Galatasaray’ın gerçek sahibi kim?
14 MART 2007
Kombine biletimiz olmasına rağmen maçlara gitmek içimden gelmiyor. Ama serde Galatasaraylılık var... Ne olup bittiği beni ilgilendiriyor. Canaydın – Polat tartışması, Liseli – Alaylı ikilemi...
Jupp Derwall’in hasbelkader Türkçe’ye çevirdiğim ünlü “Türkiye Anılarım” adlı kitabında bu konuyla ilgili dramatik bir gözlemi vardır...
Galatasaray, bir kaç maç arka arkaya kaybetmiştir. Derwall bazı yöneticilerle Divan Oteli’nin barında oturmuş sohbet etmektedir. Çok üzgündür Hoca. Hele seyircilerin üzülmesine daha çok üzülmektedir. Çünkü kulübün ekonomisinin de yönetiminin de taraftar temelinde oluşacağına inanır.
Yöneticilerden biri, başucuyla oradan geçmekten olan taraftarları göstererek Derwall’i teselli eder: “Boş ver bu güruhu Hocam! Gerçek Galatasaray biziz. Biz ne dersek o olur!..” Derwall kitabında bu durumun yıllar içinde değişmeye yüz tuttuğundan söz eder...
Aradan 20 yıl geçmiş... Ne dersiniz? Usta Hoca yanılmış mı, yanılmamış mı?..
ABD üzerine güçlü bir analiz
Pek çok Amerikan filmi gibi Kirli Sırlar’ı da (The Good Shepherd) ABD’yi daha iyi anlamak adına büyük bir keyifle izledim.
Sonra eve geldik ve ABD’de CIA bünyesinde “karşı casusluk” bölümünün kuruluş hikayesiyle ilgili biraz daha ayrıntı okuduk.
Aslında film adlarının tercüme edilmesine karşıyımdır. Ama bu seferki çeviri mükemmel olmuş. Filmin orijinal adından neredeyse daha iyi.
Filmde üç temel nokta dikkatimizi çekti:
1. Yale ve gizli öğrenci örgütleri ortamı (Oktay Sinanoğlu’ndan bizzat dinlemiştim)... ABD’yi yöneten elit’in çıktığı feodal yapılar.
2. Dünyayı yönetmeye soyunmuş ülkenin, siniri alınmış bonfile gibi, tüm tercihlerini sadece memleketine karşı sorumluluklarından yana kullanan insan görünümlü makineleri (Edward Wilson - Matt Damon, Bill Sullivan – Robert De Niro)...
3. Çeşitli uluslardan bir araya gelmesine rağmen, bütünün, parçalarının toplamından farklı olduğunu kanıtlayan bir ABD ‘ulusal’ kimliği tanımı...
Biraz ağır tempodan rahatsız olmazsanız, mutlaka izleyin. Varsa çevrenizde, ABD’yi ‘küçümseyen’ gençlere de izletin...
Sparta için ağlama İran!
ABD’nin en önemli strateji dergilerinden NPQ (New Perspectives Quarterly) Türkiye’de yeniden yayınlandığında derginin editörü Nathan Gardels çıkan ilk nüsha için yazdığı yazıda şöyle demişti: “Amerika, CIA ya da ordusu ile giremediği yerlere MTV ve Hollywood'u gönderir"...
Şimdi gelin “300 Spartalı” filmini bu cümleden yola çıkarak değerlendirin... Başta Ahmedinejad, bütün İran’ı ayağa kaldıran ve Irak Savaşı’nı anlattığı iddia edilen film, ABD’de gişe rekorlarına koşuyormuş. Bizde o makabr sahneler pek yemez...
Yok Yunanlıların direnişi abartılıyormuş, yok Persler kötü gösteriliyor ve tarihi gerçekler saptırılıyormuş... Geçti Bor’un pazarı, sür eşeğini Niğde’ye... Atı alan Üsküdar’ı geçmiş. Nerede senin Hollywood’un? Nerede senin algılamayı etkileyecek filmlerin?... Yok... Yoksa ağlama!..
Jupp Derwall’in hasbelkader Türkçe’ye çevirdiğim ünlü “Türkiye Anılarım” adlı kitabında bu konuyla ilgili dramatik bir gözlemi vardır...
Galatasaray, bir kaç maç arka arkaya kaybetmiştir. Derwall bazı yöneticilerle Divan Oteli’nin barında oturmuş sohbet etmektedir. Çok üzgündür Hoca. Hele seyircilerin üzülmesine daha çok üzülmektedir. Çünkü kulübün ekonomisinin de yönetiminin de taraftar temelinde oluşacağına inanır.
Yöneticilerden biri, başucuyla oradan geçmekten olan taraftarları göstererek Derwall’i teselli eder: “Boş ver bu güruhu Hocam! Gerçek Galatasaray biziz. Biz ne dersek o olur!..” Derwall kitabında bu durumun yıllar içinde değişmeye yüz tuttuğundan söz eder...
Aradan 20 yıl geçmiş... Ne dersiniz? Usta Hoca yanılmış mı, yanılmamış mı?..
ABD üzerine güçlü bir analiz
Pek çok Amerikan filmi gibi Kirli Sırlar’ı da (The Good Shepherd) ABD’yi daha iyi anlamak adına büyük bir keyifle izledim.
Sonra eve geldik ve ABD’de CIA bünyesinde “karşı casusluk” bölümünün kuruluş hikayesiyle ilgili biraz daha ayrıntı okuduk.
Aslında film adlarının tercüme edilmesine karşıyımdır. Ama bu seferki çeviri mükemmel olmuş. Filmin orijinal adından neredeyse daha iyi.
Filmde üç temel nokta dikkatimizi çekti:
1. Yale ve gizli öğrenci örgütleri ortamı (Oktay Sinanoğlu’ndan bizzat dinlemiştim)... ABD’yi yöneten elit’in çıktığı feodal yapılar.
2. Dünyayı yönetmeye soyunmuş ülkenin, siniri alınmış bonfile gibi, tüm tercihlerini sadece memleketine karşı sorumluluklarından yana kullanan insan görünümlü makineleri (Edward Wilson - Matt Damon, Bill Sullivan – Robert De Niro)...
3. Çeşitli uluslardan bir araya gelmesine rağmen, bütünün, parçalarının toplamından farklı olduğunu kanıtlayan bir ABD ‘ulusal’ kimliği tanımı...
Biraz ağır tempodan rahatsız olmazsanız, mutlaka izleyin. Varsa çevrenizde, ABD’yi ‘küçümseyen’ gençlere de izletin...
Sparta için ağlama İran!
ABD’nin en önemli strateji dergilerinden NPQ (New Perspectives Quarterly) Türkiye’de yeniden yayınlandığında derginin editörü Nathan Gardels çıkan ilk nüsha için yazdığı yazıda şöyle demişti: “Amerika, CIA ya da ordusu ile giremediği yerlere MTV ve Hollywood'u gönderir"...
Şimdi gelin “300 Spartalı” filmini bu cümleden yola çıkarak değerlendirin... Başta Ahmedinejad, bütün İran’ı ayağa kaldıran ve Irak Savaşı’nı anlattığı iddia edilen film, ABD’de gişe rekorlarına koşuyormuş. Bizde o makabr sahneler pek yemez...
Yok Yunanlıların direnişi abartılıyormuş, yok Persler kötü gösteriliyor ve tarihi gerçekler saptırılıyormuş... Geçti Bor’un pazarı, sür eşeğini Niğde’ye... Atı alan Üsküdar’ı geçmiş. Nerede senin Hollywood’un? Nerede senin algılamayı etkileyecek filmlerin?... Yok... Yoksa ağlama!..