FB Su, inşallah beni yanıltır
26 EYLÜL 2004
Marka çeşitlemesinde hayli riskli bir yatırım daha yolda. Fenerbahçe markasından yola çıkarak Fener Su diye yeni bir su markası piyasaya çıkarılacakmış. Berrak Su İçecek A.Ş. Genel Müdürü Fatih Yüksel son derece iyi niyetli bir mantık yürütmüş. Diyor ki: "Özel markalar konusunda bir araştırma yaptık. FB’den daha iyi bir isim bulamayacağımızı gördük. Fenerbahçe ile görüşmeler yaptık. Bu görüşmelerde belirli bir ücret ödeyerek su, meyve suyu ve soda isim haklarını aldık. FB, bu konuda bir ilk olacak. Türkiye çapında bayilikleri oluşturuyoruz, eylül ayı sonunda da İstanbul ve Ankara'da satışa çıkaracağız. Bu ürün için 700 bin dolarlık bir yatırım yaptık."
Bu işlerde iyi niyet yetmiyor. Tanınma açısından bakılıyorsa FB’den daha iyi ‘isim’ bulunamayacağı bir gerçek. Ama FB bir marka değil. Şimdilik değil. GS de değil. BJK da değil... Fatih Bey’in işini çok iyi bildiğinden hiç şüphem yok, suyunu da, markasını da gayet iyi yönetecektir. Ya Fenerbahçe? Bugüne kadar herhangi bir ‘marka yönetimi’ uygulaması görmemiş olan FB’nin marka vaadi ne? Marka ruhu ne? Değer önermesi ne? O vaat, ruh ve değer o suyu sattırır mı?
Bildiğiniz gibi şöhret olmak yetmiyor. Hülya Avşar da, Tarkan da büyük star ve şöhret olmalarına rağmen marka yönetimini gerektiği gibi ele almadıkları için ürün genişlemesinde bir türlü hak ettikleri hedeflere ulaşamadılar. Kendileri birer ticari başarı iken, adlarını taşıyan ürünler aynı başarıyı elde edemediler. GS’nin Avrupa Şampiyonu olduğu yıl bu başarıyı paraya tahvil edemediğini herkes biliyor. FB maçlarında FB petleri sahaya yağarsa ya da FB’de işler kötüye giderse krizi kim çözecek? Suyu GS’lilere, BJK’lilere ve Trabzonlulara da satacak, herkese de sıcak ve yakın gelecek bir isim bulunamaz mıydı?
Bizim millet sıkı fanatiktir. Renkleri yüzünden Shell’den benzin almayan ahbaplar var. Öyle cahil falan değil. Gördüğüm en okumuş, en akıllı adamlar bunlar. Haydi birinin adını da vereyim. Beni affedecektir: Management Center Türkiye’nin Genel Müdürü Tanyer Sönmezer... Benzer fanatiklikteki Galatasaraylılarla Beşiktaşlıların bu suyu içmeyecekleri kesin. Bu kadar büyük bir hedef kitleyi dışarıda bırakmak ne kadar doğru?...
Şöhret bul, adını bir ürüne koy, satsın... Yok böyle şey. Olmuyor. Berrak SU işini dilediği kadar iyi yapsın; FB yönetimi, FB markasını yönetemezse faturasını Fatih Bey ödemek zorunda kalmaz inşallah. Ben Berrak Su’nun yerinde olsaydım, nasıl Gillette Beckham ile anlaştığında Beckham’a bazı kurallar koymuşsa, ben de FB’ye marka yönetimi ile ilgili bazı kurallar koyardım... Tarkan ve Hülya Hanım’ın marka durumları konusunda bugüne kadar tahminlerimde yanılmadım. İnşallah FB Su konusunda yanılırım...
Belirsizlik, atık kadar zehirlidir
İskenderun körfezinde batan geminin çevreye, dolayısıyla o bölgedeki tüm canlılığa vereceği zararın boyutları henüz belli değil. Fakat bir lise öğrencisi arkadaşıma sorsam, desem ki “Kardeşim, sence hangi felaketin boyutları daha büyüktür? 38 kişinin öldüğü TCDD kazasının mı, yoksa henüz kimsenin ölmediği İskenderun körfezinde batan geminin mi?” Bir saniye ile düşünmeden cevabı yapıştıracaktır: “Tabii ki, İskenderun’da zehirli atıkla batan geminin!”...
Hal böyleyken, iletişim nasıl yönetiliyor, izliyor musunuz? Ortada belirsizlik, yani iletişimin kötü yönetildiğinin en belirgin işaretleri var mı? Var. Hem de nasıl var. 4 yıldır orada duran ve basın, İskenderunlular ve devlet dahil herkesin 4 yıl tepkisiz seyrettiği gemi birden nasıl batıyor? Uluslararası yasalara göre İspanya’ya iadesi gereken gemi neden gönderilemedi? Hem de İspanya’nın son dört aydır gemiyi geriye almaya hazır olduğunu açıklamış olmasına rağmen...
Ulla’nın Üçüncü Kaptanı Celal Mavi “2 bin Dolar rüşvet vermedik diye battı” diyor. Çevre Bakanı Osman Pepe, “Bu işin muhatabı İspanyol resmi makamları değil, gemiyi gönderen şirkettir” diyor, “İskenderunlular gidip o şirket aleyhine dava açsınlar!”... Yani bizim resmi makamlar da muhatap değil...
Sabotaj ihtimalinden, çevredeki tüm canlıların tehlikede olduğundan söz ediliyor. 2200 ton toksik madde vardı, deniyor. Nükleer atıktı, radyasyon da yayacak diyenler de var. Yakında limanda kendi halinde dolanan römorklardan birinin çarkçıbaşısı, niye gemiye dikkat etmedi, diye suçlu ilan edilirse hiç şaşmayın.
Numuneler alınıyor. Deniz Kuvvetleri’nden uzmanlar gemiye dalıp çevredeki sudan örnek topluyorlar. Toksik maddenin suya karışmaya başladığı iddia ediliyor. Herkes bir şeyler söylüyor. Söylemesi gereken Bakan Pepe ise susuyor...
Ben de Arsus sahillerinde evleri bulunan Gaziantepli akrabalarım için üzülüyorum... Zehirli atık kadar zehirli etki yapan ‘’belirsizliğin’ söz konusu olduğu durumlarda onun kardeşleri olan dedikodu ve karalamayı engellemek mümkün değildir. Bu ikisi de bir başladı mı, adres sormazlar...
Memleketten manzaralara devam
ATV’nin gecesinde Türkiye’de eğlence ve iş dünyasının starları biraraya gelmişti. Karşılaştığım iş adamlarından biri de Celal Aras’tı. Yanında yöneticilerinden Enis Karslıoğlu vardı. Fırsatı kaçırmadım. Eylül başında Aras Cargo’nun Türkiye’nin çeşitli yörelerinden nefis fotoğrafları gönderilerin üzerine yapıştırarak başlattıkları kampanyayı Ekim ayında bitirmelerinin ne kadar yanlış olduğunu yazmıştım. İletişimde algılamayı sağlamanın yollarından biri de tekrardı... Bu kez bu görüşlerimi yüzlerine karşı söyleme fırsatı buldum.
“Aman” dedim “Sakın durmayın. Öyle bir iki ay değil. Bir, iki yıl. Hatta 5-10 yıl sürdürün bu kampanyayı! Tabii iletişimini de medya yoluyla ciddi bir biçimde yaparak. Ancak o zaman o dilediğiniz ‘ülkesine âşık kargo şirketi’ algılamasını oturtabilirsiniz.”
Baktı ki benden kurtuluş yok. Sanki üstüme vazife, ısrar edip duruyorum. “Tamam” dedi,”Devam edeceğiz. Söz sana!”... Bakalım yaman bir Anadolu efendisi olan Celal Aras ne kadar sözünde duruyormuş, göreceğiz.
Olimpiyatlara bir ay kaldı!
İstanbul’un marka değerine büyük katkı getireceğine inandığım Briç Olimpiyatları’nın başlamasına bir ay kaldı. Bu konuyu geçenlerde yazmış, İstanbul’un marka olması konusunda akıl yürütmek üzere çeşitli toplantılara katılan ve fikir yürüten İstanbul aşığı iş adamı ve yöneticilere seslenerek, “Haydi bakalım, işte size fırsat!” demiştim, “Sponsorlar arasında adınızı görmezsek, söyleyeceklerinizin ne ağırlığı kalır ne de anlamı.” Her hafta sponsorluk durumunu da burada yazacağımı söylemiştim. Öyle ya dünyanın dört bir yanında etkileyici, yönlendirici pozisyonda olan 3000 bin insan geliyor İstanbul’a...
Briç Federasyonu’ndan milli oyuncumuz Sevinç Atay hanımı aradım. Bugünkü tarih itibarıyla durum şu imiş: Aygaz, Grand Cevahir Oteli, Koç Bank ve Vestel’in destekleri kesinleşmiş. Kültür Bakanlığı manevi desteğini vermiş. Turkcell düşünüyormuş... Bu kurum ve kuruluşları kutluyoruz. Diğerlerini de göreve çağırıyoruz. Şimdi laf değil iş zamanı...
Bu arada Aygaz’dan Gülşah Erener hanım bize şu mesajı gönderdi; sizlerle iletmek istedim: “Bu olimpiyatları daha fikir aşamasında sahiplenen Aygaz'ın da sponsorlardan biri olduğunu sizinle paylaşmak istedim. Dünya Briç Federasyonu Türkiye'de yaşanan terör olayları yüzünden organizasyonun ülkemizde yapılması fikrine çok sıcak bakmıyordu. Sayın Sevinç Atay'ın bu konuda göstermiş olduğu kişisel çaba ve gayretleri olmasa bu işin Türkiye'de yapılması söz konusu bile olmayacaktı. Umarım Türkiye'nin tanıtımına çok büyük bir katkısı olacağına inandığımız bu organizasyonu yüzümüzün akıyla tamamlarız .”
Kardelenler geliyor!
Bu sayfanın okurları bilirler, ‘Çağdaş Türkiye’nin Çağdaş Kızları’ projesini yere göğe sığdıramam. Turkcell’in “Hem çocuk hem kariyer” yapmayı beceren başarılı Kurumsal İletişim Bölüm Yöneticisi Zuhal Şeker hanım her zamanki gibi şahsen aradı ve 13 Eylül Pazartesi günü Urfa’da yeni eğitim yılının başlama törenine davet etti. Ben de biraz uçak korkumu bahane ederek, biraz da bu kadar çok mesaj ve etkinliğin biraraya geldiği bir ortamda Turkcell’in araya gideceğini iddia ederek affımı rica ettim.
Sevgili Şeker, Urfa dönüşü fotoğrafları ve bilgilendirme dosyalarını kaparak bizim büroya geldi. İlişki ve iletişim yönetimini bu kadar iyi dengeleyen, her ikisi için de bu kadar çok emek verebilen yönetici sayısı çok azdır...
Bu sayede Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ile birlikte yürütülen bu muhteşem projeye ilişkin bilgilerimi yeniledim. Burs verilen öğrenci sayısı 8 bini aşmış. Bunlardan 243’ü üniversitede. Kendi hallerine bırakılsalar kaderlerinin nereye götüreceği bilinmeyen pırıl pırıl kızlarımız, yakında genç üniversite mezunları olarak hayata atılacaklar. Ayşe Kulin’in kaleme aldığı bu kızları anlatan Kardelen kitabı 18’inci baskıyı yapmış. Geliri yine projeye aktarılıyormuş. Bu arada TED ile işbirliği yapılmış. TED İstanbul Koleji’nde 26 Kardelen’e okuma olanağı tanınacakmış. İleride daha da geliştirilecek olan projenin startı Ekim ayında okuldaki bir törenle verilecekmiş. Bu arada Urfa gezisi TV haberleri hariç biraz Başbakan ve eşinin gölgesinde kalmış. Hay Allah! Yine haklı çıktım (!)... Bu durumları hiç hazmetmeyen Zuhal hanım TED’deki etkinlikle açığı kapatmayı düşünüyor...
Kısa... Kısa... Kısa...
· Son haftaların en başarılı TV reklamı oyuncusu bence Arko, tıraş köpüğü reklamındaki bebek. Hani babasının yanaklarından öpmek için ağlayan; babası yanına gelince de gülen bebek... Bu bebeği bulana da, böyle oynatana da helal olsun!
· Şirin mi şirin bir mobilya reklamı dönüyor şu sıra. Çiçek mobilya! Bıcır bıcır, cıvıl cıvıl. Belli ki çok uğraşılmış. Ama son derece yalın. Son derece net. Çiçek mobilyanın patronları çok başarılı sonuçlar aldıklarını söylüyorlar. Minik bir not: Tüm mağazalar o filmdeki gibi tasarlanmalı sadece bir-iki tanesi değil.
· Boyner markası yeni çehresi ile Çarşı mağazalarındaki yerini aldı. Çok çağdaş biraz da radikal bir logo yapmışlar. O iki renk kolay kolay yanyana gelmez. Bu arada riskli bulduğum bir başka husus daha var: Boyner adının marka vaadi ile Çarşı mağazaların son hali pek uyuşmaz. Tabii o mağazaların konseptini değiştirdilerse o başka. Bir de Çarşı markasına yıllar içinde ciddi yatırım yapmışlardı. O markayı tamamen öldürmek ne kadar doğruydu?
Bu işlerde iyi niyet yetmiyor. Tanınma açısından bakılıyorsa FB’den daha iyi ‘isim’ bulunamayacağı bir gerçek. Ama FB bir marka değil. Şimdilik değil. GS de değil. BJK da değil... Fatih Bey’in işini çok iyi bildiğinden hiç şüphem yok, suyunu da, markasını da gayet iyi yönetecektir. Ya Fenerbahçe? Bugüne kadar herhangi bir ‘marka yönetimi’ uygulaması görmemiş olan FB’nin marka vaadi ne? Marka ruhu ne? Değer önermesi ne? O vaat, ruh ve değer o suyu sattırır mı?
Bildiğiniz gibi şöhret olmak yetmiyor. Hülya Avşar da, Tarkan da büyük star ve şöhret olmalarına rağmen marka yönetimini gerektiği gibi ele almadıkları için ürün genişlemesinde bir türlü hak ettikleri hedeflere ulaşamadılar. Kendileri birer ticari başarı iken, adlarını taşıyan ürünler aynı başarıyı elde edemediler. GS’nin Avrupa Şampiyonu olduğu yıl bu başarıyı paraya tahvil edemediğini herkes biliyor. FB maçlarında FB petleri sahaya yağarsa ya da FB’de işler kötüye giderse krizi kim çözecek? Suyu GS’lilere, BJK’lilere ve Trabzonlulara da satacak, herkese de sıcak ve yakın gelecek bir isim bulunamaz mıydı?
Bizim millet sıkı fanatiktir. Renkleri yüzünden Shell’den benzin almayan ahbaplar var. Öyle cahil falan değil. Gördüğüm en okumuş, en akıllı adamlar bunlar. Haydi birinin adını da vereyim. Beni affedecektir: Management Center Türkiye’nin Genel Müdürü Tanyer Sönmezer... Benzer fanatiklikteki Galatasaraylılarla Beşiktaşlıların bu suyu içmeyecekleri kesin. Bu kadar büyük bir hedef kitleyi dışarıda bırakmak ne kadar doğru?...
Şöhret bul, adını bir ürüne koy, satsın... Yok böyle şey. Olmuyor. Berrak SU işini dilediği kadar iyi yapsın; FB yönetimi, FB markasını yönetemezse faturasını Fatih Bey ödemek zorunda kalmaz inşallah. Ben Berrak Su’nun yerinde olsaydım, nasıl Gillette Beckham ile anlaştığında Beckham’a bazı kurallar koymuşsa, ben de FB’ye marka yönetimi ile ilgili bazı kurallar koyardım... Tarkan ve Hülya Hanım’ın marka durumları konusunda bugüne kadar tahminlerimde yanılmadım. İnşallah FB Su konusunda yanılırım...
Belirsizlik, atık kadar zehirlidir
İskenderun körfezinde batan geminin çevreye, dolayısıyla o bölgedeki tüm canlılığa vereceği zararın boyutları henüz belli değil. Fakat bir lise öğrencisi arkadaşıma sorsam, desem ki “Kardeşim, sence hangi felaketin boyutları daha büyüktür? 38 kişinin öldüğü TCDD kazasının mı, yoksa henüz kimsenin ölmediği İskenderun körfezinde batan geminin mi?” Bir saniye ile düşünmeden cevabı yapıştıracaktır: “Tabii ki, İskenderun’da zehirli atıkla batan geminin!”...
Hal böyleyken, iletişim nasıl yönetiliyor, izliyor musunuz? Ortada belirsizlik, yani iletişimin kötü yönetildiğinin en belirgin işaretleri var mı? Var. Hem de nasıl var. 4 yıldır orada duran ve basın, İskenderunlular ve devlet dahil herkesin 4 yıl tepkisiz seyrettiği gemi birden nasıl batıyor? Uluslararası yasalara göre İspanya’ya iadesi gereken gemi neden gönderilemedi? Hem de İspanya’nın son dört aydır gemiyi geriye almaya hazır olduğunu açıklamış olmasına rağmen...
Ulla’nın Üçüncü Kaptanı Celal Mavi “2 bin Dolar rüşvet vermedik diye battı” diyor. Çevre Bakanı Osman Pepe, “Bu işin muhatabı İspanyol resmi makamları değil, gemiyi gönderen şirkettir” diyor, “İskenderunlular gidip o şirket aleyhine dava açsınlar!”... Yani bizim resmi makamlar da muhatap değil...
Sabotaj ihtimalinden, çevredeki tüm canlıların tehlikede olduğundan söz ediliyor. 2200 ton toksik madde vardı, deniyor. Nükleer atıktı, radyasyon da yayacak diyenler de var. Yakında limanda kendi halinde dolanan römorklardan birinin çarkçıbaşısı, niye gemiye dikkat etmedi, diye suçlu ilan edilirse hiç şaşmayın.
Numuneler alınıyor. Deniz Kuvvetleri’nden uzmanlar gemiye dalıp çevredeki sudan örnek topluyorlar. Toksik maddenin suya karışmaya başladığı iddia ediliyor. Herkes bir şeyler söylüyor. Söylemesi gereken Bakan Pepe ise susuyor...
Ben de Arsus sahillerinde evleri bulunan Gaziantepli akrabalarım için üzülüyorum... Zehirli atık kadar zehirli etki yapan ‘’belirsizliğin’ söz konusu olduğu durumlarda onun kardeşleri olan dedikodu ve karalamayı engellemek mümkün değildir. Bu ikisi de bir başladı mı, adres sormazlar...
Memleketten manzaralara devam
ATV’nin gecesinde Türkiye’de eğlence ve iş dünyasının starları biraraya gelmişti. Karşılaştığım iş adamlarından biri de Celal Aras’tı. Yanında yöneticilerinden Enis Karslıoğlu vardı. Fırsatı kaçırmadım. Eylül başında Aras Cargo’nun Türkiye’nin çeşitli yörelerinden nefis fotoğrafları gönderilerin üzerine yapıştırarak başlattıkları kampanyayı Ekim ayında bitirmelerinin ne kadar yanlış olduğunu yazmıştım. İletişimde algılamayı sağlamanın yollarından biri de tekrardı... Bu kez bu görüşlerimi yüzlerine karşı söyleme fırsatı buldum.
“Aman” dedim “Sakın durmayın. Öyle bir iki ay değil. Bir, iki yıl. Hatta 5-10 yıl sürdürün bu kampanyayı! Tabii iletişimini de medya yoluyla ciddi bir biçimde yaparak. Ancak o zaman o dilediğiniz ‘ülkesine âşık kargo şirketi’ algılamasını oturtabilirsiniz.”
Baktı ki benden kurtuluş yok. Sanki üstüme vazife, ısrar edip duruyorum. “Tamam” dedi,”Devam edeceğiz. Söz sana!”... Bakalım yaman bir Anadolu efendisi olan Celal Aras ne kadar sözünde duruyormuş, göreceğiz.
Olimpiyatlara bir ay kaldı!
İstanbul’un marka değerine büyük katkı getireceğine inandığım Briç Olimpiyatları’nın başlamasına bir ay kaldı. Bu konuyu geçenlerde yazmış, İstanbul’un marka olması konusunda akıl yürütmek üzere çeşitli toplantılara katılan ve fikir yürüten İstanbul aşığı iş adamı ve yöneticilere seslenerek, “Haydi bakalım, işte size fırsat!” demiştim, “Sponsorlar arasında adınızı görmezsek, söyleyeceklerinizin ne ağırlığı kalır ne de anlamı.” Her hafta sponsorluk durumunu da burada yazacağımı söylemiştim. Öyle ya dünyanın dört bir yanında etkileyici, yönlendirici pozisyonda olan 3000 bin insan geliyor İstanbul’a...
Briç Federasyonu’ndan milli oyuncumuz Sevinç Atay hanımı aradım. Bugünkü tarih itibarıyla durum şu imiş: Aygaz, Grand Cevahir Oteli, Koç Bank ve Vestel’in destekleri kesinleşmiş. Kültür Bakanlığı manevi desteğini vermiş. Turkcell düşünüyormuş... Bu kurum ve kuruluşları kutluyoruz. Diğerlerini de göreve çağırıyoruz. Şimdi laf değil iş zamanı...
Bu arada Aygaz’dan Gülşah Erener hanım bize şu mesajı gönderdi; sizlerle iletmek istedim: “Bu olimpiyatları daha fikir aşamasında sahiplenen Aygaz'ın da sponsorlardan biri olduğunu sizinle paylaşmak istedim. Dünya Briç Federasyonu Türkiye'de yaşanan terör olayları yüzünden organizasyonun ülkemizde yapılması fikrine çok sıcak bakmıyordu. Sayın Sevinç Atay'ın bu konuda göstermiş olduğu kişisel çaba ve gayretleri olmasa bu işin Türkiye'de yapılması söz konusu bile olmayacaktı. Umarım Türkiye'nin tanıtımına çok büyük bir katkısı olacağına inandığımız bu organizasyonu yüzümüzün akıyla tamamlarız .”
Kardelenler geliyor!
Bu sayfanın okurları bilirler, ‘Çağdaş Türkiye’nin Çağdaş Kızları’ projesini yere göğe sığdıramam. Turkcell’in “Hem çocuk hem kariyer” yapmayı beceren başarılı Kurumsal İletişim Bölüm Yöneticisi Zuhal Şeker hanım her zamanki gibi şahsen aradı ve 13 Eylül Pazartesi günü Urfa’da yeni eğitim yılının başlama törenine davet etti. Ben de biraz uçak korkumu bahane ederek, biraz da bu kadar çok mesaj ve etkinliğin biraraya geldiği bir ortamda Turkcell’in araya gideceğini iddia ederek affımı rica ettim.
Sevgili Şeker, Urfa dönüşü fotoğrafları ve bilgilendirme dosyalarını kaparak bizim büroya geldi. İlişki ve iletişim yönetimini bu kadar iyi dengeleyen, her ikisi için de bu kadar çok emek verebilen yönetici sayısı çok azdır...
Bu sayede Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ile birlikte yürütülen bu muhteşem projeye ilişkin bilgilerimi yeniledim. Burs verilen öğrenci sayısı 8 bini aşmış. Bunlardan 243’ü üniversitede. Kendi hallerine bırakılsalar kaderlerinin nereye götüreceği bilinmeyen pırıl pırıl kızlarımız, yakında genç üniversite mezunları olarak hayata atılacaklar. Ayşe Kulin’in kaleme aldığı bu kızları anlatan Kardelen kitabı 18’inci baskıyı yapmış. Geliri yine projeye aktarılıyormuş. Bu arada TED ile işbirliği yapılmış. TED İstanbul Koleji’nde 26 Kardelen’e okuma olanağı tanınacakmış. İleride daha da geliştirilecek olan projenin startı Ekim ayında okuldaki bir törenle verilecekmiş. Bu arada Urfa gezisi TV haberleri hariç biraz Başbakan ve eşinin gölgesinde kalmış. Hay Allah! Yine haklı çıktım (!)... Bu durumları hiç hazmetmeyen Zuhal hanım TED’deki etkinlikle açığı kapatmayı düşünüyor...
Kısa... Kısa... Kısa...
· Son haftaların en başarılı TV reklamı oyuncusu bence Arko, tıraş köpüğü reklamındaki bebek. Hani babasının yanaklarından öpmek için ağlayan; babası yanına gelince de gülen bebek... Bu bebeği bulana da, böyle oynatana da helal olsun!
· Şirin mi şirin bir mobilya reklamı dönüyor şu sıra. Çiçek mobilya! Bıcır bıcır, cıvıl cıvıl. Belli ki çok uğraşılmış. Ama son derece yalın. Son derece net. Çiçek mobilyanın patronları çok başarılı sonuçlar aldıklarını söylüyorlar. Minik bir not: Tüm mağazalar o filmdeki gibi tasarlanmalı sadece bir-iki tanesi değil.
· Boyner markası yeni çehresi ile Çarşı mağazalarındaki yerini aldı. Çok çağdaş biraz da radikal bir logo yapmışlar. O iki renk kolay kolay yanyana gelmez. Bu arada riskli bulduğum bir başka husus daha var: Boyner adının marka vaadi ile Çarşı mağazaların son hali pek uyuşmaz. Tabii o mağazaların konseptini değiştirdilerse o başka. Bir de Çarşı markasına yıllar içinde ciddi yatırım yapmışlardı. O markayı tamamen öldürmek ne kadar doğruydu?