Gel de kıskanma...
08 HAZİRAN 2007
Geçenlerde Galatasaray maçları için abone kartı almayacağımı, transferleri bekleyeceğimi söylemiştim ya... Zeka ve mizah anlayışı gelişmiş arkadaşlar espri üzerine espri patlatıyorlar... Sonuncusu Eczacıbaşı Holding Bilgi ve İletişim Sistemleri Koordinatörü Levent Kızıltan dostumdan geldi tabii ki... Benzer vecizlikte bir mesaj, FB maçlarından sonra haberleştiğimiz (!) Management Center Turkey Genel Müdürü Tanyer Sönmezer’den ya da Garanti Bankası Genel Müdür Yardımcısı Gökhan Erun’dan da gelebilirdi...
Şöyle buyurmuş Levent Bey: “Feldkampf’ı almışsınız. Hayırlısı olsun. O da başarısız olursa, Stephen Hawking gelecekmiş size galiba!..”
Futbol bir eğlence ekonomisidir. Fenerbahçe stadı seyirciler gurur duysun, diye yapılmadı... Şov iyi yürüsün, diye yapıldı. Para kazanılsın, kazanılan para yine futbola yatırılsın diye yapıldı. Roberto Carlos da o şovun parçası... Bana sorarsanız FB’nin şampiyon olması artık önemli değil. FB o denklemi çözmüş artık. FB’ye kim gelse sistem değişmez... Gel de kıskanma...
Futbol görsel zenginlik ve eğlence aracı... Kapitalizmde ayak yorgana göre uzatılmaz. Önce ateş edip sonra nişan alanlar, bu sistemde daha başarılı olurlar. Büyük balık küçük balığı değil, hızlı balık yavaş balığı döver. Bir gün bu bakış açısının Galatasaray’a hakim olacağı günlerin geleceğini ümit ediyorum...
Haydi Cimbom top sende... Pas verme kendin gir!..
‘Mission impossible’
Kriz iletişimi, iş ve iletişim çalışmalarının gül bahçesindeki dikenlerdir... Çalışan, üreten her sistem hata yapar... Bu hataların majör ve minörleri vardır... Birincileri çok daha fazla uğraştırır insanı. Ama çözdünüz mü de tarihe geçersiniz...
Coca-Cola’nın kutusu ile ilgili Belçika’da yaşadığı sorun, Fransız su firması Perrier’nin tüm şişeleri bir anda toplayıp imha etmesi, Ford – Firestone krizi... Bizden örnek bulmak zordur. Bu bizde kriz olmaz anlamına gelmez. Medya konuya girmek için hayli tereddüt eder; bizde krizler onun için büyümez. Sağdan say, Roche – SSK sorunu, Tuzla’daki zehirli variller – Pak Holding - Mustafa Nevzat krizi... Haydi ille de ısrar ederseniz bir de Gülben Ergen’in kaset iletişimindeki başarısını ekleriz...
Bir de ‘Mission Impossible’ olanlar var... (Filmden dolayı Türkçe’ye ‘Görevimiz Tehlike’ diye girdi ama gerçek anlamı ‘Yerine getirilmesi imkânsız görev’)... Şu sıra tüm iş ve iletişim yönetimi ustalarını ağızları bir karış açık olarak izledikleri, son yılların en büyük krizi nükleer bomba gibi gündeme düşmüş durumda...
Dünyanın en büyük ilaç firmalarından Pfizer’in başı belada... Sadece Nijerya hükümetinin aleyhlerine açtığı 7 milyar dolarlık dava ile boğuşmayacaklar. Aynı zamanda markanın itibarı gitti gidiyor.
Suçlama ağır: Pfizer 1996 yılında Kano’daki menenjit ve kızamık salgınında Trovan Floxacin adlı ilacı izin almadan çocuklar üzerinde denemiş. İddiaya göre, ilaç, 11 çocuğun ölümüne 200 çocuğun sağırlık, felç, konuşma bozukluğu, beyin hasarı, körlük gibi sorunlarla karşılaşmasına neden olmuş...
İnsana, “İyi ki Pfizer’in iletişimden sorumluları arasında değiliz” dedirtecek bir durum. Ama biliyoruz ki, böyle bir durumda dahi iletişimi doğru yöneterek krizden mümkün olan en az zararla çıkmak, hatta bazen krizi fırsata çevirme şansı yaratmak bile mümkün... Pfizer’in merkezinin nasıl bir strateji izleyeceğini merakla bekliyoruz...
Mankenler neden surat asar?
Defilelerde saatlerce ayakta dikilmek hiç işime gelmez. Bu yüzden de eş dost ısrarı olmasa, belediyenin 40 tonluk vinci gelse beni yerimden oynatamaz. En son aylar önce Fermas’ın (Ferrari – Maserati) Genel Müdürü Orhan Ülgür davet etmişti. Liman Lokantası’nda Dilek Hanif defilesine gitmiştim. Ayaklarıma kara sular inmiş, defilenin tadını çıkaracağıma kendimi zor atmıştım dışarı...
Bu kez kıramadığım kişi Alışveriş Merkezleri ve Perakendeciler Derneği (AMPD) Başkan Yardımcısı Servet Topaloğlu dostumdu... Gidiyormuş. “Sen de gel!” dedi... Gittik!..
Mekân: Suada... Vesile: Goldaş’ın Derin Denizler adını verdiği yeni tasarımlarının sunulduğu defilesi... Katılım: Yaklaşık 800 kişi... Düzenleme: Müthiş... Salih Saka’nın hazırladığı dev (24 metre) ekranda deniz dibinden görüntüler ve insanın içine işleyen müzik. PR Ajansı: İlyada... Çok başarılı. Özellikle de kendisinin altını çizmediği, varlığını ‘kör kör parmağım gözüne’ sokmadığı, müşterisinden çok kendisinin promosyonunu yapmadığı için...
Konsept, işe yansımış. Azra Akın, Demet Kutluay, Sinem Güven, Hande Subaşı, Yüksel Ak, Çağla Şikel ve yurt dışından gelen Camilla Morais, Sarah Muller, Maria Beljanina ile birlikte 20 rüya gibi kız.
Bir defile cahili olan ben, tabii ki bu defilede de çözemedim: O rüya gibi kızlar podyumda yürürken neden surat asarlar? Tutun ki, birazdan gelip kafa atacaklar... O kadar sinirlenmişler yani... Azra Akın hariç hepsinde bir gerginlik, suratlarından düşen bin parça... Azra’nın defile boyunca gülümsemesi çok hoştu. Demek ki, kavgaya gider gibi podyuma çıkmak şart değil...
Şöyle buyurmuş Levent Bey: “Feldkampf’ı almışsınız. Hayırlısı olsun. O da başarısız olursa, Stephen Hawking gelecekmiş size galiba!..”
Futbol bir eğlence ekonomisidir. Fenerbahçe stadı seyirciler gurur duysun, diye yapılmadı... Şov iyi yürüsün, diye yapıldı. Para kazanılsın, kazanılan para yine futbola yatırılsın diye yapıldı. Roberto Carlos da o şovun parçası... Bana sorarsanız FB’nin şampiyon olması artık önemli değil. FB o denklemi çözmüş artık. FB’ye kim gelse sistem değişmez... Gel de kıskanma...
Futbol görsel zenginlik ve eğlence aracı... Kapitalizmde ayak yorgana göre uzatılmaz. Önce ateş edip sonra nişan alanlar, bu sistemde daha başarılı olurlar. Büyük balık küçük balığı değil, hızlı balık yavaş balığı döver. Bir gün bu bakış açısının Galatasaray’a hakim olacağı günlerin geleceğini ümit ediyorum...
Haydi Cimbom top sende... Pas verme kendin gir!..
‘Mission impossible’
Kriz iletişimi, iş ve iletişim çalışmalarının gül bahçesindeki dikenlerdir... Çalışan, üreten her sistem hata yapar... Bu hataların majör ve minörleri vardır... Birincileri çok daha fazla uğraştırır insanı. Ama çözdünüz mü de tarihe geçersiniz...
Coca-Cola’nın kutusu ile ilgili Belçika’da yaşadığı sorun, Fransız su firması Perrier’nin tüm şişeleri bir anda toplayıp imha etmesi, Ford – Firestone krizi... Bizden örnek bulmak zordur. Bu bizde kriz olmaz anlamına gelmez. Medya konuya girmek için hayli tereddüt eder; bizde krizler onun için büyümez. Sağdan say, Roche – SSK sorunu, Tuzla’daki zehirli variller – Pak Holding - Mustafa Nevzat krizi... Haydi ille de ısrar ederseniz bir de Gülben Ergen’in kaset iletişimindeki başarısını ekleriz...
Bir de ‘Mission Impossible’ olanlar var... (Filmden dolayı Türkçe’ye ‘Görevimiz Tehlike’ diye girdi ama gerçek anlamı ‘Yerine getirilmesi imkânsız görev’)... Şu sıra tüm iş ve iletişim yönetimi ustalarını ağızları bir karış açık olarak izledikleri, son yılların en büyük krizi nükleer bomba gibi gündeme düşmüş durumda...
Dünyanın en büyük ilaç firmalarından Pfizer’in başı belada... Sadece Nijerya hükümetinin aleyhlerine açtığı 7 milyar dolarlık dava ile boğuşmayacaklar. Aynı zamanda markanın itibarı gitti gidiyor.
Suçlama ağır: Pfizer 1996 yılında Kano’daki menenjit ve kızamık salgınında Trovan Floxacin adlı ilacı izin almadan çocuklar üzerinde denemiş. İddiaya göre, ilaç, 11 çocuğun ölümüne 200 çocuğun sağırlık, felç, konuşma bozukluğu, beyin hasarı, körlük gibi sorunlarla karşılaşmasına neden olmuş...
İnsana, “İyi ki Pfizer’in iletişimden sorumluları arasında değiliz” dedirtecek bir durum. Ama biliyoruz ki, böyle bir durumda dahi iletişimi doğru yöneterek krizden mümkün olan en az zararla çıkmak, hatta bazen krizi fırsata çevirme şansı yaratmak bile mümkün... Pfizer’in merkezinin nasıl bir strateji izleyeceğini merakla bekliyoruz...
Mankenler neden surat asar?
Defilelerde saatlerce ayakta dikilmek hiç işime gelmez. Bu yüzden de eş dost ısrarı olmasa, belediyenin 40 tonluk vinci gelse beni yerimden oynatamaz. En son aylar önce Fermas’ın (Ferrari – Maserati) Genel Müdürü Orhan Ülgür davet etmişti. Liman Lokantası’nda Dilek Hanif defilesine gitmiştim. Ayaklarıma kara sular inmiş, defilenin tadını çıkaracağıma kendimi zor atmıştım dışarı...
Bu kez kıramadığım kişi Alışveriş Merkezleri ve Perakendeciler Derneği (AMPD) Başkan Yardımcısı Servet Topaloğlu dostumdu... Gidiyormuş. “Sen de gel!” dedi... Gittik!..
Mekân: Suada... Vesile: Goldaş’ın Derin Denizler adını verdiği yeni tasarımlarının sunulduğu defilesi... Katılım: Yaklaşık 800 kişi... Düzenleme: Müthiş... Salih Saka’nın hazırladığı dev (24 metre) ekranda deniz dibinden görüntüler ve insanın içine işleyen müzik. PR Ajansı: İlyada... Çok başarılı. Özellikle de kendisinin altını çizmediği, varlığını ‘kör kör parmağım gözüne’ sokmadığı, müşterisinden çok kendisinin promosyonunu yapmadığı için...
Konsept, işe yansımış. Azra Akın, Demet Kutluay, Sinem Güven, Hande Subaşı, Yüksel Ak, Çağla Şikel ve yurt dışından gelen Camilla Morais, Sarah Muller, Maria Beljanina ile birlikte 20 rüya gibi kız.
Bir defile cahili olan ben, tabii ki bu defilede de çözemedim: O rüya gibi kızlar podyumda yürürken neden surat asarlar? Tutun ki, birazdan gelip kafa atacaklar... O kadar sinirlenmişler yani... Azra Akın hariç hepsinde bir gerginlik, suratlarından düşen bin parça... Azra’nın defile boyunca gülümsemesi çok hoştu. Demek ki, kavgaya gider gibi podyuma çıkmak şart değil...