Geçmişi bugün yaşıyor olmayalım?..
04 AĞUSTOS 2010
Rahmetli Halit Refiğ üstadım, bana ‘tarihi gerçekçiliği’ anlatırken çok yalın bir dille “Gelecek ile ilgili bir fikir sahibi olabilmek için geçmişi adam gibi okumak gerekir” demişti…
Türkiye’nin bugününü anlamak geleceği ile ilgili “Dağın arkasını görmek ve başa geleceği bilmek” için arada bir geçmişe bir göz atmakta yarar var… Yoksa içinden geçmekte olduğumuz transformasyonu doğru ‘okuyamaz’, gelecek için doğru ‘pozisyon alamayız’…
***
Bugünleri anlamlandırabilmek için üç ayrı yazarın kaleme aldığı ilginç bir olayı ‘okumakta’ çok yarar olabilir. Ersin Kalkan 2 Eylül 2007’de Hürriyet’in Pazar ekinde “Örtbas edilen cinayet” başlığıyla yazmış. Eski çalışma arkadaşlarımdan Ümit Bayazoğlu, 6 Ekim 2007’de “Medeniye, kol düğmelerim nerede?" başlığıyla BirGün’de; Kâmuran Kızlak da 13 Mart 2010’da Patronsuz Medya’da…
Kahramanımız (!) Recep Zühtü Soyak, Atatürk’ün "Mustafa Kemal’in silahşorları" namıyla bilinen arkadaş çevresinden. Kılıç Ali, Kazım Özalp, Ali Çetinkaya, Nuri Conker gibi hepsi sonradan milletvekili olmuş ‘birincil arkadaş halkasında’ yer alıyor. Recep Zühtü ayrıca Eskişehir Şeker Fabrikası yönetim kurulu üyesi… Paşa’nın ta Manastır'dan ‘yakını’... İki önemli özelliği var Recep Zühtü'nün: 1. Attığını gözünden vuran keskin bir silahşor. 2. Paşa’sına ölümüne sadık.
***
Recep Zühtü Bey, 1925’te bir arkadaşının düğününde Fatma Medeniye adlı, henüz 20'li yaşlarında olağanüstü güzel bir kadınla tanışıyor. Sultan Vahdeddin'in hat hocası Hattat Mehmet Sabri Bey'in kızı olan Medeniye, göz kamaştırıcı güzelliğiyle İstanbul sosyetesinin parlayan yıldızı.
14 yaşında bir "Hint Prensi" ile evlendirilmiş. Ancak geçinememişler. İstanbul işgal edilince prens, eşini terk ederek yurduna dönmüş. Medeniye 18 yaşında, bu defa kendinden epey yaşlı bir ressamla evlendirilmiş. Çok geçmeden ressamın vefatıyla dul kalan Medeniye Hanım, Recep Zühtü Bey ile tanışmış ve Ankara'da onunla yaşamaya başlamış. Ata’ya takdim edilmiş.
***
Medeniye Hanım Çankaya'ya çıkıp, kabule layık görüldükten sonra Ankara'nın saygın ve imtiyazlı çevrelerinde kendine ayrıcalıklı bir yer ediniyor. Yasak aşk bir hayli "meşru" bir kimlik kazanıyor.
Recep Zühtü bu arada sevgilisi için Çengelköy’de bir ev kiralıyor. Öte yandan gecelerinin çoğunu Atatürk’ün sofrasında geçirdiği, gündüzleri ticaret ve komisyonculukla uğraştığı için sevgilisini bir hayli ihmal ediyor. Sonunda Medeniye Hanım, bu ilişkiyi sonlandırmak istediğini söylüyor. Recep Zühtü ise, "Sevgilim, yakında bir köşk alacağım, birlikte o köşkte oturacak ve çok mutlu olacağız, sabret" diye oyalıyor genç kadını.
Recep Zühtü gerçekten de 1934’de bir köşk alıyor, meşhur İzzetâbâd köşkünü… Medeniye Hanım'a vaat ettiği "İzzetâbâd Köşkü'nde telli-duvaklı düğün" unutuluyor… Recep Bey köşke annesini, babasını, kardeşlerini, akrabalarını yerleştiriyor. Medeniye Hanım için bu bardağı taşıran son damla oluyor. Günlerce, bazen haftalarca yüzünü bile göremediği adamı beklemektense kendine genç bir sevgili buluyor.
***
Çok geçmeden beklenen oluyor ve Atatürk'ün bir İstanbul ziyareti sırasında, Dolmabahçe Sarayı'nda ‘sofrada’ Recep Zühtü’ye jurnali ulaştırıyorlar:
"Medeniye Hanım, bugün öğlen İstiklâl Caddesi'nde Franguli'de çalışan Yahudi genci görmeye gitti. Oradan çıkıp, sarmaş dolaş etrafa aldırmadan Abdullah Efendi Lokantası'na girdiler. Delikanlı senin kravatını, senin kol düğmelerini taşıyordu."
Hemen tekneyle karşıya geçen Recep Bey, soluğu Medeniye’yi zaman zaman gönderdiği Çengelköy’deki evde alıyor. Medeniye Hanım’ı uykudan kaldırıp dövmeye başlıyor. Genç kadın, söylentilerin yalan olduğunu belirtse de Recep Zühtü Bey, silahını çekip kafasından ve bacaklarının arasından kurşunluyor onu. Kanlar içinde kıvranan kadını bırakıyor. Medeniye Hanım kan kaybından ölüyor.
***
Atatürk, olayı duyunca çok kızıyor. Kılıç Ali'ye "Kanuni icabı yapılmalıdır" diyor. Ama tam o günlerde seçimler var. Recep Zühtü bu hadisenin üzerinden henüz bir hafta bile geçmeden milletvekili seçiliyor. Peki, cinayet davası ne oluyor? Yakın arkadaşları, Mazhar Osman’dan "Cinnet halindeyken bu cinayeti işlemiştir, cezai ehliyeti yoktur" yollu bir rapor almaya çalışıyorlar. Doktor, "Madem cezai ehliyeti yoktur, milletin meclisinde ne işi vardır?" deyip gönderiyor gelen ekibi. Ama asistanı Fahrettin Kerim Gökay istenilen raporu tanzim ediyor… Recep Zühtü Soyak beraat ediyor…
***
Nasıl?
Film gibi değil mi? Yani dramatik… Hatta trajik… Benim ilgimi çeken ise ‘ört bas’ meselesi… Bugün ‘ört bas’çılar ‘milli kültürümüzün’ bir parçası olarak aramızda yaşıyor olabilir mi? Ne dersiniz?
Türkiye’nin bugününü anlamak geleceği ile ilgili “Dağın arkasını görmek ve başa geleceği bilmek” için arada bir geçmişe bir göz atmakta yarar var… Yoksa içinden geçmekte olduğumuz transformasyonu doğru ‘okuyamaz’, gelecek için doğru ‘pozisyon alamayız’…
***
Bugünleri anlamlandırabilmek için üç ayrı yazarın kaleme aldığı ilginç bir olayı ‘okumakta’ çok yarar olabilir. Ersin Kalkan 2 Eylül 2007’de Hürriyet’in Pazar ekinde “Örtbas edilen cinayet” başlığıyla yazmış. Eski çalışma arkadaşlarımdan Ümit Bayazoğlu, 6 Ekim 2007’de “Medeniye, kol düğmelerim nerede?" başlığıyla BirGün’de; Kâmuran Kızlak da 13 Mart 2010’da Patronsuz Medya’da…
Kahramanımız (!) Recep Zühtü Soyak, Atatürk’ün "Mustafa Kemal’in silahşorları" namıyla bilinen arkadaş çevresinden. Kılıç Ali, Kazım Özalp, Ali Çetinkaya, Nuri Conker gibi hepsi sonradan milletvekili olmuş ‘birincil arkadaş halkasında’ yer alıyor. Recep Zühtü ayrıca Eskişehir Şeker Fabrikası yönetim kurulu üyesi… Paşa’nın ta Manastır'dan ‘yakını’... İki önemli özelliği var Recep Zühtü'nün: 1. Attığını gözünden vuran keskin bir silahşor. 2. Paşa’sına ölümüne sadık.
***
Recep Zühtü Bey, 1925’te bir arkadaşının düğününde Fatma Medeniye adlı, henüz 20'li yaşlarında olağanüstü güzel bir kadınla tanışıyor. Sultan Vahdeddin'in hat hocası Hattat Mehmet Sabri Bey'in kızı olan Medeniye, göz kamaştırıcı güzelliğiyle İstanbul sosyetesinin parlayan yıldızı.
14 yaşında bir "Hint Prensi" ile evlendirilmiş. Ancak geçinememişler. İstanbul işgal edilince prens, eşini terk ederek yurduna dönmüş. Medeniye 18 yaşında, bu defa kendinden epey yaşlı bir ressamla evlendirilmiş. Çok geçmeden ressamın vefatıyla dul kalan Medeniye Hanım, Recep Zühtü Bey ile tanışmış ve Ankara'da onunla yaşamaya başlamış. Ata’ya takdim edilmiş.
***
Medeniye Hanım Çankaya'ya çıkıp, kabule layık görüldükten sonra Ankara'nın saygın ve imtiyazlı çevrelerinde kendine ayrıcalıklı bir yer ediniyor. Yasak aşk bir hayli "meşru" bir kimlik kazanıyor.
Recep Zühtü bu arada sevgilisi için Çengelköy’de bir ev kiralıyor. Öte yandan gecelerinin çoğunu Atatürk’ün sofrasında geçirdiği, gündüzleri ticaret ve komisyonculukla uğraştığı için sevgilisini bir hayli ihmal ediyor. Sonunda Medeniye Hanım, bu ilişkiyi sonlandırmak istediğini söylüyor. Recep Zühtü ise, "Sevgilim, yakında bir köşk alacağım, birlikte o köşkte oturacak ve çok mutlu olacağız, sabret" diye oyalıyor genç kadını.
Recep Zühtü gerçekten de 1934’de bir köşk alıyor, meşhur İzzetâbâd köşkünü… Medeniye Hanım'a vaat ettiği "İzzetâbâd Köşkü'nde telli-duvaklı düğün" unutuluyor… Recep Bey köşke annesini, babasını, kardeşlerini, akrabalarını yerleştiriyor. Medeniye Hanım için bu bardağı taşıran son damla oluyor. Günlerce, bazen haftalarca yüzünü bile göremediği adamı beklemektense kendine genç bir sevgili buluyor.
***
Çok geçmeden beklenen oluyor ve Atatürk'ün bir İstanbul ziyareti sırasında, Dolmabahçe Sarayı'nda ‘sofrada’ Recep Zühtü’ye jurnali ulaştırıyorlar:
"Medeniye Hanım, bugün öğlen İstiklâl Caddesi'nde Franguli'de çalışan Yahudi genci görmeye gitti. Oradan çıkıp, sarmaş dolaş etrafa aldırmadan Abdullah Efendi Lokantası'na girdiler. Delikanlı senin kravatını, senin kol düğmelerini taşıyordu."
Hemen tekneyle karşıya geçen Recep Bey, soluğu Medeniye’yi zaman zaman gönderdiği Çengelköy’deki evde alıyor. Medeniye Hanım’ı uykudan kaldırıp dövmeye başlıyor. Genç kadın, söylentilerin yalan olduğunu belirtse de Recep Zühtü Bey, silahını çekip kafasından ve bacaklarının arasından kurşunluyor onu. Kanlar içinde kıvranan kadını bırakıyor. Medeniye Hanım kan kaybından ölüyor.
***
Atatürk, olayı duyunca çok kızıyor. Kılıç Ali'ye "Kanuni icabı yapılmalıdır" diyor. Ama tam o günlerde seçimler var. Recep Zühtü bu hadisenin üzerinden henüz bir hafta bile geçmeden milletvekili seçiliyor. Peki, cinayet davası ne oluyor? Yakın arkadaşları, Mazhar Osman’dan "Cinnet halindeyken bu cinayeti işlemiştir, cezai ehliyeti yoktur" yollu bir rapor almaya çalışıyorlar. Doktor, "Madem cezai ehliyeti yoktur, milletin meclisinde ne işi vardır?" deyip gönderiyor gelen ekibi. Ama asistanı Fahrettin Kerim Gökay istenilen raporu tanzim ediyor… Recep Zühtü Soyak beraat ediyor…
***
Nasıl?
Film gibi değil mi? Yani dramatik… Hatta trajik… Benim ilgimi çeken ise ‘ört bas’ meselesi… Bugün ‘ört bas’çılar ‘milli kültürümüzün’ bir parçası olarak aramızda yaşıyor olabilir mi? Ne dersiniz?