevil Atasoy’un yazılarından bir araya getirdiği kitabın adı: Bu ayak izleri senin Dr. Watson… Bizim CSİ ustamız da Prof. Dr. Sevil Atasoy… Yazar hakkında meraklısına bilgi: Alman Lisesi ve İ.Ü. Kimya Fakültesi mezunu olan Atasoy Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde öğretim üyeliğinin yanı sıra, 1980-1993 yılları arasında Adalet Bakanlığı Adli Tıp Kurumu Kimyasal Tahliller İhtisas Dairesi başkanlığını, İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü’nün 1988-2005 yılları arasında müdürlüğünü yürüttü. Halen, Birleşmiş Milletler Uluslararası Uyuşturucu Kontrol Kurulu ve Uyuşturucu Üretiminde Tahminler Daimi Komisyonu üyesi, İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü öğretim üyesi, Uluslararası Adli Bilim Hizmetleri’nin (IFSS) sahibi ve Hürriyet gazetesi yazarıdır. Daha önce Labirent adlı bir kitabı daha yayımlanmıştır.
Sherlock Holmes’un maceralarını anlatan Dr. Watson lezzetinden kaleme alınmış son kitap, polisiye okumadan uyuyamayanlar için ideal…
Altı ayı kapsayan uzun bir hazırlık döneminden sonra Fransa'da, Carmen operasını sahneye koymuş. Açılış 4 Aralık'ta Paris'in en büyük gösteri mekânı olan Bercy'de yapılmış. 10.000 seyircinin izlediği gösteri büyük beğeniyle karşılanmış ve dakikalarca ayakta alkışlanmış. Eserin koreografisini de Yekta Hanım yapmış. Alman-Fransız ortak yapımı olan Carmen operasında Arjantinli, Venezuelalı, Çek, Rus, Romen, Alman opera sanatçılarından başka genç Türk şancılar da yer alıyormuş.
Carmen rolünü Aylin Ateş, Mercedes rolünü Nesrin Gönüldağ, Morales'i ise Noyan Coskun yorumluyormuş. Kostümleri Gizem Betil yapmış. Kara, “17 farklı ulustan sanatçılarla ve teknik ekiple çalışmak benim için apayrı bir coşku kaynağı oldu” dedi. Geçtiğimiz haftalarda Carmen için Lyon, Marsilya, Nice, Toulouse, Dijon gibi kentlerde düzenlenen basın toplantılarına katılmış. Televizyon, radyo, yazılı basında Yekta Hanım’la röportajlar yapılmış. Oyunun gösterimi Fransa'da sürüyormuş.
Yekta Hanım “200 sanatçının ve çok büyük bir teknik ekibin yer aldığı, opera yazınının bu en ünlü operasını, Georges Bizet'nin ölümsüz eserini anavatanında, Fransa'da sahnelemiş olmak benim açımdan gerçek bir kıvanç konusu” diyor. Carmen, 2008 yılında dünya turnesinde Budapeşte, Viyana, Prag, Lizbon, Cenevre'de, Almanya'nın birçok şehrinde, Meksika ve Güney Amerika (Brezilya, Şili, Arjantin)'da sergilenecekmiş.
Haber orada burada çıktı. Fakat basında ve özellikle köşe yazarlarımız nezdinde, ben dahil, örneğin Fazıl Say kadar yankı bulmadı. Bu ayıp da bize yeter. Ne yapmıştı Say? Kemancı arkadaşı Renaud Capuçon ile şarapları açıp sohbet etmişler. Konu neymiş? Sanatçıların konserler nedeniyle sürdürmek zorunda oldukları ‘göçebe hayat’… Süddeutsche Zeitung’daki başlık da bu zaten. Tartışma daha çok yerleşmek istenilen kent üzerine. Zürih’e mi yoksa Lausanne’a mı daha uygun acaba? Hangisi havaalanına daha yakın… Bir saatten fazla oldu mu çekilmiyor. Trafik yüzünden erken uçakları tercih ediyorlar. Yoksa dört sanatçı bir araya gelip Capuçon’un çok uygun olduğunu söylediği Easyjet’den bir özel uçak mı kiralamalılar…
İşte bu son derece özel sanatçı geyiğinin bir yerinde Fazıl Bey, Türkiye’de bakan eşleri başörtüsü takıyor, onların oyları %70’i buldu, başka yere taşınmayı düşünüyorum, demiş diye bir laiklik mücadelesi bayraktarlığı haline getirildi… O bile bu abuk durumdan rahtıs oldu da, “Ben öyle demedim!” dedi… “Ak Parti’yi eleştirmeye evet de, bu kadar eften püften nedenlere dayanmayın!” der gibiydi… İşe bakın…
Özür dileriz Yekta Hanım… Başkalarını bilmem ama ben bu arada atlamışım seninle ilgili haberi… Çok daha önemli olmasına, Batı basını senin haberlerine çok daha fazla önem vermesine rağmen…
Tatilde okuma planı yapmak bir eziyet…
Uzun zamandır kitaplardan söz etmemişiz. Benim sevgili stres faktörlerimden… Kütüphaneye baktıkça okuyamadıklarım gelir aklıma; ardından da suçluluk duygusu… Pekiyi, inadına başucuma koyduklarıma ne demeli. Oralarına buralarına işaret koyup yarıda bıraktıklarıma…
Bir de tatil günlerinde mazoşistçe bir duyguyla alıp ekstradan eve getirdiklerim var… “Bu tatilde hepsini temizleyeceğim!” diye aldığım kararlar…
Bu tatilde de eve gelirken bir dolu okuyacak şey yüklendim yine… Öncelikle Dücane Cündioğlu’nun iki yeni kitabı var: Daire’ye Dair ve Göz İzi… Düşünce Yayınları’ndan çıkmış. Okumazsak olmaz… Sorar çünkü… Üstümüzde hakkı vardır. Rezil oluruz.
Şöyle bir baktım dostumun yazdıklarına, daha doğrusu yayınladıklarına… Fenafillah mertebesine çeyrek var gibi geldi bana… Kemale Ermek, Hakikate Ermek gibi meselesi olan herkesin yolu Cündioğlu’nun bu iki kitabıyla mutlaka kesişecektir…
Çantamdaki diğer iki kitap da bir başka sevgili ruh dostumun, Pembe Candaner’in imzasını taşıyor: Sıradışı Kariyer için Yaratıcı Öyküler ve Devenin Kirpiği Ne Zaman İşe Yarar?... (Epsilon Yayınevi)
Bir insan hem psikolog, hem insan kaynaklarcı, hem yönetici, hem de çekici bir kadın olursa korkacaksın zaten. Candaner’in kitapları son derece naiftir oysa. Gazete yazıları gibi… Kendi gibi… Yumuşacık… Sıcacık…
4 güne sığdırmayı planladığım üç kitap daha var. Prof. Dr. Acar Baltaş’ın Hayalinizi Yorganınıza Göre Uzatın’ı (Remzi Kitabevi) “Sen yeter ki iste, her şey olur” diyenlere çok hoş bir yanıt.
Rauf Ateş’in yeni kitabı Kobi Doktoru (155 kritik soru) küçük ve orta boy işletmesi olan herkesin mutlaka başucuna koyması gereken bir kitap (Hayat Yayıncılık); gecede bir sayfa bile olsa okumak için tabii… Bakışmak için değil. Hele Marka Yaratmak adlı bölüm… Rauf Ateş’e benden minik tavsiye: Bir sonraki kitabının konusu bence belli olmuş. Marka konusunda bizden yola çıkılarak yazılmış özgün kitap o kadar az ki…
Yanıma aldığım son kitap ise çok heyecan verici… Sevil Atasoy’un yazılarından bir araya getirdiği kitabın adı: Bu ayak izleri senin Dr. Watson… Bizim CSİ ustamız da Prof. Dr. Sevil Atasoy… Yazar hakkında meraklısına bilgi: Alman Lisesi ve İ.Ü. Kimya Fakültesi mezunu olan Atasoy Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde öğretim üyeliğinin yanı sıra, 1980-1993 yılları arasında Adalet Bakanlığı Adli Tıp Kurumu Kimyasal Tahliller İhtisas Dairesi başkanlığını, İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü’nün 1988-2005 yılları arasında müdürlüğünü yürüttü. Halen, Birleşmiş Milletler Uluslararası Uyuşturucu Kontrol Kurulu ve Uyuşturucu Üretiminde Tahminler Daimi Komisyonu üyesi, İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü öğretim üyesi, Uluslararası Adli Bilim Hizmetleri’nin (IFSS) sahibi ve Hürriyet gazetesi yazarıdır. Daha önce Labirent adlı bir kitabı daha yayımlanmıştır.
Sherlock Holmes’un maceralarını anlatan Dr. Watson lezzetinden kaleme alınmış son kitap, polisiye okumadan uyuyamayanlar için ideal…