Gelenek sürecektir
26 aĞUSTOS 2007
Dünkü yazısında Mehmet Y. Yılmaz sormuş: “Sezer’in oluşturduğu gelenek sürecek mi?”
İyi soru... “Herhalde, gerginlik yaratma, gelen yasaları, meclis kararlarını veto etme, atamaları reddetme geleneğini kastediyor olmalı” diye düşündüm.
Sezer’in oluşturduğu gelenek sürer mi? Belki sürer. Örneğin beş yıl sonra Ak Parti seçimleri kaybeder. CHP ezici bir çoğunlukla tek başına iktidar olur ve Abdullah Gül her şeyi reddeder, veto eder, onaylamaz, hiçbir şeye katılmaz, yurt dışına gitmez, iş dünyasını görmezden gelir, yurttaşlık bilgisi hocası gibi davranır, ama kırmızı ışıkta durur, eşiyle süpermarkete alışverişe gider, sık sık Remzi Kitabevi’ni şereflendirir.
Yazının tamamı okunduğunda, Yılmaz’ın Cumhurbaşkanlığına gelen hediyeleri Gül’ün ne yapacağını merak ettiği anlaşılıyor.
Kenan Evren’e gelen hediyeler Askerî Müze’de sergilenmişti. Görevliye sormuştum, şöyle yanıtlamıştı: “Gelenektir, Cumhurbaşkanlarına verilen devlet hediyeleri envantere kaydettirilir. Bunu Cumhurbaşkanına sormadan yaparlar.”
Yani Gül’ün aksini yapma şansı yok. Herkes müsterih olsun.
Not: Dün “sen neymişsin be abi” diye bir yazı yazmış, Sayın Sezer’in gergin halinden bahsetmiştik. Sayın Cumhurbaşkanı Başbakanı ziyareti sırasında verdiği fotoğraflarla beni utandırdı. Keşke sık sık bu fotoğrafları verseydi...
Mersin’den dünyaya açılan pencere
Dün AIESEC ile ilgili bir yazı yazmıştım. Binlerce öğrenciye farklı ülke ve kültürleri tanıma şansı veren dünyanın en büyük öğrenci değişim örgütü şu sıra İstanbul’da büyük bir kongre düzenliyor. Bu vesile ile başta sponsorlar destek veren herkesin gurur duyması ve desteklerini artırması gerektiğini savundum.
Mersin’den Süleyman Arı adlı okurumuz bakın nasıl bir e-posta mesajı ile geri dönmüş: “AIESEC'in benim için de çok önemli bir yeri vardır. Mersin'den 9 çocuklu bir çiftçinin çocuklarından biri olarak İstanbul'a, Boğaziçi İşletme'ye giden bir gencin hayatına artı değer kattığını birebir gördüm. Bu genç, Bilal Arı, benim kardeşim olur.
Önce Finlandiya'ya değişim öğrencisi olarak gitti. Sonra Belgrat'ta staj yaptı. Şimdi de Viyana'ya Craft'a stajyer olarak gidiyor. Sözünü ettiğimiz kişi Mersin Erdemli'den, okuması yazması olmayan bir ailenin, hem de 9 çocuklu bir ailenin çocuğu, liseyi Robert’lerde, TED’lerde ve benzerlerinde okumuş biri değil.
Bundan dolayı sizin aracılığınızla hem kardeşime, hem gençlere sahip çıkanlara, başta AIESEC'e ve de size teşekkür ediyorum.”
Başta bizim yayın grubu olmak üzere tüm sponsorlar ne kadar övünseler ve bu projeyİ destekleseler azdır: Garanti Bankası, Microsoft, InBev, Price Waterhouse Coopers, ING, HP, Turkcell, TAV, Kamil Koç, Tekofaks (Panasonic), Şahinler, Ernest & Young, VW Ticari Araç, Edding, 3’ü Birarada, Bosch, Hayat, Unilever, Colezzione, Net One, Nezih...
Regal bomba gibi olmuş!
Eskiden olsa çoktan bana reklam filmini göndermişti. Ancak M.A.R.K.A ajansın sahibi, kendisini ‘deli dahi’ diye sık sık övdüğüm sevgili Hulusi Derici’den uzun süredir ses yok. Ne zamandır yok, tam olarak söyleyeyim: Alpet reklamlarının, özellikle de Ali Şen’li sahnelerin ilgi çekici, ancak iş hedefine hizmette sorunlu olabileceğini yazdığım günden bu yana...
‘Büyük reklamcılarda’ her zaman bu haslet vardır. Eleştiri kaldırma konusunda naziktirler... Hele Hulusi gibi arkasında ‘Vurduğu onlarca aslan’ bulunan birinin böyle küçük eleştirilere hiç aldırmaması gerekir...
Sevgili Derici’yi anlıyorum. Ama bu sefer sadece iyi şeyler söyleyeceğim. Regal’in yeni filmine bayıldım. Uzun uzun anlatmaya gerek yok, dış sesin: “Aklını topla Berkecan; yoksa evde kalcan!” dediği sahneyi hatırlatsak yeterli. Bir reklam mesajı ancak bu kadar yalın, bu kadar etkili ve bu kadar iş hedefi odaklı taşınır herhalde.
Eline sağlık Hulusiciğim. ‘Beğenme’yle ‘sevme’yi karıştırma lütfen. Biz seni seviyoruz...
Allah Allah, bu ne biçim mesaj?
Bizim PR ve etkinlik şirketinin Genel Müdürü Ozan Özkan, gazetedeki yazılar adına istihbarat elemanı gibi çalışır. “İ... basın, bunu da yazın!” şeklinde değil. Daha çok “Bu kadarı da olmaz!” tadında şeyler yakalarsa mutlaka haber verir.
Bu sefer inandırma sorunu olabilir diye düşünmüş herhalde, bir de fotoğraf iliştirmiş mesajının yanına. Reklam Sagra’nın. Ben şahsen ürünlerine bayılırım. Sağlığım müsaade etse, her sabah fırından ılık ılık çıkmış taze ekmek üzerine bir kavanoz sürer yerim...
Sagra, Levent’te bombalanmış olan HSBC binasının üzerini bir reklam brandası ile giydirmiş. Bakın üzerindeki kilit mesaj ne: “Vermek almak kadar güzelse yılların tercihi Tadelle Sarelle"
Allah Allah... Fesupanallah!.. Ne alaka? ‘Vermek’, ‘almak’ ve ‘güzellik’ kavramlarının birbirleriyle ne alakaları var? Ve de bunların üçünün Tadelle veya Sarelle ile ne ilgileri var?..
Beğendiğiniz sesleri (notaları) yan yana koyunca nasıl melodi (müzik) olmuyorsa; hoşunuza giden kelimeleri de istifleyince reklam mesajı oluşmuyor...
‘Az olan fazladır!’
Dünyanın en zor işi bir fikri kısa zamanda, dar mekânda, çok insana anlatabilmektir. Bu yüzden de iyi uzun metrajcıların iyi reklamcılardan çıkacağı iddia edilir. Türkiye’den de Yavuz Turgul ve Sinan Çetin gösterilir. Serdar Erener de bir gün uzun metraj yaparsa herhalde iyi olur...
Şu sıra TV’lerde Doğuş Çay’ın minicik bir filmi dönüyor. Belki 5 belki de 3 saniye... Konu ‘Küresel Isınma’... Hani çay bardağının susuzluktan kuruyup çatlamış bir toprak yığınına dönüştüğü film...
Kendisini ifade etmeye çalışan kurum ve kişilerin bu anlatımı incelemelerinde yarar var. Hani minimalizmin ‘az olan fazladır’ diye Türkçe’ye tercüme edilen ‘less is more’ diye bir düsturu vardır. İletişim kirliliğinin alıp başını gittiği bir dünyada Doğuş çay doğrusunu yapmış...
Turkcell’in filmi hiçbir şey kaybetmemiş
İki kez ben yazdım, diye olmamıştır herhalde. Ama Turkcell futbolla ilgili reklamında reaksiyon alan o sahneyi çıkartmış; çok da iyi yapmış. ‘Güzellik hatasıydı’, dokunmasalardı da olurdu; ancak ‘Büyük’ marka işte böyle olunur. Hatayı hangi aşamada yakalarsan düzeltirsin...
Vapur halatları çözmüş, iskeleyi almıştır... Kadın son anda elinde alışveriş malzemeleriyle bir telaş koşar ve hareket halindeki vapura son anda atlar... İnsanlar da Goool, diye tezahürat yapar... İşte o sahne olmuyordu. İki okur bize yazmıştı... Biz de burada dile getirmiştik. Hemen halletmişler... “İyi ki varsın futbol” hoşluğundan ve etkisinden hiçbir şey kaybetmemiş...
Bizim söylememiz bazen de hiç etkili olmaz. Akpen’in Eşref Kolçak’ı ‘Yılbaşı eğlence kukuletası’ ile gösterdiği film anlamsızlığın doruğunda. Üçtür diyoruz ki, “Bu sahneleri eski filminizden almışsınız. Orada Halit Akçatepe, Kolçak’ın yaş gününü kutlamaya geliyordu. O zaman o kırmızı kukuletanın bir anlamı oluyordu. Bu haliyle bir deliyi andırıyor. Yeni film yapmamakla elde ettiğiniz tasarrufu, filmi etkisizleştirerek misliyle ödüyorsunuz!”
Kimsenin pek umurunda değil. O nedenle Turkcell’in yaptığını iki kere takdir etmek gerek...
İyi soru... “Herhalde, gerginlik yaratma, gelen yasaları, meclis kararlarını veto etme, atamaları reddetme geleneğini kastediyor olmalı” diye düşündüm.
Sezer’in oluşturduğu gelenek sürer mi? Belki sürer. Örneğin beş yıl sonra Ak Parti seçimleri kaybeder. CHP ezici bir çoğunlukla tek başına iktidar olur ve Abdullah Gül her şeyi reddeder, veto eder, onaylamaz, hiçbir şeye katılmaz, yurt dışına gitmez, iş dünyasını görmezden gelir, yurttaşlık bilgisi hocası gibi davranır, ama kırmızı ışıkta durur, eşiyle süpermarkete alışverişe gider, sık sık Remzi Kitabevi’ni şereflendirir.
Yazının tamamı okunduğunda, Yılmaz’ın Cumhurbaşkanlığına gelen hediyeleri Gül’ün ne yapacağını merak ettiği anlaşılıyor.
Kenan Evren’e gelen hediyeler Askerî Müze’de sergilenmişti. Görevliye sormuştum, şöyle yanıtlamıştı: “Gelenektir, Cumhurbaşkanlarına verilen devlet hediyeleri envantere kaydettirilir. Bunu Cumhurbaşkanına sormadan yaparlar.”
Yani Gül’ün aksini yapma şansı yok. Herkes müsterih olsun.
Not: Dün “sen neymişsin be abi” diye bir yazı yazmış, Sayın Sezer’in gergin halinden bahsetmiştik. Sayın Cumhurbaşkanı Başbakanı ziyareti sırasında verdiği fotoğraflarla beni utandırdı. Keşke sık sık bu fotoğrafları verseydi...
Mersin’den dünyaya açılan pencere
Dün AIESEC ile ilgili bir yazı yazmıştım. Binlerce öğrenciye farklı ülke ve kültürleri tanıma şansı veren dünyanın en büyük öğrenci değişim örgütü şu sıra İstanbul’da büyük bir kongre düzenliyor. Bu vesile ile başta sponsorlar destek veren herkesin gurur duyması ve desteklerini artırması gerektiğini savundum.
Mersin’den Süleyman Arı adlı okurumuz bakın nasıl bir e-posta mesajı ile geri dönmüş: “AIESEC'in benim için de çok önemli bir yeri vardır. Mersin'den 9 çocuklu bir çiftçinin çocuklarından biri olarak İstanbul'a, Boğaziçi İşletme'ye giden bir gencin hayatına artı değer kattığını birebir gördüm. Bu genç, Bilal Arı, benim kardeşim olur.
Önce Finlandiya'ya değişim öğrencisi olarak gitti. Sonra Belgrat'ta staj yaptı. Şimdi de Viyana'ya Craft'a stajyer olarak gidiyor. Sözünü ettiğimiz kişi Mersin Erdemli'den, okuması yazması olmayan bir ailenin, hem de 9 çocuklu bir ailenin çocuğu, liseyi Robert’lerde, TED’lerde ve benzerlerinde okumuş biri değil.
Bundan dolayı sizin aracılığınızla hem kardeşime, hem gençlere sahip çıkanlara, başta AIESEC'e ve de size teşekkür ediyorum.”
Başta bizim yayın grubu olmak üzere tüm sponsorlar ne kadar övünseler ve bu projeyİ destekleseler azdır: Garanti Bankası, Microsoft, InBev, Price Waterhouse Coopers, ING, HP, Turkcell, TAV, Kamil Koç, Tekofaks (Panasonic), Şahinler, Ernest & Young, VW Ticari Araç, Edding, 3’ü Birarada, Bosch, Hayat, Unilever, Colezzione, Net One, Nezih...
Regal bomba gibi olmuş!
Eskiden olsa çoktan bana reklam filmini göndermişti. Ancak M.A.R.K.A ajansın sahibi, kendisini ‘deli dahi’ diye sık sık övdüğüm sevgili Hulusi Derici’den uzun süredir ses yok. Ne zamandır yok, tam olarak söyleyeyim: Alpet reklamlarının, özellikle de Ali Şen’li sahnelerin ilgi çekici, ancak iş hedefine hizmette sorunlu olabileceğini yazdığım günden bu yana...
‘Büyük reklamcılarda’ her zaman bu haslet vardır. Eleştiri kaldırma konusunda naziktirler... Hele Hulusi gibi arkasında ‘Vurduğu onlarca aslan’ bulunan birinin böyle küçük eleştirilere hiç aldırmaması gerekir...
Sevgili Derici’yi anlıyorum. Ama bu sefer sadece iyi şeyler söyleyeceğim. Regal’in yeni filmine bayıldım. Uzun uzun anlatmaya gerek yok, dış sesin: “Aklını topla Berkecan; yoksa evde kalcan!” dediği sahneyi hatırlatsak yeterli. Bir reklam mesajı ancak bu kadar yalın, bu kadar etkili ve bu kadar iş hedefi odaklı taşınır herhalde.
Eline sağlık Hulusiciğim. ‘Beğenme’yle ‘sevme’yi karıştırma lütfen. Biz seni seviyoruz...
Allah Allah, bu ne biçim mesaj?
Bizim PR ve etkinlik şirketinin Genel Müdürü Ozan Özkan, gazetedeki yazılar adına istihbarat elemanı gibi çalışır. “İ... basın, bunu da yazın!” şeklinde değil. Daha çok “Bu kadarı da olmaz!” tadında şeyler yakalarsa mutlaka haber verir.
Bu sefer inandırma sorunu olabilir diye düşünmüş herhalde, bir de fotoğraf iliştirmiş mesajının yanına. Reklam Sagra’nın. Ben şahsen ürünlerine bayılırım. Sağlığım müsaade etse, her sabah fırından ılık ılık çıkmış taze ekmek üzerine bir kavanoz sürer yerim...
Sagra, Levent’te bombalanmış olan HSBC binasının üzerini bir reklam brandası ile giydirmiş. Bakın üzerindeki kilit mesaj ne: “Vermek almak kadar güzelse yılların tercihi Tadelle Sarelle"
Allah Allah... Fesupanallah!.. Ne alaka? ‘Vermek’, ‘almak’ ve ‘güzellik’ kavramlarının birbirleriyle ne alakaları var? Ve de bunların üçünün Tadelle veya Sarelle ile ne ilgileri var?..
Beğendiğiniz sesleri (notaları) yan yana koyunca nasıl melodi (müzik) olmuyorsa; hoşunuza giden kelimeleri de istifleyince reklam mesajı oluşmuyor...
‘Az olan fazladır!’
Dünyanın en zor işi bir fikri kısa zamanda, dar mekânda, çok insana anlatabilmektir. Bu yüzden de iyi uzun metrajcıların iyi reklamcılardan çıkacağı iddia edilir. Türkiye’den de Yavuz Turgul ve Sinan Çetin gösterilir. Serdar Erener de bir gün uzun metraj yaparsa herhalde iyi olur...
Şu sıra TV’lerde Doğuş Çay’ın minicik bir filmi dönüyor. Belki 5 belki de 3 saniye... Konu ‘Küresel Isınma’... Hani çay bardağının susuzluktan kuruyup çatlamış bir toprak yığınına dönüştüğü film...
Kendisini ifade etmeye çalışan kurum ve kişilerin bu anlatımı incelemelerinde yarar var. Hani minimalizmin ‘az olan fazladır’ diye Türkçe’ye tercüme edilen ‘less is more’ diye bir düsturu vardır. İletişim kirliliğinin alıp başını gittiği bir dünyada Doğuş çay doğrusunu yapmış...
Turkcell’in filmi hiçbir şey kaybetmemiş
İki kez ben yazdım, diye olmamıştır herhalde. Ama Turkcell futbolla ilgili reklamında reaksiyon alan o sahneyi çıkartmış; çok da iyi yapmış. ‘Güzellik hatasıydı’, dokunmasalardı da olurdu; ancak ‘Büyük’ marka işte böyle olunur. Hatayı hangi aşamada yakalarsan düzeltirsin...
Vapur halatları çözmüş, iskeleyi almıştır... Kadın son anda elinde alışveriş malzemeleriyle bir telaş koşar ve hareket halindeki vapura son anda atlar... İnsanlar da Goool, diye tezahürat yapar... İşte o sahne olmuyordu. İki okur bize yazmıştı... Biz de burada dile getirmiştik. Hemen halletmişler... “İyi ki varsın futbol” hoşluğundan ve etkisinden hiçbir şey kaybetmemiş...
Bizim söylememiz bazen de hiç etkili olmaz. Akpen’in Eşref Kolçak’ı ‘Yılbaşı eğlence kukuletası’ ile gösterdiği film anlamsızlığın doruğunda. Üçtür diyoruz ki, “Bu sahneleri eski filminizden almışsınız. Orada Halit Akçatepe, Kolçak’ın yaş gününü kutlamaya geliyordu. O zaman o kırmızı kukuletanın bir anlamı oluyordu. Bu haliyle bir deliyi andırıyor. Yeni film yapmamakla elde ettiğiniz tasarrufu, filmi etkisizleştirerek misliyle ödüyorsunuz!”
Kimsenin pek umurunda değil. O nedenle Turkcell’in yaptığını iki kere takdir etmek gerek...