GFK’nın itibar krizi ve son araştırması…
01 mART 2013
Şu sıra ciddi bir kriz yaşayan araştırma şirketi GFK pek çok ülkeyi kapsayan bir araştırmanın sonuçlarını yayınlamış…
“Boş verin krizimizi; biz işimize bakalım!” yaklaşımı, hele de bizim gibi ülkelerde çalışmaz… Önce evinizin içini ve kapınızın önünü temizleyeceksiniz… Sarsılmış, yerlerde sürünen ‘güveninizi’ yeniden tesis etmek için birinci elden düzenli tüm paydaşlarınızı bilgilendireceksiniz. İkna edeceksiniz. Bu bilgilendirmeyi belli aralıklarla ve sürekli yapacaksınız. Ancak o zaman ‘işinize bakmanız’ bir anlam kazanabilir.
Bir kriz ancak bu kadar kötü yönetilir… Hem de aranızda birlikte ürün geliştirdiğiniz (Repman), danışmanlık hizmeti aldığınız Salim Kadıbeşegil gibi bir ‘kriz iletişimi ustası’ varken…
Siz CEO’nuzu ve yardımcısını vergi kaçakçılığı, sahtekârlık, merkezi yanlış bilgilendirme, evrakta sahtecilik, merkeze haber vermeden ayrı saha şirketi kurup araştırmaları ona yaptırıp, ona ödediği parayı merkeze fazla göstererek haksız kazanç sağlamakla suçlayın, sonra da olayı bir basın bülteniyle geçiştirip, hiçbir şey olamayacakmış gibi yolunuza devam etmeye çalışın.
Eski CEO’nuz skandalla eş zamanlı olarak şıpın işi bir rakip şirket kursun; kadronun bir kısmın çok önceden alıp gitsin; bizler bu bilgileri sağdan soldan duyalım… Siz bir şey olmamış gibi gün yaşamaya çalışın… Ya da kriz iletişimin kritik başarı faktörünün hız olduğunu unutun, açıklamalar için hukuki sürecin bitmesini bekleyin. Krizin ‘algılama yönetimi’ sürecinin hukukçulara bırakılmasının hangi hüsranlara neden olacağı her ‘kriz iletişimi’ kitabında yazar oysa… Hukuken haklı oldukları halde paydaşları nezdinde itibarlarını tamamen yitirmiş sayısız kişi ve kuruluşun dramatik öykülerini incelemenizde yarar olabilir. Ya da yanı başınızdaki Salim Bey’e sorun, anlatsın size…
Bu arada bir kriz de bugüne kadar son derece başarılı çalışmalar sergilemiş olan Türkiye Araştırmacılar Derneği (TÜAD) nezdinde patlamış durumda. GFK’nın ağır suçlamalarla işine son verilen CEO’su Ali Levent Orhun aynı zamanda TÜAD Yönetim Kurulu Başkanı da. Dernek 6 Mart’ta Araştırma Zirvesini organize ediyor. Açılış konuşmasını kim yapacak? Başkan mı? Başkanı dernekten atmaya çalışan ciddi bir grup varmış oysa dernekte… Bu arada Etik Kurulu Başkanı Pervin Olgun, bir toplantı istemiş. Yönetim Kurulu, Disiplin Kurulu ve de Etik Kurulu’nun biraraya gelmesini istemiş. Toplantı önce planlanmış, sonra birileri YK’yı ikna etmiş olmalı ki, iptal edilmiş. Pervin Hanım da bunun üzerine Etik Kurulu’ndan istifa etmiş.
Bir ilginç söylenti de Başkan’ın dernekte iki kez üst üste seçilip seçilemeyeceği üzerine… İpsos Kmg’nin Başkanı Vural Çakır, Ali Levent Orhun Bey’in ikinci kez üst üste Başkan seçilmesi üzerine herkese bir e-posta gönderek “Yıllar önce aramızda bir centilmenlik anlaşması imzaladık. Hiç kimse iki kez üst üste Başkan olmayacak, dedik. Bu ne iş?” demiş… Ve dernekten biraz elini ayağın çekmiş.
Hal bu… Bunların bir kısmı kulaktan kulağa sektör söylentisi… Yarısı doğru olsa ‘adamı ipe götürür’. Ne Dernek iletişimi adam gibi yöetebiliyor, ne Ali Levent Bey, ne de GFK… Umalım ki, bu hasarlı durumun faturası tüm sektöre kesilmesin. İşte o zaman herkes hasar görür…
Gelelim merkezi Almanya’da bulunan GFK vakfının dünya çapındaki araştırmasına. Dünyayı ve Türkiye’yi okumayı ilke edinmiş ‘akıllı’ insanlar için ilginç olabilir.
GfK Türkiye'nin de arasında bulunduğu 25 ülkeden 28 bin kişi ile görüşmüş. Mesleklere ve kurumlara duyulan güveni sorgulamış. Sonuçlara göre para birimine en çok güvenen 4. ülkeymişiz. Yüzde 90,7 ile Kanada, yüzde 90,1 ile İsviçre, yüzde 87,1 ile İsveç vatandaşlarından sonra Yüzde 80,9 ile sırada biz varız. Para birimine güvenin en az olduğu ülke ise yüzde 30 ile İtalya’yı görüyoruz.
Hükümete güven konusunda da Türkiye yüzde 69 ile liste başı. Hani bir CHP milletvekili “AK Parti halka güvenini tamamen yitirmiştir, %42’yi bile geçemez’ buyurmuştu, ya. O da bu rakamar abaksa iyi olur…
Hükümete güven konusunda Türkiye'yi yüzde 64,6 ile İsveç, yüzde 61,3 ile Mısır ve yüzde 60 ile Kanada izliyor. Hükümetine en az güvenen ülke ise yüzde 12,5 ile Japonya liste sonu.
Siyasi partilere güvenin en yüksek olduğu ülkenin yüzde 34,8 ile İsviçre, en az güvenen ülkenin ise yüzde 6,1 ile İtalya olması dikkati çekti.
Dini kurum ve kuruluşlara güvenin en yüksek olduğu ülkeler de sırasıyla Güney Afrika (yüzde 86,2), Endonezya (yüzde 76,8) ve Hindistan(yüzde 75,7) olmuş. Türkiye de dini kurumlara güven yüzde 72… Dini kurumlara en az güvenen ülke ise yüzde 16 ile Japonya.
Gelelim orduya güvene… Araştırmaya dahil edilen 25 ülkenin karşılaştırmalı verilerine bakıldığında, bu konuda listenin başında Hindistan var. Sonra sırada yüzde 88,8 ile ABD ve yüzde 85,3 ile İngiltere…Türkiye'de orduya güvenenlerin oranı yüzde 72,6 olarak karşımıza çıkıyor. Arjantin, yüzde 37 ile orduya güvenin en düşük olduğu ülke. Siz GFK’nın krizine rağmen bu rakamları mutlaka edinin… ‘Okumak’ için de işe yarar, ‘yazmak’ için de…
Okumaya ilgisi olmayan iletişimci var mı? “Kimi kitaplar o kadar canlıdır ki, okumadığınız zaman değiştiğinden, bir ırmak gibi değişikliğe uğradığından korkarsınız” demiş Rus şair Maria Tsvetayeva (1892 – 1944). Şair, romancı ve Türkiye Yayıncılar Birliği Başkanı şapkasıyla da kitap dünyasının tam da merkezinden dünyaya bakan kardeşimiz Metin Celal, kitaba dair hem bu müthiş cümleyi aktarmış hem de yayıncılık sektörümüzün günümüzde geldiği yer hakkında fikir sahibi olmamızı sağlayacak şu bilgiyi iletmiş:
“Unesco verilerine ve 2011 rakamları ile oluşturulan listeye göre Türkiye kitap başlığına göre 14. Sırada.”
Metin Celal’in başkanlığını yaptığı Türkiye Yayıncılar Birliği’nin 15 Ocak 2013’de bazı gazetelerde açıklanan araştırmasına göre 2012’de toplam 480.257.824 adet kitap üretilmiş. (Geçen yılla kıyaslandığında üretilen kitap adedinde %3 düşüş görülmüş. Önemli değil o kadar.) Yine 2012 yılında ülkemizde kişi başına 6,4 kitap düşüyormuş. (Türkiye’nin nüfusu, TÜİK rakamlarına göre 74.724.269 olarak alınmış)
Yine geçen yıl içinde 42.626 çeşit (‘başlık’ diye ifade etmişler) kitap yayınlanmış ve bu kitapların konularına göre ‘başlık’ dağılımı da gayet ilginç sonuçlar vermiş:
Genel Konular: 452, Felsefe ve Psikoloji: 1.137, Din: 2.726, Toplum Bilimleri: 14.342, Dil ve Dil Bilim: 504, Doğa Bilimleri ve Matematik: 461, Teknoloji ve Uygulamalı Bilimler: 1.954, Güzel Sanatlar: 1.270, Edebiyat: 15.034, Coğrafya ve Tarih: 2.664, Konusu belirtilmemiş: 2.082.
Bu başlıklar göz önüne alındığında Türkiye’nin dünyada 14. Sırada yerini alması çok başarılı bir sonuç olarak değerlendiriliyor.
Kategoriler arasında ‘iletişim’in bulunmamasına şaşmamak lazım… Kitaplara ilgisi olmayan iletişimciler var mıdır? Söylemesi ayıptır ama vardır. Çevremizde kitap okumamakla övünenlerimiz bile vardır. Oysa ki, önümüzdeki yıllarda tüm sektörlerde ayrı ayrı uzmanlaşmayı gerektiren iletişim danışmanlığı mesleğinde yukarıda sıralanan başlıklardaki kitaplara, uzmanlık alanlarına göre bırakınız ilgiyi, ‘tutkusu’ olmayanların işleri hayli zor olacak…
Rus ‘şairenin’ dediği gibi okumadığınız takdirde ‘bir ırmak gibi değişeceğinden korkacağınız’ kitaplar, sizin tutkunuzu hak eden kitaplar değil midir?
Şekerbank’tan iyi niyetli zayıf ses!..
Türk sineması teknik olarak dünya standartlarında bir yere gelmemiş olsa,adi bir nebze “Kimse fark etmez” diye geçiştirilebilir. Oysa durum öyle değil ki. Kelebeğin Rüyası’na gidiyorsunuz. Kamera, ışık, kurgu, dekor velhasıl prodüksiyon süper… Hemen önünde iki ilginç ve iddialı filmin fragmanı “Eve Dönüş: Sarıkamış 1915” ve “Çanakkale Yolun Sonu”… Her ikisinde de ‘kamera, ışık, kurgu, dekor velhasıl prodüksiyon süper…
Bu harika çalışmalarının hemen önünde bir Şekerbank reklamı (Açık Esnaf)… Konsept, konu hiç fena değil… ‘Batı maneviyatını kaybetti’ tadında. “Bunların esnafı hep kapalıdır. Oysa bizim esnaf hep açık”… ‘Açıklık’ pek çok anlamda kullanılmış sonra… İyi düşünülmüş bir çalışma...
Fakat o yapım ne öyle? Yürekler acısı. Müsamere düzeyinde… Amatör mü amatör kokuyor. Emir kipinde söylemler! “Mahallemizi Mahalle yapan esnafımız için gelin! El ele verelim! Bugün siz de mahalle esnafınızdan alışveriş yapın! Kapıları hep açık kalsın!
Biri arkadaşlara emir kipi ile yapılmış reklamların sefaletini hatırlatmalıymış herhalde. Türkiye’de ölümlü trafik kazalarının “Trafik Canavarı olmayın!” kampanyasından sonra arttığını, sporda terörün “Lütfen!” kampanyasından tırmandığını falan…
Siz lafa değil ‘işleve’ bakın
Şu sıra internet ortamında dolaşan reklam filmleri arasında en etkilisi (en Gangnam Style’ı değil) hangisi? Tabii ki Efes’in reklamı. İşte sosyal medyanın gücü, geyiğini en hak eden uygulama. İyi ve hoş olan bir şey de en az Gangnam Style kadar hızla yayılabiliyor görüldüğü üzere…
Lafın tamamı aptala söylenirmiş, ama biz görmemiş olan arkadaşlar için kısa bir özet geçelim hiç değilse: Anadolu Efes Basketbol takımını, “Sponsorumuz istiyor, gitmemiz lazım” falan diye, deyim yerindeyse ‘kandırıp’ klasik müzik konserine götürüyorlar. Oda orkestrasının ağır bir yaylı sazlarının müziğinin yoğunlaştırmış baskısı altında kendinden kopmak üzere takım tam uyuklamaya ramak kalmışken, birden müzik değişiyor ve tamamı önceden ayarlanmış ve anlaşılmış olan seyirciler öbek öbek kalkıp, o tezahürat şarkısını söylemeye başlıyorlar: “Kimseyi görmedim ben, senden daha güzel… Kimseyi tanımadım ben. Senden daha özel…”
Basketbolcuların şaşkınlığı görülmeye değer. Şimdiden 25.000 pageview’e ulaşmış… Twitter ortamında ise yüz binlerce kez retweet edildiği tahmin ediliyor…
Başarılı oldu ya, şimdi kalkıp birileri, “Canım aynı numara, daha önce İtalya’da Heineken bira firması tarafından kullanılmıştı. Futbol hastalarının, eşleri, dostları, patronları, hocaları, kız arkadaşları tarafından ısrar sonucu maçı izlemekten vazgeçirilmesi ve ‘ağır’ bir konsere gitmeye ikna edilmesi, orada ise konserin bir yerinde aniden kendilerine Real Madrid – Milan maçının dev ekrandan canlı izletilmesi şeklindeki sürprizde de kullanılmıştı…” diye gevezelik etmeye başlamış bile…
Bu tür itirazlar reklamcılığın zanaat değil sanat olduğunu düşünen çevrelerce üretilir ve bu tür iddialar ise yine reklamın sanatlı bir iş değil sanatın bizzat kendisi olduğunu düşünen ‘entelektüel’ arkadaşlar tarafından satın alınır…
Bizim gibi sıradan insanlar ise reklamın hedefine ulaşıp ulaşmadığına bakar. Bizce bu reklam çok ucuza çok geniş kitlelere çok etkili bir şekilde ulaşmıştır.
Bu kadar…
Gerisi ‘entel uyuz kaşımasıdır’…
“Boş verin krizimizi; biz işimize bakalım!” yaklaşımı, hele de bizim gibi ülkelerde çalışmaz… Önce evinizin içini ve kapınızın önünü temizleyeceksiniz… Sarsılmış, yerlerde sürünen ‘güveninizi’ yeniden tesis etmek için birinci elden düzenli tüm paydaşlarınızı bilgilendireceksiniz. İkna edeceksiniz. Bu bilgilendirmeyi belli aralıklarla ve sürekli yapacaksınız. Ancak o zaman ‘işinize bakmanız’ bir anlam kazanabilir.
Bir kriz ancak bu kadar kötü yönetilir… Hem de aranızda birlikte ürün geliştirdiğiniz (Repman), danışmanlık hizmeti aldığınız Salim Kadıbeşegil gibi bir ‘kriz iletişimi ustası’ varken…
Siz CEO’nuzu ve yardımcısını vergi kaçakçılığı, sahtekârlık, merkezi yanlış bilgilendirme, evrakta sahtecilik, merkeze haber vermeden ayrı saha şirketi kurup araştırmaları ona yaptırıp, ona ödediği parayı merkeze fazla göstererek haksız kazanç sağlamakla suçlayın, sonra da olayı bir basın bülteniyle geçiştirip, hiçbir şey olamayacakmış gibi yolunuza devam etmeye çalışın.
Eski CEO’nuz skandalla eş zamanlı olarak şıpın işi bir rakip şirket kursun; kadronun bir kısmın çok önceden alıp gitsin; bizler bu bilgileri sağdan soldan duyalım… Siz bir şey olmamış gibi gün yaşamaya çalışın… Ya da kriz iletişimin kritik başarı faktörünün hız olduğunu unutun, açıklamalar için hukuki sürecin bitmesini bekleyin. Krizin ‘algılama yönetimi’ sürecinin hukukçulara bırakılmasının hangi hüsranlara neden olacağı her ‘kriz iletişimi’ kitabında yazar oysa… Hukuken haklı oldukları halde paydaşları nezdinde itibarlarını tamamen yitirmiş sayısız kişi ve kuruluşun dramatik öykülerini incelemenizde yarar olabilir. Ya da yanı başınızdaki Salim Bey’e sorun, anlatsın size…
Bu arada bir kriz de bugüne kadar son derece başarılı çalışmalar sergilemiş olan Türkiye Araştırmacılar Derneği (TÜAD) nezdinde patlamış durumda. GFK’nın ağır suçlamalarla işine son verilen CEO’su Ali Levent Orhun aynı zamanda TÜAD Yönetim Kurulu Başkanı da. Dernek 6 Mart’ta Araştırma Zirvesini organize ediyor. Açılış konuşmasını kim yapacak? Başkan mı? Başkanı dernekten atmaya çalışan ciddi bir grup varmış oysa dernekte… Bu arada Etik Kurulu Başkanı Pervin Olgun, bir toplantı istemiş. Yönetim Kurulu, Disiplin Kurulu ve de Etik Kurulu’nun biraraya gelmesini istemiş. Toplantı önce planlanmış, sonra birileri YK’yı ikna etmiş olmalı ki, iptal edilmiş. Pervin Hanım da bunun üzerine Etik Kurulu’ndan istifa etmiş.
Bir ilginç söylenti de Başkan’ın dernekte iki kez üst üste seçilip seçilemeyeceği üzerine… İpsos Kmg’nin Başkanı Vural Çakır, Ali Levent Orhun Bey’in ikinci kez üst üste Başkan seçilmesi üzerine herkese bir e-posta gönderek “Yıllar önce aramızda bir centilmenlik anlaşması imzaladık. Hiç kimse iki kez üst üste Başkan olmayacak, dedik. Bu ne iş?” demiş… Ve dernekten biraz elini ayağın çekmiş.
Hal bu… Bunların bir kısmı kulaktan kulağa sektör söylentisi… Yarısı doğru olsa ‘adamı ipe götürür’. Ne Dernek iletişimi adam gibi yöetebiliyor, ne Ali Levent Bey, ne de GFK… Umalım ki, bu hasarlı durumun faturası tüm sektöre kesilmesin. İşte o zaman herkes hasar görür…
Gelelim merkezi Almanya’da bulunan GFK vakfının dünya çapındaki araştırmasına. Dünyayı ve Türkiye’yi okumayı ilke edinmiş ‘akıllı’ insanlar için ilginç olabilir.
GfK Türkiye'nin de arasında bulunduğu 25 ülkeden 28 bin kişi ile görüşmüş. Mesleklere ve kurumlara duyulan güveni sorgulamış. Sonuçlara göre para birimine en çok güvenen 4. ülkeymişiz. Yüzde 90,7 ile Kanada, yüzde 90,1 ile İsviçre, yüzde 87,1 ile İsveç vatandaşlarından sonra Yüzde 80,9 ile sırada biz varız. Para birimine güvenin en az olduğu ülke ise yüzde 30 ile İtalya’yı görüyoruz.
Hükümete güven konusunda da Türkiye yüzde 69 ile liste başı. Hani bir CHP milletvekili “AK Parti halka güvenini tamamen yitirmiştir, %42’yi bile geçemez’ buyurmuştu, ya. O da bu rakamar abaksa iyi olur…
Hükümete güven konusunda Türkiye'yi yüzde 64,6 ile İsveç, yüzde 61,3 ile Mısır ve yüzde 60 ile Kanada izliyor. Hükümetine en az güvenen ülke ise yüzde 12,5 ile Japonya liste sonu.
Siyasi partilere güvenin en yüksek olduğu ülkenin yüzde 34,8 ile İsviçre, en az güvenen ülkenin ise yüzde 6,1 ile İtalya olması dikkati çekti.
Dini kurum ve kuruluşlara güvenin en yüksek olduğu ülkeler de sırasıyla Güney Afrika (yüzde 86,2), Endonezya (yüzde 76,8) ve Hindistan(yüzde 75,7) olmuş. Türkiye de dini kurumlara güven yüzde 72… Dini kurumlara en az güvenen ülke ise yüzde 16 ile Japonya.
Gelelim orduya güvene… Araştırmaya dahil edilen 25 ülkenin karşılaştırmalı verilerine bakıldığında, bu konuda listenin başında Hindistan var. Sonra sırada yüzde 88,8 ile ABD ve yüzde 85,3 ile İngiltere…Türkiye'de orduya güvenenlerin oranı yüzde 72,6 olarak karşımıza çıkıyor. Arjantin, yüzde 37 ile orduya güvenin en düşük olduğu ülke. Siz GFK’nın krizine rağmen bu rakamları mutlaka edinin… ‘Okumak’ için de işe yarar, ‘yazmak’ için de…
Okumaya ilgisi olmayan iletişimci var mı? “Kimi kitaplar o kadar canlıdır ki, okumadığınız zaman değiştiğinden, bir ırmak gibi değişikliğe uğradığından korkarsınız” demiş Rus şair Maria Tsvetayeva (1892 – 1944). Şair, romancı ve Türkiye Yayıncılar Birliği Başkanı şapkasıyla da kitap dünyasının tam da merkezinden dünyaya bakan kardeşimiz Metin Celal, kitaba dair hem bu müthiş cümleyi aktarmış hem de yayıncılık sektörümüzün günümüzde geldiği yer hakkında fikir sahibi olmamızı sağlayacak şu bilgiyi iletmiş:
“Unesco verilerine ve 2011 rakamları ile oluşturulan listeye göre Türkiye kitap başlığına göre 14. Sırada.”
Metin Celal’in başkanlığını yaptığı Türkiye Yayıncılar Birliği’nin 15 Ocak 2013’de bazı gazetelerde açıklanan araştırmasına göre 2012’de toplam 480.257.824 adet kitap üretilmiş. (Geçen yılla kıyaslandığında üretilen kitap adedinde %3 düşüş görülmüş. Önemli değil o kadar.) Yine 2012 yılında ülkemizde kişi başına 6,4 kitap düşüyormuş. (Türkiye’nin nüfusu, TÜİK rakamlarına göre 74.724.269 olarak alınmış)
Yine geçen yıl içinde 42.626 çeşit (‘başlık’ diye ifade etmişler) kitap yayınlanmış ve bu kitapların konularına göre ‘başlık’ dağılımı da gayet ilginç sonuçlar vermiş:
Genel Konular: 452, Felsefe ve Psikoloji: 1.137, Din: 2.726, Toplum Bilimleri: 14.342, Dil ve Dil Bilim: 504, Doğa Bilimleri ve Matematik: 461, Teknoloji ve Uygulamalı Bilimler: 1.954, Güzel Sanatlar: 1.270, Edebiyat: 15.034, Coğrafya ve Tarih: 2.664, Konusu belirtilmemiş: 2.082.
Bu başlıklar göz önüne alındığında Türkiye’nin dünyada 14. Sırada yerini alması çok başarılı bir sonuç olarak değerlendiriliyor.
Kategoriler arasında ‘iletişim’in bulunmamasına şaşmamak lazım… Kitaplara ilgisi olmayan iletişimciler var mıdır? Söylemesi ayıptır ama vardır. Çevremizde kitap okumamakla övünenlerimiz bile vardır. Oysa ki, önümüzdeki yıllarda tüm sektörlerde ayrı ayrı uzmanlaşmayı gerektiren iletişim danışmanlığı mesleğinde yukarıda sıralanan başlıklardaki kitaplara, uzmanlık alanlarına göre bırakınız ilgiyi, ‘tutkusu’ olmayanların işleri hayli zor olacak…
Rus ‘şairenin’ dediği gibi okumadığınız takdirde ‘bir ırmak gibi değişeceğinden korkacağınız’ kitaplar, sizin tutkunuzu hak eden kitaplar değil midir?
Şekerbank’tan iyi niyetli zayıf ses!..
Türk sineması teknik olarak dünya standartlarında bir yere gelmemiş olsa,adi bir nebze “Kimse fark etmez” diye geçiştirilebilir. Oysa durum öyle değil ki. Kelebeğin Rüyası’na gidiyorsunuz. Kamera, ışık, kurgu, dekor velhasıl prodüksiyon süper… Hemen önünde iki ilginç ve iddialı filmin fragmanı “Eve Dönüş: Sarıkamış 1915” ve “Çanakkale Yolun Sonu”… Her ikisinde de ‘kamera, ışık, kurgu, dekor velhasıl prodüksiyon süper…
Bu harika çalışmalarının hemen önünde bir Şekerbank reklamı (Açık Esnaf)… Konsept, konu hiç fena değil… ‘Batı maneviyatını kaybetti’ tadında. “Bunların esnafı hep kapalıdır. Oysa bizim esnaf hep açık”… ‘Açıklık’ pek çok anlamda kullanılmış sonra… İyi düşünülmüş bir çalışma...
Fakat o yapım ne öyle? Yürekler acısı. Müsamere düzeyinde… Amatör mü amatör kokuyor. Emir kipinde söylemler! “Mahallemizi Mahalle yapan esnafımız için gelin! El ele verelim! Bugün siz de mahalle esnafınızdan alışveriş yapın! Kapıları hep açık kalsın!
Biri arkadaşlara emir kipi ile yapılmış reklamların sefaletini hatırlatmalıymış herhalde. Türkiye’de ölümlü trafik kazalarının “Trafik Canavarı olmayın!” kampanyasından sonra arttığını, sporda terörün “Lütfen!” kampanyasından tırmandığını falan…
Siz lafa değil ‘işleve’ bakın
Şu sıra internet ortamında dolaşan reklam filmleri arasında en etkilisi (en Gangnam Style’ı değil) hangisi? Tabii ki Efes’in reklamı. İşte sosyal medyanın gücü, geyiğini en hak eden uygulama. İyi ve hoş olan bir şey de en az Gangnam Style kadar hızla yayılabiliyor görüldüğü üzere…
Lafın tamamı aptala söylenirmiş, ama biz görmemiş olan arkadaşlar için kısa bir özet geçelim hiç değilse: Anadolu Efes Basketbol takımını, “Sponsorumuz istiyor, gitmemiz lazım” falan diye, deyim yerindeyse ‘kandırıp’ klasik müzik konserine götürüyorlar. Oda orkestrasının ağır bir yaylı sazlarının müziğinin yoğunlaştırmış baskısı altında kendinden kopmak üzere takım tam uyuklamaya ramak kalmışken, birden müzik değişiyor ve tamamı önceden ayarlanmış ve anlaşılmış olan seyirciler öbek öbek kalkıp, o tezahürat şarkısını söylemeye başlıyorlar: “Kimseyi görmedim ben, senden daha güzel… Kimseyi tanımadım ben. Senden daha özel…”
Basketbolcuların şaşkınlığı görülmeye değer. Şimdiden 25.000 pageview’e ulaşmış… Twitter ortamında ise yüz binlerce kez retweet edildiği tahmin ediliyor…
Başarılı oldu ya, şimdi kalkıp birileri, “Canım aynı numara, daha önce İtalya’da Heineken bira firması tarafından kullanılmıştı. Futbol hastalarının, eşleri, dostları, patronları, hocaları, kız arkadaşları tarafından ısrar sonucu maçı izlemekten vazgeçirilmesi ve ‘ağır’ bir konsere gitmeye ikna edilmesi, orada ise konserin bir yerinde aniden kendilerine Real Madrid – Milan maçının dev ekrandan canlı izletilmesi şeklindeki sürprizde de kullanılmıştı…” diye gevezelik etmeye başlamış bile…
Bu tür itirazlar reklamcılığın zanaat değil sanat olduğunu düşünen çevrelerce üretilir ve bu tür iddialar ise yine reklamın sanatlı bir iş değil sanatın bizzat kendisi olduğunu düşünen ‘entelektüel’ arkadaşlar tarafından satın alınır…
Bizim gibi sıradan insanlar ise reklamın hedefine ulaşıp ulaşmadığına bakar. Bizce bu reklam çok ucuza çok geniş kitlelere çok etkili bir şekilde ulaşmıştır.
Bu kadar…
Gerisi ‘entel uyuz kaşımasıdır’…