Gizli numaralara cevap yok!
09 MART 2003
Yeni bir cep bilgisayarım oldu. Artık randevularımı kendim veriyorum. “Asistanımı arayın, o size bir randevu versin!” tavrı en önce beni rahatsız ediyordu. Ya da “Mail’lerimi henüz okuyamadım, özür dilerim”...
Açık, şeffaf, net iletişim giderek yaygınlaşıyor. Güven-Güven ilişkisi şüphecilik ve müphemiyetin yerini alıyor. Ülkenin en meşgul iş, bilim ve sanat insanları, randevularını doğrudan kendileri veriyorlar artık. Cep telefonları her zaman açık. Ne zaman isteseniz ulaşabilirsiniz. Kimse de saygısızlık edip lüzumlu lüzumsuz aramıyor. Onlar beni aradığı zaman ekranda numaraları ve eğer bende kayıtları varsa adları ekrana yansıyor.
Kartvizitime cep telefonumu yazdığımdan bu yana beni arayanları sayısında herhangi bir artış olmadı.
Uzun zamandır bana ters gelir dururdu. Bazıları numaralarının karşı taraftan görünmemesi için telefonlarını ayarlarlarmış. Bunlar aradığı zaman “Gelen...”, “Özel numara...” gibi şeyler çıkıyor ekrana. Yeni cep bilgisayarım sinir sistemimi daha da bozdu. Bu gibi durumlarda, “Unknown” diye bir yazı çıkıyor ekrana. Yani “Bilinmeyen”...
Hem benimle konuşmak istiyorsun hem de kendini gizliyorsun... Ya da, sen benim numaramı biliyorsun ama senin numaranı benim bilmemi istemiyorsun. Bana “Telefon numaramı öğrenip de beni taciz etme!” diyorsun...
Denizhan Mutlay arkadaşımız, “Onlar numaralarını göstermeme özgürlüklerini kullanıyorlarsa, ben de telefonumu açmama özgürlüğümü kullanıyorum” diyor. Çok sevdim bu lafı ve geçen haftadan bu yana numarası gözükmeyen hiç bir ‘çağrıya’ cevap vermiyorum. Çok rahat ettim. Bireysel tercihe, bireysel tercihle cevap.
Psikoloji uzmanı değilim. Ama bu davranışın ruh biliminde mutlaka bir karşılığı vardır. Özgüven eksikliği mi... Karşıdakinden daha uyanık olma isteği mi... Kim bilir hangi kompleks... Bilemeyeceğim. Bildiğim tek şey, nasıl sıradan, isimsiz SMS mesajlarını okumadan çöpe atıyorsam, gizli numaraları da aynı kader bekliyor... “Ignore” (görmezlikten gel) diye bir tuş var. Basıyorum ona. Bitiyor iş. Sonradan “Niye telefonlarıma cevap vermiyorsun?” diyenlere, durumu ayrıntılılarıyla anlatıyorum.
İletişimin bir numaralı kuralı ‘samimiyet’ burada da geçerli. Analog santrallardan arandığınızda numara gözükmüyormuş. Doğrudu. Onlar da bi zahmet evden ya da iş yerinden arasınlar. Bu tavır yüzünden bazı fırsatları kaçırma riski var mı? Var. İnanın kazandıklarınızın yanında bu risk solda sıfır...
Beğensek de beğenmesek de...
Arçelik’in son reklamı Direct Drive eleştiriliyor... Japonlar Japonya’da İngilizce mi konuşurlarmış... Bekçi sınıf atlayıp koruma mı olurmuş... İnandırıcı değilmiş bu reklam filmi...
Oysa biliyorsunuz, her gün bir takım adamlar köprülerin üzerinden atlayıp, hareket halinde tanker boyama işine takılıyorlar... Ya da tatile çıkanlar, yolda parça parça soyunup donlarıyla biniyorlar uçağa... Ya da çikolata yiyenler uçmaya başlıyorlar...
Reklam filmi bu arkadaşlar, belgesel değil... Japonya belgeseli hiç değil.
Bir de direct drive’ın daha önce LG tarafından kullanılmış olduğu iddiası var. Kopya iması yapılıyor.
Ben de merak ettim konuyu. Arçelik’den Ömer Kayalıoğlu’nu aradım. Direct Drive teknolojisinin iddia edildiği gibi oradan buradan kopyalama olmadığını kanıtlayan ve patent tarihlerini açık seçik ortaya koyan belgeler gönderdi, Ömer Bey. Reklamların etkililiği konusunda ise beni reklamlardan sorumlu yönetici Murat Şahin Bey’e yönlendirdi.
Arçelik, son reklamdan iki şey beklemiş: 1. Arçelik'in teknoloji üreten yönünün algılanması; 2. Bu model ürünün satışlarının artması.
Murat Şahin, “Henüz yayına başlayalı 1 hafta olmasına rağmen bu ürünün satışlarında ciddi kıpırdanma var” diyor.
Arçelik, reklamlarının markalı ve markasız hatırlanma oranları ve beğeni düzeylerini CATI yöntemi ile (Telefon ve bilgisayar destekli) her hafta ölçmekteymiş.
Son reklamın ve başka Arçelik reklamlarının 10 üzerinden beğeni skorları şöyleymiş:
Reklam Adı Skor Ölçüm haftası
Çelik Direct Drive 8,75 1. hafta Şubat 2003
Çelik Bekçi Teaser 8,55 5. hafta Aralık 2002
Çelik Yeni Logo 8,03 4. hafta Ocak 2003
Arçelik Taksit 6,98 1. hafta Şubat 2003
Görüldüğü gibi Direct Drive filmi şu ana kadar aldığı 8,75 puan ile en çok beğenilen Arçelik reklamı olmuş.
Yani reklam hedefine ulaşmış ve herkesin dilinde. Bizlerin beğenip beğenmemesi ayrı bir konu artık...
Ne zaman böyle eleştiriler duysam, verilere dayanmadan konuştuk ya da haberi üçüncü kaynaktan doğrulatmadık diye bizi azarlayan Abdi İpekçi gelir aklıma...
Hoşgeldin Ali Tara!
Aslında reklam filmi yönetmenleri isimsiz kahramanlardır. Reklam filminde ürün ve hizmetler ön plandadır. Haydi en fazlası Reklam ajansları, yaratıcı grup başkanları, sektörde duyulur bilinir.
Ama sektör yine bilir ki, en yaratıcı çalışma ancak iyi bir yönetmen tarafından hakkı verilirse amaca hizmet eder.
Ali Tara da işin hakkını veren yönetmenlerdendir. Adı, uzun süre birlikte önemli işlere imza attıkları ATCW’nun sahibi Ali Taran ile sık sık karıştırılır. Keşke reklam dünyasının bu iki “deli-dahisi”nin ortak işlerini daha sık görebilsek...
İksinin adlarının yanısıra bir ortak özelliği daha vardır. Ucuz değildirler. Ama Bechmark (herkesin kendisini ölçtüğü nirengi noktası) olma özelliklerini hiç bir zaman kaybetmediler.
Bir ara hangi reklam filmini beğensek Ali Tara’nın imzasını taşıdığını öğrenirdik. Yepyeni bir soluk getirdi reklam filmciliği diline. Onun elinden çıkmış filmlerin çoğu nerdeyse dizi film haline geldi. Seçtiği her oyuncu kısa sürede star oldu. Yaptığı filmler, uluslararası reklam filmi yarışmalarında onlarca ödül kazandı.
Bir süredir ABD’deydi. Geçenlerde rastladım. Yeni gelmiş. Yaratıcılık konusunda genelde birbirimize ters düşeriz. Yine düştük. O yaratıcılığın önemini vurgularken, ben “sonuç odaklı buluşçuluğun” öneminin altını çizerim. O, farklılığın yaratıcılıkla elde edilmesi gerektiğini savunur; ben reklamda zeka ve aklın farklılığı yaratması gerektiğini... Gönlüm ona hak verir. Aklım kendime.
Gönlüm gerek onun gerekse adaşının yaptığı işlere şapka çıkarır, aklım sonuçlara bakar öyle karar verir.
Hoş geldin Ali Tara!.. Katacağın renkleri heyecanla bekliyorum...
Dersimiz Kinetix
1997 yılında Helsinki’de Halkla İlişkiler Dünya Kongresinde dönemin AB İletişim Direktörü mükemmel bir konuşma yapmıştı. “20 bine yakın halkla ilişkiler ve lobby kuruluşu ile temas halindeyiz demişti. Onlar olmasa, bilgi kanallarını açabilmek için yüzlerce milyon Euro harcamamız gerekirdi. Oysa enerji mi, eğitim mi, tarım mı, su mu; hangi konuda bir politika belirlemeye kalksak önümüze yüzlerce dosya yığılıyor. Tabii hepsi kendi ülkelerinin ve kuruluşlarının işi alması için yapıyor bunu. Ama bize hem bilgi akıtıyorlar hem de kıyaslama olanağı veriyorlar”.
Bundan iyi lobby’cilik ve halkla ilişkiler tanımı olabilir mi...
Sporer firması Reklam ve Halkla İlişkiler Müdürü Işık Akuğur’dan Kinetix ile ilgili dosya geldiği zaman AB İletişim Direktörü’nün söyledikleri geldi aklıma.
Bu köşede 12 haftadır yazıyorum. İlk kez, mütevazı fakat bilgi yoğun bir dosya geçti elime. Hem de ben istemeden. Sadece kendilerini arayıp ölçümleme bilgilerini istedik. Kinetix reklamları ne kadar etkili olmuştu...
Aslında reklamlarını beğendiğim pek söylenemezdi. Okuldan kaçan kız... Yarı deli gibi gösterilen ve yeni atanmış gencecik müdire tarafından küçük düşürülen öğretmeni, “doğru” bulmamıştım. O yaş grubunda ayakkabı satın alma kararını ebeveynler veriyordu. Ebeveynler de bu dili benimsemezlerdi...
Verdiğim seminerlerde değerlerimizle buluşamayan reklamlara örnek olarak göstermeye hazırlanıyordum ki, bu dosya geldi.
Firma, iletişim stratejisini kurarken Taylor Nelson Sofres Piar’ın 6 ayda bir tekrarladığı “Teeners Trend” araştırmasında yer alan “marka bilinirliği” ve “marka tercihi” sonuçlarını temel aldığını söylüyor. Kampanyaya başlarken hedefleri şu imiş: Marka bilinirliğinde ve tercihinde %3 artış. Oysa ilk kampanyada bilinirlikte %8, tercihte %3 artışa ulaşmışlar. İkincisinin henüz sonucu gelmemiş. Ama daha da iyi neticeler elde edeceklerini düşünüyorlar...
Şimdi Kinetix reklamını yine örnek olarak göstereceğim. Ama bu kez: “Reklamda aslolan sonuçtur. Sonuç başarılıysa, önyargıları bırakıp, beğenmeseniz de şapka çıkarmanız gerekir” dersinde...
Doğru iletişim doğru sonuç
Tansaş’ın reklam filmleri medyanın odak noktasında. Kısmen rakip yönelimli kampanya, tüketici haklarına vurgu yapıyor. Hayli ilginç bulduğum bu kampanyayı yazmak için araştırma sonuçlarını bekledim.
Tansaş Genel Müdürü Servet Topaloğlu ile görüştüm. İki haftada bir ölçümleme yapıyorlarmış. Araştırmayı Retailing Institute yürütüyormuş. Geçen çarşamba son rakamları almışlar... Tüketici haklarının korunmasına ilişkin algı, sektörde %23 iken Tansaş’ta %40’a yükselmiş. Tansaş’ın sektördeki bilinirliği ise %30’lardan %49’a kadar yükselmiş. Genel algılama ise, “uygun fiyatlı, tüketici haklarını koruyan bir marka” olarak tespit edilmiş .
Topaloğlu, “Üç amacımız vardı” diyor “Tüketiciyi bilinçlendirmek, fiyata odaklanmadan kitlelere katma değer yaratmak, kendi hizmet kadrolarımızı müşteri tatmini yönünde eğitmek ve kendimizi kendi sözlerimizle bağlamak. Böylece tüm diğer süper marketlere örnek olmak. Tabii nihayetinde kârlı bir iş yapmak. Tüm hedeflere ulaştık.”
Rakamlar Tansaş Genel Müdürünü doğrular nitelikte. Bazı diğer kuruluşlar “Biz de zaten böyle yapıyoruz” diyorlar. Ama atı alan Üsküdar’ı geçmiş... İşte doğru iletişimin gücü. İlk söyleyenin avantajı... Bundan sonra her kim ki “Ben de” der, bu Tansaş’a yazar. Rekabet yeni ve farklı bir şeyler bulmalı...
Kısa... Kısa...
· Turkcell’in gol maxi mesaj hizmeti “Şimdi üç büyüklerin golleri maç sırasında renkli, sesli ve hareketli olarak cebinizde!” diye tanıtımını yapıyordu. Trabzonsporlular felaket alınmışlar bu işe ve güçlü bir e-posta zinciri başlatmışlar. Türkcell web sitesinde detay sayfada bu durumu düzeltmiş. Ama anti-Karadeniz gibi algılanan durum ana sayfada sürüyor.
· Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü Reklamcılık ve Tanıtım Anabilim Dalı tarafından 20-21 Mart 2003 tarihleri arasında "Dünden Bugüne, Kuramdan Uygulamaya: Reklam" başlıklı bir ulusal reklam sempozyumu düzenleniyor. Hafta içi yerine hafta sonu düzenleseler bir de meslek kuruluşlarıyla işbirliği yapsalardı herhalde katılım daha da artırırlardı. Umarız sempozyum sonuçlarını hem kamu oyu hem de reklam dünyası ile paylaşırlar. Bilgi ve katılım için Doç. Dr. Müge Elden’e ([email protected]) başvurmak mümkün.
· 28 Mart 2003 tarihinde A.Ü. SBF ATAUM Salonu’nda “I. Türkiye İletişim Yönetimi ve Halkla İlilşkiler Zirvesi gerçekleştirilecek. Türkiye’nin iletişim konusunda uzmanlığı kanıtlanmış önemli isimlerinin biraraya geleceği zirveden işte bazı başlıklar: “Üniversiteler ve halkla ilişkiler; Sivil toplum kuruluşlarında iletişim yönetimi; Özel sektörde iletişim yönetimi; Kamuda halkla ilişkiler; Siyasette halkla ilişkiler; Türkiye iletişebiliyor mu; Rekabet edebilirlik sürecinde iletişim yönetiminin önemi” Bu konuları bu yoğunlukta birarada bulmak kolay değil.
· İ.Ü. İletişim Fakültesinde yeni dönem başladı. Bizim dersler de. Ders programının tamamen yenilendiğini büyük bir sevinçle tespit ettim. Her ne kadar biz operasyon bölümüne sadece iletişim mezunlarını alsak da, sektörde çalışanlarının ancak %10’unun iletişim fakültelerinden geldiğini biliyor ve gerçekten üzülüyorduk. Çünkü bu oran örneğin ABD’de tamamen tersineydi. İ.Ü. İletişim Fakültesi eğitim kalitesinin artırılmasında sanki devrim yapmış. Dünyadaki iletişim eğitimi sistemleriyle rahatlıkla boy ölçüşebilecek bir ders programını devreye sokmuş. Sektör bu yeni öğrencilerin mezun olmalarıyla rahat bir nefes alacak.
1. Coca-Cola 'Herkese'
2. Turkcell 'Yayladere/Bingöl'
3. Nescafe 'Kesik Etek'
4. Rejoice Kepek Şampuanı 'Beni Yıka'
5. Tansaş 'Reyon şefi, Kasap ve Mağaza Müdürü'
6. Cep Paket 'Yılmaz Erdoğan YAU'
7. Arçelik 'Direct Drive'
8. Becel Mayonez
9. Lays Patates Cipsi
10. Selpak 'Kadınlar ağlar nedeni sorulmaz'
Açık, şeffaf, net iletişim giderek yaygınlaşıyor. Güven-Güven ilişkisi şüphecilik ve müphemiyetin yerini alıyor. Ülkenin en meşgul iş, bilim ve sanat insanları, randevularını doğrudan kendileri veriyorlar artık. Cep telefonları her zaman açık. Ne zaman isteseniz ulaşabilirsiniz. Kimse de saygısızlık edip lüzumlu lüzumsuz aramıyor. Onlar beni aradığı zaman ekranda numaraları ve eğer bende kayıtları varsa adları ekrana yansıyor.
Kartvizitime cep telefonumu yazdığımdan bu yana beni arayanları sayısında herhangi bir artış olmadı.
Uzun zamandır bana ters gelir dururdu. Bazıları numaralarının karşı taraftan görünmemesi için telefonlarını ayarlarlarmış. Bunlar aradığı zaman “Gelen...”, “Özel numara...” gibi şeyler çıkıyor ekrana. Yeni cep bilgisayarım sinir sistemimi daha da bozdu. Bu gibi durumlarda, “Unknown” diye bir yazı çıkıyor ekrana. Yani “Bilinmeyen”...
Hem benimle konuşmak istiyorsun hem de kendini gizliyorsun... Ya da, sen benim numaramı biliyorsun ama senin numaranı benim bilmemi istemiyorsun. Bana “Telefon numaramı öğrenip de beni taciz etme!” diyorsun...
Denizhan Mutlay arkadaşımız, “Onlar numaralarını göstermeme özgürlüklerini kullanıyorlarsa, ben de telefonumu açmama özgürlüğümü kullanıyorum” diyor. Çok sevdim bu lafı ve geçen haftadan bu yana numarası gözükmeyen hiç bir ‘çağrıya’ cevap vermiyorum. Çok rahat ettim. Bireysel tercihe, bireysel tercihle cevap.
Psikoloji uzmanı değilim. Ama bu davranışın ruh biliminde mutlaka bir karşılığı vardır. Özgüven eksikliği mi... Karşıdakinden daha uyanık olma isteği mi... Kim bilir hangi kompleks... Bilemeyeceğim. Bildiğim tek şey, nasıl sıradan, isimsiz SMS mesajlarını okumadan çöpe atıyorsam, gizli numaraları da aynı kader bekliyor... “Ignore” (görmezlikten gel) diye bir tuş var. Basıyorum ona. Bitiyor iş. Sonradan “Niye telefonlarıma cevap vermiyorsun?” diyenlere, durumu ayrıntılılarıyla anlatıyorum.
İletişimin bir numaralı kuralı ‘samimiyet’ burada da geçerli. Analog santrallardan arandığınızda numara gözükmüyormuş. Doğrudu. Onlar da bi zahmet evden ya da iş yerinden arasınlar. Bu tavır yüzünden bazı fırsatları kaçırma riski var mı? Var. İnanın kazandıklarınızın yanında bu risk solda sıfır...
Beğensek de beğenmesek de...
Arçelik’in son reklamı Direct Drive eleştiriliyor... Japonlar Japonya’da İngilizce mi konuşurlarmış... Bekçi sınıf atlayıp koruma mı olurmuş... İnandırıcı değilmiş bu reklam filmi...
Oysa biliyorsunuz, her gün bir takım adamlar köprülerin üzerinden atlayıp, hareket halinde tanker boyama işine takılıyorlar... Ya da tatile çıkanlar, yolda parça parça soyunup donlarıyla biniyorlar uçağa... Ya da çikolata yiyenler uçmaya başlıyorlar...
Reklam filmi bu arkadaşlar, belgesel değil... Japonya belgeseli hiç değil.
Bir de direct drive’ın daha önce LG tarafından kullanılmış olduğu iddiası var. Kopya iması yapılıyor.
Ben de merak ettim konuyu. Arçelik’den Ömer Kayalıoğlu’nu aradım. Direct Drive teknolojisinin iddia edildiği gibi oradan buradan kopyalama olmadığını kanıtlayan ve patent tarihlerini açık seçik ortaya koyan belgeler gönderdi, Ömer Bey. Reklamların etkililiği konusunda ise beni reklamlardan sorumlu yönetici Murat Şahin Bey’e yönlendirdi.
Arçelik, son reklamdan iki şey beklemiş: 1. Arçelik'in teknoloji üreten yönünün algılanması; 2. Bu model ürünün satışlarının artması.
Murat Şahin, “Henüz yayına başlayalı 1 hafta olmasına rağmen bu ürünün satışlarında ciddi kıpırdanma var” diyor.
Arçelik, reklamlarının markalı ve markasız hatırlanma oranları ve beğeni düzeylerini CATI yöntemi ile (Telefon ve bilgisayar destekli) her hafta ölçmekteymiş.
Son reklamın ve başka Arçelik reklamlarının 10 üzerinden beğeni skorları şöyleymiş:
Reklam Adı Skor Ölçüm haftası
Çelik Direct Drive 8,75 1. hafta Şubat 2003
Çelik Bekçi Teaser 8,55 5. hafta Aralık 2002
Çelik Yeni Logo 8,03 4. hafta Ocak 2003
Arçelik Taksit 6,98 1. hafta Şubat 2003
Görüldüğü gibi Direct Drive filmi şu ana kadar aldığı 8,75 puan ile en çok beğenilen Arçelik reklamı olmuş.
Yani reklam hedefine ulaşmış ve herkesin dilinde. Bizlerin beğenip beğenmemesi ayrı bir konu artık...
Ne zaman böyle eleştiriler duysam, verilere dayanmadan konuştuk ya da haberi üçüncü kaynaktan doğrulatmadık diye bizi azarlayan Abdi İpekçi gelir aklıma...
Hoşgeldin Ali Tara!
Aslında reklam filmi yönetmenleri isimsiz kahramanlardır. Reklam filminde ürün ve hizmetler ön plandadır. Haydi en fazlası Reklam ajansları, yaratıcı grup başkanları, sektörde duyulur bilinir.
Ama sektör yine bilir ki, en yaratıcı çalışma ancak iyi bir yönetmen tarafından hakkı verilirse amaca hizmet eder.
Ali Tara da işin hakkını veren yönetmenlerdendir. Adı, uzun süre birlikte önemli işlere imza attıkları ATCW’nun sahibi Ali Taran ile sık sık karıştırılır. Keşke reklam dünyasının bu iki “deli-dahisi”nin ortak işlerini daha sık görebilsek...
İksinin adlarının yanısıra bir ortak özelliği daha vardır. Ucuz değildirler. Ama Bechmark (herkesin kendisini ölçtüğü nirengi noktası) olma özelliklerini hiç bir zaman kaybetmediler.
Bir ara hangi reklam filmini beğensek Ali Tara’nın imzasını taşıdığını öğrenirdik. Yepyeni bir soluk getirdi reklam filmciliği diline. Onun elinden çıkmış filmlerin çoğu nerdeyse dizi film haline geldi. Seçtiği her oyuncu kısa sürede star oldu. Yaptığı filmler, uluslararası reklam filmi yarışmalarında onlarca ödül kazandı.
Bir süredir ABD’deydi. Geçenlerde rastladım. Yeni gelmiş. Yaratıcılık konusunda genelde birbirimize ters düşeriz. Yine düştük. O yaratıcılığın önemini vurgularken, ben “sonuç odaklı buluşçuluğun” öneminin altını çizerim. O, farklılığın yaratıcılıkla elde edilmesi gerektiğini savunur; ben reklamda zeka ve aklın farklılığı yaratması gerektiğini... Gönlüm ona hak verir. Aklım kendime.
Gönlüm gerek onun gerekse adaşının yaptığı işlere şapka çıkarır, aklım sonuçlara bakar öyle karar verir.
Hoş geldin Ali Tara!.. Katacağın renkleri heyecanla bekliyorum...
Dersimiz Kinetix
1997 yılında Helsinki’de Halkla İlişkiler Dünya Kongresinde dönemin AB İletişim Direktörü mükemmel bir konuşma yapmıştı. “20 bine yakın halkla ilişkiler ve lobby kuruluşu ile temas halindeyiz demişti. Onlar olmasa, bilgi kanallarını açabilmek için yüzlerce milyon Euro harcamamız gerekirdi. Oysa enerji mi, eğitim mi, tarım mı, su mu; hangi konuda bir politika belirlemeye kalksak önümüze yüzlerce dosya yığılıyor. Tabii hepsi kendi ülkelerinin ve kuruluşlarının işi alması için yapıyor bunu. Ama bize hem bilgi akıtıyorlar hem de kıyaslama olanağı veriyorlar”.
Bundan iyi lobby’cilik ve halkla ilişkiler tanımı olabilir mi...
Sporer firması Reklam ve Halkla İlişkiler Müdürü Işık Akuğur’dan Kinetix ile ilgili dosya geldiği zaman AB İletişim Direktörü’nün söyledikleri geldi aklıma.
Bu köşede 12 haftadır yazıyorum. İlk kez, mütevazı fakat bilgi yoğun bir dosya geçti elime. Hem de ben istemeden. Sadece kendilerini arayıp ölçümleme bilgilerini istedik. Kinetix reklamları ne kadar etkili olmuştu...
Aslında reklamlarını beğendiğim pek söylenemezdi. Okuldan kaçan kız... Yarı deli gibi gösterilen ve yeni atanmış gencecik müdire tarafından küçük düşürülen öğretmeni, “doğru” bulmamıştım. O yaş grubunda ayakkabı satın alma kararını ebeveynler veriyordu. Ebeveynler de bu dili benimsemezlerdi...
Verdiğim seminerlerde değerlerimizle buluşamayan reklamlara örnek olarak göstermeye hazırlanıyordum ki, bu dosya geldi.
Firma, iletişim stratejisini kurarken Taylor Nelson Sofres Piar’ın 6 ayda bir tekrarladığı “Teeners Trend” araştırmasında yer alan “marka bilinirliği” ve “marka tercihi” sonuçlarını temel aldığını söylüyor. Kampanyaya başlarken hedefleri şu imiş: Marka bilinirliğinde ve tercihinde %3 artış. Oysa ilk kampanyada bilinirlikte %8, tercihte %3 artışa ulaşmışlar. İkincisinin henüz sonucu gelmemiş. Ama daha da iyi neticeler elde edeceklerini düşünüyorlar...
Şimdi Kinetix reklamını yine örnek olarak göstereceğim. Ama bu kez: “Reklamda aslolan sonuçtur. Sonuç başarılıysa, önyargıları bırakıp, beğenmeseniz de şapka çıkarmanız gerekir” dersinde...
Doğru iletişim doğru sonuç
Tansaş’ın reklam filmleri medyanın odak noktasında. Kısmen rakip yönelimli kampanya, tüketici haklarına vurgu yapıyor. Hayli ilginç bulduğum bu kampanyayı yazmak için araştırma sonuçlarını bekledim.
Tansaş Genel Müdürü Servet Topaloğlu ile görüştüm. İki haftada bir ölçümleme yapıyorlarmış. Araştırmayı Retailing Institute yürütüyormuş. Geçen çarşamba son rakamları almışlar... Tüketici haklarının korunmasına ilişkin algı, sektörde %23 iken Tansaş’ta %40’a yükselmiş. Tansaş’ın sektördeki bilinirliği ise %30’lardan %49’a kadar yükselmiş. Genel algılama ise, “uygun fiyatlı, tüketici haklarını koruyan bir marka” olarak tespit edilmiş .
Topaloğlu, “Üç amacımız vardı” diyor “Tüketiciyi bilinçlendirmek, fiyata odaklanmadan kitlelere katma değer yaratmak, kendi hizmet kadrolarımızı müşteri tatmini yönünde eğitmek ve kendimizi kendi sözlerimizle bağlamak. Böylece tüm diğer süper marketlere örnek olmak. Tabii nihayetinde kârlı bir iş yapmak. Tüm hedeflere ulaştık.”
Rakamlar Tansaş Genel Müdürünü doğrular nitelikte. Bazı diğer kuruluşlar “Biz de zaten böyle yapıyoruz” diyorlar. Ama atı alan Üsküdar’ı geçmiş... İşte doğru iletişimin gücü. İlk söyleyenin avantajı... Bundan sonra her kim ki “Ben de” der, bu Tansaş’a yazar. Rekabet yeni ve farklı bir şeyler bulmalı...
Kısa... Kısa...
· Turkcell’in gol maxi mesaj hizmeti “Şimdi üç büyüklerin golleri maç sırasında renkli, sesli ve hareketli olarak cebinizde!” diye tanıtımını yapıyordu. Trabzonsporlular felaket alınmışlar bu işe ve güçlü bir e-posta zinciri başlatmışlar. Türkcell web sitesinde detay sayfada bu durumu düzeltmiş. Ama anti-Karadeniz gibi algılanan durum ana sayfada sürüyor.
· Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü Reklamcılık ve Tanıtım Anabilim Dalı tarafından 20-21 Mart 2003 tarihleri arasında "Dünden Bugüne, Kuramdan Uygulamaya: Reklam" başlıklı bir ulusal reklam sempozyumu düzenleniyor. Hafta içi yerine hafta sonu düzenleseler bir de meslek kuruluşlarıyla işbirliği yapsalardı herhalde katılım daha da artırırlardı. Umarız sempozyum sonuçlarını hem kamu oyu hem de reklam dünyası ile paylaşırlar. Bilgi ve katılım için Doç. Dr. Müge Elden’e ([email protected]) başvurmak mümkün.
· 28 Mart 2003 tarihinde A.Ü. SBF ATAUM Salonu’nda “I. Türkiye İletişim Yönetimi ve Halkla İlilşkiler Zirvesi gerçekleştirilecek. Türkiye’nin iletişim konusunda uzmanlığı kanıtlanmış önemli isimlerinin biraraya geleceği zirveden işte bazı başlıklar: “Üniversiteler ve halkla ilişkiler; Sivil toplum kuruluşlarında iletişim yönetimi; Özel sektörde iletişim yönetimi; Kamuda halkla ilişkiler; Siyasette halkla ilişkiler; Türkiye iletişebiliyor mu; Rekabet edebilirlik sürecinde iletişim yönetiminin önemi” Bu konuları bu yoğunlukta birarada bulmak kolay değil.
· İ.Ü. İletişim Fakültesinde yeni dönem başladı. Bizim dersler de. Ders programının tamamen yenilendiğini büyük bir sevinçle tespit ettim. Her ne kadar biz operasyon bölümüne sadece iletişim mezunlarını alsak da, sektörde çalışanlarının ancak %10’unun iletişim fakültelerinden geldiğini biliyor ve gerçekten üzülüyorduk. Çünkü bu oran örneğin ABD’de tamamen tersineydi. İ.Ü. İletişim Fakültesi eğitim kalitesinin artırılmasında sanki devrim yapmış. Dünyadaki iletişim eğitimi sistemleriyle rahatlıkla boy ölçüşebilecek bir ders programını devreye sokmuş. Sektör bu yeni öğrencilerin mezun olmalarıyla rahat bir nefes alacak.
1. Coca-Cola 'Herkese'
2. Turkcell 'Yayladere/Bingöl'
3. Nescafe 'Kesik Etek'
4. Rejoice Kepek Şampuanı 'Beni Yıka'
5. Tansaş 'Reyon şefi, Kasap ve Mağaza Müdürü'
6. Cep Paket 'Yılmaz Erdoğan YAU'
7. Arçelik 'Direct Drive'
8. Becel Mayonez
9. Lays Patates Cipsi
10. Selpak 'Kadınlar ağlar nedeni sorulmaz'