Gençleri iki defa dövdüler…
08 ARALIK 2010
Birincisi sahada, ikincisi iletişim yaparken… Birincisi üniversite öğrencilerinin gösterisini dağıtırken, ikincisi olayla ilgili ‘bilgiyi ve yorumu’ dağıtırken (!)…
Birkaç gün önce gazetelerde bir fotoğraf vardı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül kentin yöneticileri ile Boğaz kenarında bir çayhanenin masasına oturmuş, son derece ‘keyifli ve huzurlu’ bir ortamda simit yiyip çay içiyor…
Cumhurbaşkanı’nın sağına soluna şu kişiler serpilmiş:
İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, İstanbul Belediye Başkanı Dr. Kadir Topbaş, Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan, İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın…
Bu fotoğraf amacına ulaşmıştır. Cumhurbaşkanı’nın canının simit çektiğini ve Boğaz kenarında yukarıdaki adamların refakati olmadan simit yiyemeyeceğini düşünmek, iletişimin alfabesini bilen birine yakışmaz.
***
O halde ortada verilmek istenen bir mesaj vardı… Hem içeriye hem dışarıya… Hem teşkilata hem, halka, hem basına... Fotoğrafın dili, diğerlerini bilemem ancak özellikle bir mesajın altını çiziyordu: “İstanbul âsude bir şehirdir!..”
Tam Cumhurbaşkanına ve özellikle son yıllarda izlediği duruşuna yakışan bir tavır…
Peki, o fotoğrafın hemen ardından ne olmuştur? Polis gençlere ‘orantısız’ güç uygulamıştır. Bu arada, orantılı güç nasıl olmaktadır?.. Ben gerçekten de bilmiyor ve merak ediyorum... Polis yanına çürük yumurta mı almalı mesela; ya da domates?.. Öğrencilere bunları mı fırlatmalı? Gençler tekme atarsa, o da mı atmalı acaba?..
“Polis bu durumlarda hiç şiddet uygulamamalı” şıkkı yok mudur, örneğin?.. Ben de gençliğimde Avrupa’da pek çok protesto yürüyüşüne katıldım. Polisle çatışmak ister, onlarla yüz yüze gelemediğimiz zaman sinirimizden çatlardık. Çünkü polis (ya da bazen özel birlikler) geçeceğimiz yerlere, gerekli malzeme ile birkaç sıra aşılmaz neredeyse imkânsız barikat kurar, o barikatların arkasına geçer protestoculara tazyikli su sıkardı… Suyun içinde eser miktarda göz yaşartıcı gaz da bulunurdu bazen. Birkaç saat bağırıp çağırdıktan sonra dağılırdık… Bologna’daki bir yürüyüş sırasında beceriksiz İtalyan polisinin barikatları aralayıp bizi dağıtmak üzere üstümüze yürüdüğü gösteri dışında hiçbir kez incinmedik. Bu yüzden de yürüyüş için dolandığımız ülkelerin devletleri yıkılmadı. Kimse de zarar görmedi…
***
Bu arkadaşlar hiç genç olmamışlar sanki… Yahu hiç “İzinli protesto yürüyüşü, gösterisi” olur mu? Eşyanın tabiatına aykırıdır. Başkaldırı ‘izinli’ olursa, ‘başkaldırı’ olmaz ki… Dünyanın her yerinde aynıdır. Protestocular haber olabilmesi için polisle çatışmak isterler, polis de haber olmaması için çatışmamaya çalışır… Polis bu kuralın dışına çıkıp ‘saldırırsa’ ne olur, biliyor musunuz? Kaybeder… Protestocular ise bu durumda her zaman kazanırlar… Başarıları gördükleri şiddet oranında artar…
Hırpalanan gençleri gören herkesin yüreği cız etmiştir. Başbakan’dan onları da kucaklayan, belki de hafif kulaklarını çeken ancak anlayışla elini omuzlarına koyan bir iki çift laf beklemek çok mu yersiz olurdu?… O AK Parti’nin programında ‘YÖK’e hayır’ yok muydu? Biraz da onun için merkez oyları toplamadılar mıydı?..
***
Kendilerine sıcak bir dost eli uzanacağına, gençler, Hükümet sözcüsünün ve İstanbul Emniyet Müdürü’nün onları eleştiren ve polisin davranışını destekleyen sözler duydular…
İkinci dayak da iletişim kanadından gelmişti…
Bir günde iki dayak. Bence ikincisi daha da ‘orantısızdı’… Çünkü gençler hiç konuşturulmadılar ki…
Birkaç gün önce gazetelerde bir fotoğraf vardı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül kentin yöneticileri ile Boğaz kenarında bir çayhanenin masasına oturmuş, son derece ‘keyifli ve huzurlu’ bir ortamda simit yiyip çay içiyor…
Cumhurbaşkanı’nın sağına soluna şu kişiler serpilmiş:
İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, İstanbul Belediye Başkanı Dr. Kadir Topbaş, Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan, İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın…
Bu fotoğraf amacına ulaşmıştır. Cumhurbaşkanı’nın canının simit çektiğini ve Boğaz kenarında yukarıdaki adamların refakati olmadan simit yiyemeyeceğini düşünmek, iletişimin alfabesini bilen birine yakışmaz.
***
O halde ortada verilmek istenen bir mesaj vardı… Hem içeriye hem dışarıya… Hem teşkilata hem, halka, hem basına... Fotoğrafın dili, diğerlerini bilemem ancak özellikle bir mesajın altını çiziyordu: “İstanbul âsude bir şehirdir!..”
Tam Cumhurbaşkanına ve özellikle son yıllarda izlediği duruşuna yakışan bir tavır…
Peki, o fotoğrafın hemen ardından ne olmuştur? Polis gençlere ‘orantısız’ güç uygulamıştır. Bu arada, orantılı güç nasıl olmaktadır?.. Ben gerçekten de bilmiyor ve merak ediyorum... Polis yanına çürük yumurta mı almalı mesela; ya da domates?.. Öğrencilere bunları mı fırlatmalı? Gençler tekme atarsa, o da mı atmalı acaba?..
“Polis bu durumlarda hiç şiddet uygulamamalı” şıkkı yok mudur, örneğin?.. Ben de gençliğimde Avrupa’da pek çok protesto yürüyüşüne katıldım. Polisle çatışmak ister, onlarla yüz yüze gelemediğimiz zaman sinirimizden çatlardık. Çünkü polis (ya da bazen özel birlikler) geçeceğimiz yerlere, gerekli malzeme ile birkaç sıra aşılmaz neredeyse imkânsız barikat kurar, o barikatların arkasına geçer protestoculara tazyikli su sıkardı… Suyun içinde eser miktarda göz yaşartıcı gaz da bulunurdu bazen. Birkaç saat bağırıp çağırdıktan sonra dağılırdık… Bologna’daki bir yürüyüş sırasında beceriksiz İtalyan polisinin barikatları aralayıp bizi dağıtmak üzere üstümüze yürüdüğü gösteri dışında hiçbir kez incinmedik. Bu yüzden de yürüyüş için dolandığımız ülkelerin devletleri yıkılmadı. Kimse de zarar görmedi…
***
Bu arkadaşlar hiç genç olmamışlar sanki… Yahu hiç “İzinli protesto yürüyüşü, gösterisi” olur mu? Eşyanın tabiatına aykırıdır. Başkaldırı ‘izinli’ olursa, ‘başkaldırı’ olmaz ki… Dünyanın her yerinde aynıdır. Protestocular haber olabilmesi için polisle çatışmak isterler, polis de haber olmaması için çatışmamaya çalışır… Polis bu kuralın dışına çıkıp ‘saldırırsa’ ne olur, biliyor musunuz? Kaybeder… Protestocular ise bu durumda her zaman kazanırlar… Başarıları gördükleri şiddet oranında artar…
Hırpalanan gençleri gören herkesin yüreği cız etmiştir. Başbakan’dan onları da kucaklayan, belki de hafif kulaklarını çeken ancak anlayışla elini omuzlarına koyan bir iki çift laf beklemek çok mu yersiz olurdu?… O AK Parti’nin programında ‘YÖK’e hayır’ yok muydu? Biraz da onun için merkez oyları toplamadılar mıydı?..
***
Kendilerine sıcak bir dost eli uzanacağına, gençler, Hükümet sözcüsünün ve İstanbul Emniyet Müdürü’nün onları eleştiren ve polisin davranışını destekleyen sözler duydular…
İkinci dayak da iletişim kanadından gelmişti…
Bir günde iki dayak. Bence ikincisi daha da ‘orantısızdı’… Çünkü gençler hiç konuşturulmadılar ki…