FB kriz iletişimine odaklanmalı
18 MAYIS 2012
Aslında bu konuyu yazmayacaktım ama ‘Olaylı Derbi Maçı’ meselesinin o kadar suyunu çıkardılar ki, işin gelip dayandığı iletişim boyutuyla ilgili söylenmesi gerekenleri kendime saklamak istemedim… Yaşadıklarımızın bir benzerini başka bir ülkeden haber olarak izlesek, olup bitenlerin tipik bir ‘kriz iletişimi’ meselesi olduğunu ayan beyan görürüz. Oysa ki bizim futbolumuz kapitalizmin, liberalizmin gereklerine uygun olarak yönetilmiyor henüz. Yönetilmediği için de örneğin olayların bugüne taşındığı noktada FB cephesinden şöyle ‘izahatlar’ gelebiliyor:
“Polis tahrik etti… GS’linin biri bayrağın ucunu gösterdi… FB’nin polisle çatışma kültürü olduğu zaten biliniyor… Bu üslupla üzerlerine gitmemek gerekiyordu… Şampiyonu kutluyoruz ama sevinçlerini affetmeyeceğiz…”
‘Finansal fair play’ kavramının yerleştiği, finans sektörü ile spor kültürünün sıkı bağlarla kucaklaştığı, skandalların hisse senetlerini alt üst ettiği Avrupa ülkelerinde ‘kriz iletişimi’ bu bakış açısıyla yönetilmez elbette.
Tartışmalarda kullanılan üslubun gerekçesi şu tür akıl yürütmelerin arkasında aranabilir mi? “Nasılsa hisse senetleri dünyası üzerinde bir etkimiz yok. Ağzımızdan çıkanların yaratacağı tahribatın bedelini ödemek durumunda değiliz. Öyleyse canımızın istediği gibi konuşuruz.”
FB’nin yapması gereken açıklamanın özü şuydu aslında:
“Amaç haklı olup olmamak meselesi değildir. Asıl gündem, olayların çıkmasının engellenmesiydi. Polisle işbirliği içinde olmak gerekirdi. Kimin ihmali varsa, hepsi adına biz özür diliyoruz.”
Böylesi ‘üst tondan’ bir açıklamanın FB’nin marka değerine yakışacağı açıktı. Böyle bir üslup kullanılsa ve bu üslupta ısrar edilseydi FB de kazanırdı FB’lilerde...
Haberin reklam kokanı da ‘cek cak’ ı da bir
Sevgili Ali Atıf Bir ile, ‘Reklam habere son!’ başlığını koyduğu ikinci yazısının her satırıyla mutabıkım. İlk yazısında, medyada ‘reklamveren olmayan markaların haberlerine ekonomi sayfalarında yer vermeme’ şeklindeki anlayışı doğru bulduğu yönünde bir algılama söz konusu idi. Başlıkta adımı geçirdiği ikinci yazısında görüşünü çok daha net ifade etmiş.
Asıl muhalefeti, reklam kokan haberlere imiş. Katılmamak olası mı! Her zaman markayı ballandıra ballandıra anlatan yazım diline ve de özellikle ‘cek, cak’ haberlerine karşı çıkmışızdır.
“İstihdam yaratacak; ardı ardına yatırımlar yapacak; üçüncü sıradan birinci sıraya çıkacak; Avrupa’ya açılacak” türünden ‘cek, cak’ lar beni hasta ediyor.
Aslında vaad bolluğundan geçilmeyen sallama haberlerin takipçileri olmadığı için, meydan da fazlasıyla boş kalmış durumda. Nasıl olur da verilen sözlerin tutulup tutulmadığını şöyle bir kontrol etmek kimsenin aklına gelmez; akıl alır gibi değil.
‘Takipçilik’ olmayınca laflar, suya yazılan yazıdan farksız hale geliyor. Engin Ardıç’ın, Pazar günkü yazısı da bu türden bir ‘kontrol’ örneğiydi bana sorarsanız... 2007 seçimleri öncesinde AK Parti’nin alacağı oy oranına yönelik araştırmalar hakkında atıp tutan yazarlardan alıntılar yapmış. KONDA sonuçları nedeniyle Tarhan Erdem’in tahminlerine ‘giydirenler’, her iki seçmenden birinin AK Parti’ye oy verme ihtimaliyle dalga geçenler... Neler neler...
Ali Atıf Bir haklı: Reklam kokan haber olmaz. Haberle reklam, tanımları gereği buluşamaz. Bir basın bültenindeki haber değerini bulmak, gazeteye girip girmeyeceğine karar vermek de reklamdan sorumlu kişilerin değil, Genel Yayın Yönetmenleri ya da editörlerin meselesidir; onlara güvenmek gerekir. Diğer yandan ‘cek cak’lı haberlerin sağlıklı bir ‘hedef açıklama’ zeminine oturabilmesi de, zaman içinde takip edilerek, sürecin ıslah edilmesiyle mümkün olabilir. Verdikleri sözlerin takip edildiğini bilerek konuşmakla, meydanı boş görerek nutuk atmak arasında fark olacaktır herhalde.
“Polis tahrik etti… GS’linin biri bayrağın ucunu gösterdi… FB’nin polisle çatışma kültürü olduğu zaten biliniyor… Bu üslupla üzerlerine gitmemek gerekiyordu… Şampiyonu kutluyoruz ama sevinçlerini affetmeyeceğiz…”
‘Finansal fair play’ kavramının yerleştiği, finans sektörü ile spor kültürünün sıkı bağlarla kucaklaştığı, skandalların hisse senetlerini alt üst ettiği Avrupa ülkelerinde ‘kriz iletişimi’ bu bakış açısıyla yönetilmez elbette.
Tartışmalarda kullanılan üslubun gerekçesi şu tür akıl yürütmelerin arkasında aranabilir mi? “Nasılsa hisse senetleri dünyası üzerinde bir etkimiz yok. Ağzımızdan çıkanların yaratacağı tahribatın bedelini ödemek durumunda değiliz. Öyleyse canımızın istediği gibi konuşuruz.”
FB’nin yapması gereken açıklamanın özü şuydu aslında:
“Amaç haklı olup olmamak meselesi değildir. Asıl gündem, olayların çıkmasının engellenmesiydi. Polisle işbirliği içinde olmak gerekirdi. Kimin ihmali varsa, hepsi adına biz özür diliyoruz.”
Böylesi ‘üst tondan’ bir açıklamanın FB’nin marka değerine yakışacağı açıktı. Böyle bir üslup kullanılsa ve bu üslupta ısrar edilseydi FB de kazanırdı FB’lilerde...
Haberin reklam kokanı da ‘cek cak’ ı da bir
Sevgili Ali Atıf Bir ile, ‘Reklam habere son!’ başlığını koyduğu ikinci yazısının her satırıyla mutabıkım. İlk yazısında, medyada ‘reklamveren olmayan markaların haberlerine ekonomi sayfalarında yer vermeme’ şeklindeki anlayışı doğru bulduğu yönünde bir algılama söz konusu idi. Başlıkta adımı geçirdiği ikinci yazısında görüşünü çok daha net ifade etmiş.
Asıl muhalefeti, reklam kokan haberlere imiş. Katılmamak olası mı! Her zaman markayı ballandıra ballandıra anlatan yazım diline ve de özellikle ‘cek, cak’ haberlerine karşı çıkmışızdır.
“İstihdam yaratacak; ardı ardına yatırımlar yapacak; üçüncü sıradan birinci sıraya çıkacak; Avrupa’ya açılacak” türünden ‘cek, cak’ lar beni hasta ediyor.
Aslında vaad bolluğundan geçilmeyen sallama haberlerin takipçileri olmadığı için, meydan da fazlasıyla boş kalmış durumda. Nasıl olur da verilen sözlerin tutulup tutulmadığını şöyle bir kontrol etmek kimsenin aklına gelmez; akıl alır gibi değil.
‘Takipçilik’ olmayınca laflar, suya yazılan yazıdan farksız hale geliyor. Engin Ardıç’ın, Pazar günkü yazısı da bu türden bir ‘kontrol’ örneğiydi bana sorarsanız... 2007 seçimleri öncesinde AK Parti’nin alacağı oy oranına yönelik araştırmalar hakkında atıp tutan yazarlardan alıntılar yapmış. KONDA sonuçları nedeniyle Tarhan Erdem’in tahminlerine ‘giydirenler’, her iki seçmenden birinin AK Parti’ye oy verme ihtimaliyle dalga geçenler... Neler neler...
Ali Atıf Bir haklı: Reklam kokan haber olmaz. Haberle reklam, tanımları gereği buluşamaz. Bir basın bültenindeki haber değerini bulmak, gazeteye girip girmeyeceğine karar vermek de reklamdan sorumlu kişilerin değil, Genel Yayın Yönetmenleri ya da editörlerin meselesidir; onlara güvenmek gerekir. Diğer yandan ‘cek cak’lı haberlerin sağlıklı bir ‘hedef açıklama’ zeminine oturabilmesi de, zaman içinde takip edilerek, sürecin ıslah edilmesiyle mümkün olabilir. Verdikleri sözlerin takip edildiğini bilerek konuşmakla, meydanı boş görerek nutuk atmak arasında fark olacaktır herhalde.