Gezi ile gurur duymak…
20 Şubat 2020 - Yeni Şafak
Onbirinci Cumhurbaşkanı Abdullah Gül beyin ne söylediği önemli midir?
Evet çok önemlidir.
Neden?
Çünkü söyledikleri sadece kendisini bağlamaz. Aynı zamanda yeni kurulmakta olan Ali Babacan partisinin siyasî konumlandırılması adına ipuçları vermesi açısından da önemlidir.
Sayın Gül’ün bireysel siyasi gelecek tasarımı ve o tasarımla yakından ilgilenen, ona bel bağlamış ya da bel bağlamayı bir alternatif olarak düşünen muhalefet cephesi açısından da çok büyük önemi vardır.
Bu nedenle kendisiyle Karar gazetesinde evvelsi gün yayınlanan röportajını büyük bir dikkatle okudum. Ayni odaklanmayla, ABD’nin devlet desteği ve kontrolündeki Think Tank’i (düşünce kuruluşu, ya da ‘ABD’nin dünyada konu yönetimi ya da ‘mikser’ olarak kullandığı özel istihbarat ve araştırma birimi) Rand Corporation’ın 14 Ocak’ta yayınlanmış Türkiye raporunu incelemeye çalıştım. Web sitelerinde var. Herkes rahatlıkla inceleyebilir. Pazartesi akşamı ise İstanbul Erkek Liseli İşinsanı ve Yöneticiler Platform’unun toplantısında konuk konuşmacı olan Em. Tümairal Cem Gürdeniz’i azamî dikkatle dinledim. Kendisinin konuşmalarını YouTube’da bulabilirsiniz. Bir de tabii Sayın Cumhurbaşkanı’nın dünkü grup toplantısındaki konuşması var. Yukarıdakilerin üzerine bir de onu izledim…
Şiddetle tavsiye ediyorum. Bu 4 metni peşpeşe inceleyin, gündemdeki olayları ondan sonra değerlendirin…
O zaman belki Sayın Gül’ün açıklamalarındaki talihsizliği belki daha iyi anlar; Gezi kalkışmasının gerekçelerini daha iyi kavrar; darbe söylentilerinin son derece ciddî kuruluşlarca neden ortaya atıldığını sindirir; Türkiye’yi neden Akdeniz’den sıyırıp atmak istediklerini tespit eder; Ergenekon, Balyoz - Gezi – 17,25 Aralık – 15 Temmuz – 18 Ağustos ve sonrası gelen 3 finansal atak girişimini; Suriye meselesini; Doğu Akdeniz ve Libya konusunu en ince ayrıntısına kadar özümseyebilirsiniz…
İşte bu çerçeveden bakıldığında 11. Cumhurbaşkanı Gül’ün bazı ifadelerinin özellikle altının çizilmesinde yarar görülebilir:
En kritik olanlardan biri şu sözü olabilir mesela: “Ben cumhurbaşkanlığından ayrıldıktan sonra aktif siyasetin içinde olmayacağımı söylemiştim. Ben tutarlı olmaya çalışan bir insanım. Dolayısıyla gündelik siyasetin içinde değilim…”
Oysa biliniyor ki, eğer Meral Akşener karşı çıkmasaydı Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın karşısında son derece aktif siyaset gerektiren bir göreve talip olacaktı… Şu anda da aynı görev için kapıları açık bırakmaktadır zaten…
Cumhurbaşkanı Erdoğan hem görsel olarak hem de rakamlarla Gezi olaylarının bu ülkeye ne zararlar verdiğini dün Meclis’te anlattı. Evvelsi gün ise Sayın Gül söyleşisinde “Gezi ile gurur duyuyorum!” demişti… Devamında ise şöyle diyordu: “Daha sonra bu toplumsal olay iyi yönetilemeyince terör örgütlerine büyük bir fırsat çıktı ve bildiğimiz vahim olaylar, vandallıklar cereyan eti. Açık söyleyeyim; benim birçok tavrım anlaşılmamış olabilir. Kendi camiamız da anlamamış olabilir.”
Küçük bir not: İletişim dünyasında eğer yanlış anlaşılma varsa, bunun sorumlusu kendisini ifade edendir, karşısındaki değil…
Sayın Gül’ün CHP ve Kılıçdaroğlu ‘güzellemesi’, diğer yandan HDP hakkında, HDP PKK ilişkisini devre dışı bırakan olumlu yaklaşımı, Ali Babacan’ın partisini desteklediğini ifade etmesi (hani partiler üstü bir tutum alıyordu ya…) kendisinin ‘genişletilmiş millet ittifakı’nın yanında pozisyon aldığı algısını kuvvetlendiren sözlerdi…
Ve nihayet İbrahim Kalın ve Hulusi Akar’ın kendisini ziyaretini yorumlama biçimi: “Geçmişteki ilişkilerimiz çerçevesinde onlar bana herhangi bir şeyi telkin etme durumunda değillerdi. Onlara git denmiş, geldiler ve saygılı bir şekilde anlattıklarımı dinleyip gittiler.”
Sayın Kalın bu hayli yakışıksız olduğu düşünülen ifadeye gereken cevabı Bakanlar Kurulu sonrası düzenlediği basın toplantısında ayrıntılarıyla verdi…
Söyleşi sırasında Sayın Gül’ün Hard Power (sert güç) ve Soft Power (yumuşak güç) kavramlarını yerli yerinde kullanmamış olması tabii ki affedilebilir. Askeri güçleri sert güç, diplomasiyi ise yumuşak güç olarak değerlendirmesi o kadar vahim bir hata değildir. Ancak şu sıra TSK’nın gücünü NATO standartlarından aldığını ve Türkiye’nin sert güç konusunu abarttığını ifade etmesi, ülkemizin içinden geçtiği çelişkilerle dolu dönem içinde değerlendirdiğinde çok garip kaçtığı söylenebilir…
Evet çok önemlidir.
Neden?
Çünkü söyledikleri sadece kendisini bağlamaz. Aynı zamanda yeni kurulmakta olan Ali Babacan partisinin siyasî konumlandırılması adına ipuçları vermesi açısından da önemlidir.
Sayın Gül’ün bireysel siyasi gelecek tasarımı ve o tasarımla yakından ilgilenen, ona bel bağlamış ya da bel bağlamayı bir alternatif olarak düşünen muhalefet cephesi açısından da çok büyük önemi vardır.
Bu nedenle kendisiyle Karar gazetesinde evvelsi gün yayınlanan röportajını büyük bir dikkatle okudum. Ayni odaklanmayla, ABD’nin devlet desteği ve kontrolündeki Think Tank’i (düşünce kuruluşu, ya da ‘ABD’nin dünyada konu yönetimi ya da ‘mikser’ olarak kullandığı özel istihbarat ve araştırma birimi) Rand Corporation’ın 14 Ocak’ta yayınlanmış Türkiye raporunu incelemeye çalıştım. Web sitelerinde var. Herkes rahatlıkla inceleyebilir. Pazartesi akşamı ise İstanbul Erkek Liseli İşinsanı ve Yöneticiler Platform’unun toplantısında konuk konuşmacı olan Em. Tümairal Cem Gürdeniz’i azamî dikkatle dinledim. Kendisinin konuşmalarını YouTube’da bulabilirsiniz. Bir de tabii Sayın Cumhurbaşkanı’nın dünkü grup toplantısındaki konuşması var. Yukarıdakilerin üzerine bir de onu izledim…
Şiddetle tavsiye ediyorum. Bu 4 metni peşpeşe inceleyin, gündemdeki olayları ondan sonra değerlendirin…
O zaman belki Sayın Gül’ün açıklamalarındaki talihsizliği belki daha iyi anlar; Gezi kalkışmasının gerekçelerini daha iyi kavrar; darbe söylentilerinin son derece ciddî kuruluşlarca neden ortaya atıldığını sindirir; Türkiye’yi neden Akdeniz’den sıyırıp atmak istediklerini tespit eder; Ergenekon, Balyoz - Gezi – 17,25 Aralık – 15 Temmuz – 18 Ağustos ve sonrası gelen 3 finansal atak girişimini; Suriye meselesini; Doğu Akdeniz ve Libya konusunu en ince ayrıntısına kadar özümseyebilirsiniz…
İşte bu çerçeveden bakıldığında 11. Cumhurbaşkanı Gül’ün bazı ifadelerinin özellikle altının çizilmesinde yarar görülebilir:
En kritik olanlardan biri şu sözü olabilir mesela: “Ben cumhurbaşkanlığından ayrıldıktan sonra aktif siyasetin içinde olmayacağımı söylemiştim. Ben tutarlı olmaya çalışan bir insanım. Dolayısıyla gündelik siyasetin içinde değilim…”
Oysa biliniyor ki, eğer Meral Akşener karşı çıkmasaydı Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın karşısında son derece aktif siyaset gerektiren bir göreve talip olacaktı… Şu anda da aynı görev için kapıları açık bırakmaktadır zaten…
Cumhurbaşkanı Erdoğan hem görsel olarak hem de rakamlarla Gezi olaylarının bu ülkeye ne zararlar verdiğini dün Meclis’te anlattı. Evvelsi gün ise Sayın Gül söyleşisinde “Gezi ile gurur duyuyorum!” demişti… Devamında ise şöyle diyordu: “Daha sonra bu toplumsal olay iyi yönetilemeyince terör örgütlerine büyük bir fırsat çıktı ve bildiğimiz vahim olaylar, vandallıklar cereyan eti. Açık söyleyeyim; benim birçok tavrım anlaşılmamış olabilir. Kendi camiamız da anlamamış olabilir.”
Küçük bir not: İletişim dünyasında eğer yanlış anlaşılma varsa, bunun sorumlusu kendisini ifade edendir, karşısındaki değil…
Sayın Gül’ün CHP ve Kılıçdaroğlu ‘güzellemesi’, diğer yandan HDP hakkında, HDP PKK ilişkisini devre dışı bırakan olumlu yaklaşımı, Ali Babacan’ın partisini desteklediğini ifade etmesi (hani partiler üstü bir tutum alıyordu ya…) kendisinin ‘genişletilmiş millet ittifakı’nın yanında pozisyon aldığı algısını kuvvetlendiren sözlerdi…
Ve nihayet İbrahim Kalın ve Hulusi Akar’ın kendisini ziyaretini yorumlama biçimi: “Geçmişteki ilişkilerimiz çerçevesinde onlar bana herhangi bir şeyi telkin etme durumunda değillerdi. Onlara git denmiş, geldiler ve saygılı bir şekilde anlattıklarımı dinleyip gittiler.”
Sayın Kalın bu hayli yakışıksız olduğu düşünülen ifadeye gereken cevabı Bakanlar Kurulu sonrası düzenlediği basın toplantısında ayrıntılarıyla verdi…
Söyleşi sırasında Sayın Gül’ün Hard Power (sert güç) ve Soft Power (yumuşak güç) kavramlarını yerli yerinde kullanmamış olması tabii ki affedilebilir. Askeri güçleri sert güç, diplomasiyi ise yumuşak güç olarak değerlendirmesi o kadar vahim bir hata değildir. Ancak şu sıra TSK’nın gücünü NATO standartlarından aldığını ve Türkiye’nin sert güç konusunu abarttığını ifade etmesi, ülkemizin içinden geçtiği çelişkilerle dolu dönem içinde değerlendirdiğinde çok garip kaçtığı söylenebilir…