Gerçekleri küçümsemek...
14 AĞUSTOS 2011
Somali’ye, daha önce Gazze’ye yapılan yardımlara, “Türkiye’deki açlar bitti mi?” diye karşı çıkanlarla, örneğin “sanat tuzu kuru insanlar içindir” diyenler ya da hayvan hakları sözkonusu olduğunda yine yoksul insanların üzerinden muhalefet yapanlar arasında fark var mıdır? Bu türden tartışmalar aynı mantıksızlıkla ve yıllardır sürüp gider.
Sürüp gider gitmesine de nelere mal olduğunu ölçebilecek net sonuçlardan ne yazık ki mahrumuz. Bilebildiğimiz şudur ki, bu tür gevezelikler tamamen boşuna da değildir; “iş yapanlar” ile “konuşanlar” arasındaki ayrımı belirginleştirmeye de hizmet eder.
Bu çerçevede, örneğin CHP Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu’nun Somali’ye gidecek olması, bir aksiyon işareti olarak kendileri ve partileri adına son derece hayırlı bir davranış olabilir. Öyle de, o ne biçim açıklamadır, anlaşılır gibi değildir: “CHP Başkanı gitmeyi düşünüyor!...” “Gidiyor” değil, “Düşünüyor”… Böyle siyasi iletişim olur mu?... Umarız basit bir ‘iletişim kazası’dır… “Hükümetin her dediğine ille de karşı çıkmalıyız” şeklindeki muhalefet refleksi, insanı zaman zaman -Suriye meselesinde olduğu gibi- zor durumda bırakabilir. ‘Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık’ durumuna düşmeye ne gerek var?..
Tarafların değil, niyetlerin içtenliğini takdir etme kabiliyetine her zaman sahip olan kamu vicdanını rencide etmemek adına “dürüstlüğe, netliğe” halel getirebilecek her türlü beyandan uzak durmak işin alfabesi...
Koç Topluluğu’ndan Hülya Avşar’a kadar uzanan geniş bir yelpazede olaya duyarlılık sergilenirken; Somali’ye yardım konusunu, hem de küresel finans sermayesinin içine düştüğü büyük açmazların tam da ortasında kalkışılan bu anlamlı seferberliği küçümsemek niyetinde olanlar, “büyük ve haklı” bir argümandan yola çıkmıyorlarsa, hiç yola çıkmasınlar daha iyi.
Yoksa ‘gerçekleri’ küçümsemekle kalırlar. Bu da duman eder insanı…
Egemen Bağış’a yakışır
Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, “Avrupa – Avrupa” adlı sit-com’da kameraların karşısına geçecek ve senaryo gereği “Türkiye’nin AB’ye kabul edildiğini” ilan edecekmiş…
Bu olay tartışılacaktır… Standart, can sıkıcı, bürokrat siyasetçi tiplemesine alışık olanlar ve bu alışkanlıklarını tutucu bir şekilde korumak için her türlü agresyonu göze alanlar, Bağış’ı eleştireceklerdir…
Oysa, iyi yapılırsa, içtenlik ve açık yüreklilikle yapılırsa, olağanüstü etkili bir ‘algılama yönetimi’ çalışması ortaya çıkabilir… Hem AB politikaları adına hem de siyasilerin sık sık oylarına başvurdukları seçmenlerin nezdinde algıların belirgin kılınması adına…
Yeter ki, iş iyi yapılsın…
Herkesin kaybettiği bir oyun
Boşanmayı beceremeyen çiftlere son olarak İvana Sert ve Yurdal Sert eklendi... Olayda, çok sık rastlanan üçgen durumuna uygun bir de üçüncü kişi var: İş ortağı olduğu söylenen Hatem Yavuz…
Yine klasik kurgu gereği üçgenin iki ayağı üçüncüsüne bir tuzak kuruyor. Bir ihanet sahnesi sergileniyor… İhanetle suçlanıp boşanması sağlanacak olan Yurdal Sert Bey sert çıkıyor ve aslında en yakın arkadaşı ile eşinin kendisini kumpasa getirdiklerini iddia ediyor. Olay mahkemeye intikal ediyor vs…
Bizi gerçek, hakikat, gerçeklik, hikmet falan ilgilendirmiyor…
Bizi ilgilendiren tek soru şu: Bu itiş kakışta kim itibar kazanır? Kim kaybeder?
Yanıtı hiç uzun boylu düşünmenize gerek yok. Bu olayın kazananı olmaz… Üçgenin ayaklarının tamamı itibar kaybeder…
Bütün boşanamayanlarda olduğu gibi…
Olayı sadece hukuki boyutu ile gören, hukuki açıdan kazananın, algılama boyutuyla da haklı kabul edilmesine yetmediğini bilmeyen herkeste olduğu gibi…
Birileri “adam gibi boşanma danışmanlığı” hizmeti verseler de bu algı kaosu gözümüze takılmasa...
Sürüp gider gitmesine de nelere mal olduğunu ölçebilecek net sonuçlardan ne yazık ki mahrumuz. Bilebildiğimiz şudur ki, bu tür gevezelikler tamamen boşuna da değildir; “iş yapanlar” ile “konuşanlar” arasındaki ayrımı belirginleştirmeye de hizmet eder.
Bu çerçevede, örneğin CHP Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu’nun Somali’ye gidecek olması, bir aksiyon işareti olarak kendileri ve partileri adına son derece hayırlı bir davranış olabilir. Öyle de, o ne biçim açıklamadır, anlaşılır gibi değildir: “CHP Başkanı gitmeyi düşünüyor!...” “Gidiyor” değil, “Düşünüyor”… Böyle siyasi iletişim olur mu?... Umarız basit bir ‘iletişim kazası’dır… “Hükümetin her dediğine ille de karşı çıkmalıyız” şeklindeki muhalefet refleksi, insanı zaman zaman -Suriye meselesinde olduğu gibi- zor durumda bırakabilir. ‘Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık’ durumuna düşmeye ne gerek var?..
Tarafların değil, niyetlerin içtenliğini takdir etme kabiliyetine her zaman sahip olan kamu vicdanını rencide etmemek adına “dürüstlüğe, netliğe” halel getirebilecek her türlü beyandan uzak durmak işin alfabesi...
Koç Topluluğu’ndan Hülya Avşar’a kadar uzanan geniş bir yelpazede olaya duyarlılık sergilenirken; Somali’ye yardım konusunu, hem de küresel finans sermayesinin içine düştüğü büyük açmazların tam da ortasında kalkışılan bu anlamlı seferberliği küçümsemek niyetinde olanlar, “büyük ve haklı” bir argümandan yola çıkmıyorlarsa, hiç yola çıkmasınlar daha iyi.
Yoksa ‘gerçekleri’ küçümsemekle kalırlar. Bu da duman eder insanı…
Egemen Bağış’a yakışır
Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, “Avrupa – Avrupa” adlı sit-com’da kameraların karşısına geçecek ve senaryo gereği “Türkiye’nin AB’ye kabul edildiğini” ilan edecekmiş…
Bu olay tartışılacaktır… Standart, can sıkıcı, bürokrat siyasetçi tiplemesine alışık olanlar ve bu alışkanlıklarını tutucu bir şekilde korumak için her türlü agresyonu göze alanlar, Bağış’ı eleştireceklerdir…
Oysa, iyi yapılırsa, içtenlik ve açık yüreklilikle yapılırsa, olağanüstü etkili bir ‘algılama yönetimi’ çalışması ortaya çıkabilir… Hem AB politikaları adına hem de siyasilerin sık sık oylarına başvurdukları seçmenlerin nezdinde algıların belirgin kılınması adına…
Yeter ki, iş iyi yapılsın…
Herkesin kaybettiği bir oyun
Boşanmayı beceremeyen çiftlere son olarak İvana Sert ve Yurdal Sert eklendi... Olayda, çok sık rastlanan üçgen durumuna uygun bir de üçüncü kişi var: İş ortağı olduğu söylenen Hatem Yavuz…
Yine klasik kurgu gereği üçgenin iki ayağı üçüncüsüne bir tuzak kuruyor. Bir ihanet sahnesi sergileniyor… İhanetle suçlanıp boşanması sağlanacak olan Yurdal Sert Bey sert çıkıyor ve aslında en yakın arkadaşı ile eşinin kendisini kumpasa getirdiklerini iddia ediyor. Olay mahkemeye intikal ediyor vs…
Bizi gerçek, hakikat, gerçeklik, hikmet falan ilgilendirmiyor…
Bizi ilgilendiren tek soru şu: Bu itiş kakışta kim itibar kazanır? Kim kaybeder?
Yanıtı hiç uzun boylu düşünmenize gerek yok. Bu olayın kazananı olmaz… Üçgenin ayaklarının tamamı itibar kaybeder…
Bütün boşanamayanlarda olduğu gibi…
Olayı sadece hukuki boyutu ile gören, hukuki açıdan kazananın, algılama boyutuyla da haklı kabul edilmesine yetmediğini bilmeyen herkeste olduğu gibi…
Birileri “adam gibi boşanma danışmanlığı” hizmeti verseler de bu algı kaosu gözümüze takılmasa...