Gelecek yıla şimdiden hazırlanın
23 EYLÜL 2007
Pazarlama İletişimi alanında yılda bir kez verilen ve bu yıl üçüncüsü gerçekleşen Think Marketing Ödülleri’ni kazananlar Marketingist Pazarlama Fuarı'nda düzenlenen törenle açıklandı.
Hasbelkader hayli geniş bir katılımla toplanmış olan jürisi içinde yer aldım. Ödüllerin kimlere gittiğine şöyle bir göz atalım:
Yılın Markası: Türk Telekom; Yılın Pazarlama Buluşu: Garanti Bankası ve Garanti Ödeme Sistemleri; Yılın Lansmanı: Milupa Akıllı Kutu; Yılın Pazarlamacısı: Gökhan Öğüt (Groupe Danone Sütlü Ürünler Dünya İş Kolu Temel Kategori ve İçeceklerden Sorumlu Global Pazarlama Direktörü); Yılın KOBİ’si: Çilek Mobilya; Yılın Altın Çocuğu: Ogün Kayımoğlu (Yaptığı yazılımla Avea’dan da ödül alan Anadolu Üniversitesi İşletme Fakültesi öğrencisi); Jüri Özel Ödülü: TOÇEV ve Show TV (Yaşasın Okulumuz projesiyle).
Ödül gerekçelerine ve ayrıntılı bilgiye şu adresten ulaşmak mümkün: http://www.marketingturkiye.com/Haberler/Detay/?no=9223...
Bu ödül sürecinde benim en çok dikkatimi çeken şey, bazı kategorilerde başvuruların zayıf olmasıydı. İnsanlar ya kendi başarılarının farkında değiller ya Think Marketing Ödülleri’ni bilmiyorlar; ya da bu tür ödülleri elde etmelerinin kariyerlerini nasıl etkileyeceklerinin bilincinde değiller...
Örneğin, benim favorim, seçim öncesi ‘Koyverme, Oy Ver!’ adlı kampanyayı başarıyla yürütmüş olan Yeditepe Üniversitesi Reklâm Tasarımı ve İletişimi öğrencileri, her türlü ödülü hak ediyorlardı. Ancak ortalıkta yoktular...
Bu yıl geçti. Pazarlama iletişiminde iddialı olduklarını düşünen kişi ve kuruluşlar gelecek yıl için şimdiden hazırlanmalılar...
Nerede bizim Emmy’ler
Cumartesi sabahı televizyon karşısında miskinlik yapıyoruz. Emmy (Primetime) ödüllerini izliyoruz. Los Angeles’daki Shrine Auditorium’da ABD TV dünyasının bu en büyük ödülü sahiplerini buluyor. Tek kelime ile ‘muhteşem’. Oscar’dan bir mek parmak aşağıda, ancak belli ki büyük bir ciddiyetle hazırlanmış... Ev sahibi, Academy of Television Arts & Sciences...
Bildiğiniz ve Digiturk’de izlediğiniz bütün yapımlar tek tek geçiyor gözümüzün önünden. Starlarıyla birlikte. Ve ödüller yağıyor.
Birinci merakım: Niçin kimse Emmy ödüllerine itiraz etmeyi aklından geçiremiyor? “Hakkım yendi!” diye inleyenler çıkmıyor hiç... Ayrıca herkes niçin ödül gecesine saygı duyuyor? Niçin 6000 kişi smokin ve şık tuvaletlerle geceye geliyor da, bizdeki -örneğin Kristal Elma gecesinde- olduğu gibi, eski püskü ya da kirli tişört, yırtık cin ve neredeyse parmak arası flip-flop’la katılmıyor?
İkinci merakım: Seçim nasıl yapılıyor? Kriter ne?
Üçüncü merakım: Türkiye’de bu iş niçin olmuyor? Gazete ve dergilerin verdikleri ‘kerameti kendinden menkul’ ödüllerin niçin kıymeti harbiyesi yok?
Sizin için araştırdım. Tüm soruların net yanıtları var.
Bir: Orada sektör büyük ve güçlü. Kurumlar oluşmuş. Milyarlarca dolar dönen bir sanayi söz konusu. Sanat ticaretin emrinde. Tersi değil. İçinde değilsen dışındasın. Dışındaysan da yoksun. O yüzden oyunu kurallarına göre oynayacaksın. Küçümsemek adına katılmamanın, kendin gitmeyip üçüncü kademeden genç yönetici adayını yollamanın cezası büyük. Bir dışlanırsan, bir daha iş miş bulamazsın sektörde. Bizde halen kör tuttuğunu öpüyor. O yüzden ne ödülün var ne de kurumun...
İki: Kriter ‘raiting’ değil. Sektör çalışanlarının ‘mükemmeliyet’ ile ilgili görüşleri. Akademinin 13 bin üyesi kendi uzmanlık alanındaki kategorilerdeki seçimler için oy kullanıyor. Kameramanlar kameramanı, yönetmenler, yönetmeni, senaristler senaristi seçiyor. Herkes de yılın dizilerini, programlarını. İtiraz edilecek ya da etkilenecek 10 kişilik bir jüri yok yani. Binlerce kişi söz konusu... En kıl TV’ci olsan, hangi biriyle uğraşacaksın?
Üç: Türkiye’de bu işin olması için reklam verenin sopayı eline alması ve Türk TV sanayine yön vermesi şart. Markasız, merdiven altı, kayıt dışı ekonomiyi güçlendiren kaçak ürünleri kullanan insanların tercihinin yansıdığı rating hesabından bu sektörü kurtarması lazım. Çünkü o reklam verenin o kitleyle hiçbir alakası yok... O kitlenin de marka ürünler umurunda değil.
Edinemeyeceğimiz hasletler belirler
Hafta sonu için Bozcaada’dayız. Hotel Katina’da kalıyoruz. Adanın mimari kimliğini değiştirmeye çalışmadan zenginleştiren, güzelleştiren bir eserde yaşamak büyük keyif. Adada bu kültürde olan mimar çok az. Ayşe Deniz Sekban ve taahhüt işini yürüten eşi Murat Sekban mesela. Bir ressamın tablolarına işaret eder gibi eserlerini gösterirler…
Katina’ya yeniden hayat vermiş olan Mimar Özen Çerençe Hanım’ın ellerine ruhuna sağlık yatırımı gerçekleştiren Okay Tez Bey’in kesesine aklına bereket, işleten Şule Hanım’a da kocaman bir ‘Aferin!’…
Katina’nın kafesinde oturuyoruz. Eskiden bir eşek ahırıymış. İlk renovasyonunu adanın eskilerinden Kemal Pak Bey yaptırmış. Onun adanın dışında butik bir otel işleten oğlu Deniz Pak burayı çok doğru bir kararla otele kiralamış. sonra bu kez Katinacılar tarafından mükemmel bir kafe haline getirilmiş.
Biz de kafede havanın yağışlı ve serin olmasının keyfini sürüyoruz. Hava 7-8… Gemiler iptal. Adanın kıyı ile bağlantısı kesilmiş. Mükemmel bir duygu…
Dört genç geliyor kahve içmeye. Bir günlüğüne ‘takılmışlar’ adaya. Dördü de Bilkent Hukuk mezunu. Üç hukuk bürosunda staja başlamışlar: Hergüner, Birsel, Paksoy… Gençlerden ikisi İzmirli, biri Zonguldaklı, dördüncüsü (erkek olanı) Ankaralı… Ne yapacaklarını bu kadar iyi bilen gençlere az rastlarım. Her şeyi öğrenmeniz mümkündür; iyi aile terbiyesini ise edinmeniz imkansız… Bunlarda hepsi var. Bir de gelecek tasarımlarını devreye sokmuşlar… İnanmak kolay değil… Fikrimi soruyorlar. Anlatıyorum. Özeti üç kelime (Tanyer Sönmezer’in kulakları çınlasın): İrade (Will), Bilgi + Beceri (Skill), Odaklanma (Focus)… Ben buna bir de Derinlik kavramını ekliyorum…
Hukuk eğitimi iş ve iletişim yönetimi için de ideal bir başlangıç… Ön koşul adam gibi bir aile terbiyesi… Kariyer yapabilmenin de ön koşulu o…
Bu arada konuyu izleyenine not: 6 ay geçti hâlâ bir asistan bulamadım…
İnsan Kaynak Değildir!
Son Marketing Türkiye dergisinde daha ayrıntılı yazdım. Meraklısı bir zahmet dergiden bir adet alıp okuyacak. Bugün özetine değineceğiz. Benden önce de Tanju Argun yazmış. Hem de 1999’da: İnsan Kaynak değildir!... (http://www.tanjuargun.com) Ben sadece biraz geliştirmeye çalıştım. Argun demiş ki: “Kaynak sözcüğü bende hep yerden fışkıran suları çağrıştırıyor. İnsanlar yerden fışkırmıyor ki. İnsan, doğumundan başlayarak sabırla, emekle, dikkatle yetiştiriliyor. Düşünen, hisseden, gülen, ağlayan, üreten bir varlık nasıl olur da, su, para, malzeme gibi maddesel kavramları tanımlayan kaynak sözcüğü ile anlatılabilir?” Aynen katılıyorum. Enerji ve para kavramıyla insan kavramını aynı düzlemde ele almanın ne büyük felaketlere yol açacağı ancak hizmet sektöründe kısa zamanda kavranabilir…
Batılılar henüz uyanmadılar bu işe. Onlar daha ‘Personel Sevk ve İdaresi”nden “Özlük İşleri”ne geçişi tamamlamışlar; “İnsan Kaynakları”ndan şunun şurasında 5-10 yıldır ekmek yemeğe başlamışlar. Bir kaç milyar doları daha döndürmeden “İnsan Kaynak Değildir” meselesini tartışmaya hiç gönülleri olmaz.
Bekleyin. İki üç yıla kalmaz bunun bir iki gurusu çıkar. 500 Avro verir izlemeye gidersiniz... Kitaplarını da alır, seminerlerde okuturuz... Pek çok diğer konuda olduğu gibi... Örneğin ‘Think global act local’in (Küresel düşün yerel hareket et) palavra olduğunu 1990’ların ortasında yazmıştık. 2000’lerde ‘Think local act local’e (Yerel düşün yerel hareket et) avdet ettiler. Allahları var, parayı yine iyi götürdüler.
Şimdi bir tarafınıza not edin. İnsan Kaynakları Yönetimi, yerini İnsan Kıymetleri Yönetimine bırakacak. Asset Management (Kıymet Yönetimi) rekabet avantajının bir numaralı unsuru olacak...
Bir de İngilizcesini yazalım da Google’a falan daha iyi girsin. Sonradan inkârı zor olsun: “Human is not a source!”, “Human is an asset!”
Demedi demeyin ha!.. Bunu kavrayan –hele de hizmet sektöründe- kavramayana tur bindirir.
Hasbelkader hayli geniş bir katılımla toplanmış olan jürisi içinde yer aldım. Ödüllerin kimlere gittiğine şöyle bir göz atalım:
Yılın Markası: Türk Telekom; Yılın Pazarlama Buluşu: Garanti Bankası ve Garanti Ödeme Sistemleri; Yılın Lansmanı: Milupa Akıllı Kutu; Yılın Pazarlamacısı: Gökhan Öğüt (Groupe Danone Sütlü Ürünler Dünya İş Kolu Temel Kategori ve İçeceklerden Sorumlu Global Pazarlama Direktörü); Yılın KOBİ’si: Çilek Mobilya; Yılın Altın Çocuğu: Ogün Kayımoğlu (Yaptığı yazılımla Avea’dan da ödül alan Anadolu Üniversitesi İşletme Fakültesi öğrencisi); Jüri Özel Ödülü: TOÇEV ve Show TV (Yaşasın Okulumuz projesiyle).
Ödül gerekçelerine ve ayrıntılı bilgiye şu adresten ulaşmak mümkün: http://www.marketingturkiye.com/Haberler/Detay/?no=9223...
Bu ödül sürecinde benim en çok dikkatimi çeken şey, bazı kategorilerde başvuruların zayıf olmasıydı. İnsanlar ya kendi başarılarının farkında değiller ya Think Marketing Ödülleri’ni bilmiyorlar; ya da bu tür ödülleri elde etmelerinin kariyerlerini nasıl etkileyeceklerinin bilincinde değiller...
Örneğin, benim favorim, seçim öncesi ‘Koyverme, Oy Ver!’ adlı kampanyayı başarıyla yürütmüş olan Yeditepe Üniversitesi Reklâm Tasarımı ve İletişimi öğrencileri, her türlü ödülü hak ediyorlardı. Ancak ortalıkta yoktular...
Bu yıl geçti. Pazarlama iletişiminde iddialı olduklarını düşünen kişi ve kuruluşlar gelecek yıl için şimdiden hazırlanmalılar...
Nerede bizim Emmy’ler
Cumartesi sabahı televizyon karşısında miskinlik yapıyoruz. Emmy (Primetime) ödüllerini izliyoruz. Los Angeles’daki Shrine Auditorium’da ABD TV dünyasının bu en büyük ödülü sahiplerini buluyor. Tek kelime ile ‘muhteşem’. Oscar’dan bir mek parmak aşağıda, ancak belli ki büyük bir ciddiyetle hazırlanmış... Ev sahibi, Academy of Television Arts & Sciences...
Bildiğiniz ve Digiturk’de izlediğiniz bütün yapımlar tek tek geçiyor gözümüzün önünden. Starlarıyla birlikte. Ve ödüller yağıyor.
Birinci merakım: Niçin kimse Emmy ödüllerine itiraz etmeyi aklından geçiremiyor? “Hakkım yendi!” diye inleyenler çıkmıyor hiç... Ayrıca herkes niçin ödül gecesine saygı duyuyor? Niçin 6000 kişi smokin ve şık tuvaletlerle geceye geliyor da, bizdeki -örneğin Kristal Elma gecesinde- olduğu gibi, eski püskü ya da kirli tişört, yırtık cin ve neredeyse parmak arası flip-flop’la katılmıyor?
İkinci merakım: Seçim nasıl yapılıyor? Kriter ne?
Üçüncü merakım: Türkiye’de bu iş niçin olmuyor? Gazete ve dergilerin verdikleri ‘kerameti kendinden menkul’ ödüllerin niçin kıymeti harbiyesi yok?
Sizin için araştırdım. Tüm soruların net yanıtları var.
Bir: Orada sektör büyük ve güçlü. Kurumlar oluşmuş. Milyarlarca dolar dönen bir sanayi söz konusu. Sanat ticaretin emrinde. Tersi değil. İçinde değilsen dışındasın. Dışındaysan da yoksun. O yüzden oyunu kurallarına göre oynayacaksın. Küçümsemek adına katılmamanın, kendin gitmeyip üçüncü kademeden genç yönetici adayını yollamanın cezası büyük. Bir dışlanırsan, bir daha iş miş bulamazsın sektörde. Bizde halen kör tuttuğunu öpüyor. O yüzden ne ödülün var ne de kurumun...
İki: Kriter ‘raiting’ değil. Sektör çalışanlarının ‘mükemmeliyet’ ile ilgili görüşleri. Akademinin 13 bin üyesi kendi uzmanlık alanındaki kategorilerdeki seçimler için oy kullanıyor. Kameramanlar kameramanı, yönetmenler, yönetmeni, senaristler senaristi seçiyor. Herkes de yılın dizilerini, programlarını. İtiraz edilecek ya da etkilenecek 10 kişilik bir jüri yok yani. Binlerce kişi söz konusu... En kıl TV’ci olsan, hangi biriyle uğraşacaksın?
Üç: Türkiye’de bu işin olması için reklam verenin sopayı eline alması ve Türk TV sanayine yön vermesi şart. Markasız, merdiven altı, kayıt dışı ekonomiyi güçlendiren kaçak ürünleri kullanan insanların tercihinin yansıdığı rating hesabından bu sektörü kurtarması lazım. Çünkü o reklam verenin o kitleyle hiçbir alakası yok... O kitlenin de marka ürünler umurunda değil.
Edinemeyeceğimiz hasletler belirler
Hafta sonu için Bozcaada’dayız. Hotel Katina’da kalıyoruz. Adanın mimari kimliğini değiştirmeye çalışmadan zenginleştiren, güzelleştiren bir eserde yaşamak büyük keyif. Adada bu kültürde olan mimar çok az. Ayşe Deniz Sekban ve taahhüt işini yürüten eşi Murat Sekban mesela. Bir ressamın tablolarına işaret eder gibi eserlerini gösterirler…
Katina’ya yeniden hayat vermiş olan Mimar Özen Çerençe Hanım’ın ellerine ruhuna sağlık yatırımı gerçekleştiren Okay Tez Bey’in kesesine aklına bereket, işleten Şule Hanım’a da kocaman bir ‘Aferin!’…
Katina’nın kafesinde oturuyoruz. Eskiden bir eşek ahırıymış. İlk renovasyonunu adanın eskilerinden Kemal Pak Bey yaptırmış. Onun adanın dışında butik bir otel işleten oğlu Deniz Pak burayı çok doğru bir kararla otele kiralamış. sonra bu kez Katinacılar tarafından mükemmel bir kafe haline getirilmiş.
Biz de kafede havanın yağışlı ve serin olmasının keyfini sürüyoruz. Hava 7-8… Gemiler iptal. Adanın kıyı ile bağlantısı kesilmiş. Mükemmel bir duygu…
Dört genç geliyor kahve içmeye. Bir günlüğüne ‘takılmışlar’ adaya. Dördü de Bilkent Hukuk mezunu. Üç hukuk bürosunda staja başlamışlar: Hergüner, Birsel, Paksoy… Gençlerden ikisi İzmirli, biri Zonguldaklı, dördüncüsü (erkek olanı) Ankaralı… Ne yapacaklarını bu kadar iyi bilen gençlere az rastlarım. Her şeyi öğrenmeniz mümkündür; iyi aile terbiyesini ise edinmeniz imkansız… Bunlarda hepsi var. Bir de gelecek tasarımlarını devreye sokmuşlar… İnanmak kolay değil… Fikrimi soruyorlar. Anlatıyorum. Özeti üç kelime (Tanyer Sönmezer’in kulakları çınlasın): İrade (Will), Bilgi + Beceri (Skill), Odaklanma (Focus)… Ben buna bir de Derinlik kavramını ekliyorum…
Hukuk eğitimi iş ve iletişim yönetimi için de ideal bir başlangıç… Ön koşul adam gibi bir aile terbiyesi… Kariyer yapabilmenin de ön koşulu o…
Bu arada konuyu izleyenine not: 6 ay geçti hâlâ bir asistan bulamadım…
İnsan Kaynak Değildir!
Son Marketing Türkiye dergisinde daha ayrıntılı yazdım. Meraklısı bir zahmet dergiden bir adet alıp okuyacak. Bugün özetine değineceğiz. Benden önce de Tanju Argun yazmış. Hem de 1999’da: İnsan Kaynak değildir!... (http://www.tanjuargun.com) Ben sadece biraz geliştirmeye çalıştım. Argun demiş ki: “Kaynak sözcüğü bende hep yerden fışkıran suları çağrıştırıyor. İnsanlar yerden fışkırmıyor ki. İnsan, doğumundan başlayarak sabırla, emekle, dikkatle yetiştiriliyor. Düşünen, hisseden, gülen, ağlayan, üreten bir varlık nasıl olur da, su, para, malzeme gibi maddesel kavramları tanımlayan kaynak sözcüğü ile anlatılabilir?” Aynen katılıyorum. Enerji ve para kavramıyla insan kavramını aynı düzlemde ele almanın ne büyük felaketlere yol açacağı ancak hizmet sektöründe kısa zamanda kavranabilir…
Batılılar henüz uyanmadılar bu işe. Onlar daha ‘Personel Sevk ve İdaresi”nden “Özlük İşleri”ne geçişi tamamlamışlar; “İnsan Kaynakları”ndan şunun şurasında 5-10 yıldır ekmek yemeğe başlamışlar. Bir kaç milyar doları daha döndürmeden “İnsan Kaynak Değildir” meselesini tartışmaya hiç gönülleri olmaz.
Bekleyin. İki üç yıla kalmaz bunun bir iki gurusu çıkar. 500 Avro verir izlemeye gidersiniz... Kitaplarını da alır, seminerlerde okuturuz... Pek çok diğer konuda olduğu gibi... Örneğin ‘Think global act local’in (Küresel düşün yerel hareket et) palavra olduğunu 1990’ların ortasında yazmıştık. 2000’lerde ‘Think local act local’e (Yerel düşün yerel hareket et) avdet ettiler. Allahları var, parayı yine iyi götürdüler.
Şimdi bir tarafınıza not edin. İnsan Kaynakları Yönetimi, yerini İnsan Kıymetleri Yönetimine bırakacak. Asset Management (Kıymet Yönetimi) rekabet avantajının bir numaralı unsuru olacak...
Bir de İngilizcesini yazalım da Google’a falan daha iyi girsin. Sonradan inkârı zor olsun: “Human is not a source!”, “Human is an asset!”
Demedi demeyin ha!.. Bunu kavrayan –hele de hizmet sektöründe- kavramayana tur bindirir.