"Gordon Brown efsanesi"
26 MART 2006
Burada sık sık değiniriz. İlişki ve iletişim yönetiminde en etkili uygulama Üç İ kuralıdır: Yani, İstişare-İkna-İttifak üçgenini şirket ve ülke yönetiminde kurabilmek...
Silahlı Kuvvetler 28 Şubat öncesi ve sonrasında bu kuralı iletişim tarihine geçecek başarıyla uygulamıştır. AK Parti hükümetini sonradan unuttukları bu yöntem iktidara taşımıştır. Kıbrıs konusu ve AB sürecinde bu yöntemle belli bir başarı sağlamışlardır. Devlet Bakanı Beşir Atalay`ın yeni basın kanununun hazırlanırken düzenlediği İletişim Şurası da `Üç İ` uygulamasına iyi bir örnektir. Koç Topluluğu`nun 3 ayda bir ortaya çıkıp kendisiyle ilgili en şeffaf bilgileri kamuoyuyla paylaşması da bir çığır açmıştır.
Ne yazık ki tersi durumlar da az değildir. YÖK meselesi, başörtüsü meselesi, Sayın Başbakan`ın meslek grupları ve sektörlerle ittifaklarını sarsan açıklamaları... Bunlarda ne istişare vardır, ne ikna, ne de ittifak...
İletişim uzmanı arkadaşlarımızdan Altuğ Soytuna`nın bize gönderdiği bir bilgi notu ise bu konuda ders niteliğindedir. Örnek model bu kez İngiltere`den geliyor. İngiltere Hazine ve Maliye Bakanı Gordon Brown, sadece ülkesinde değil, AB`de de efsane olmuş durumda. İşçi Partisi lideri Blair`e seçimleri tek başına kazandırdığı iddia edilen ve 2 yılda İngiltere`nin yeni başbakanı olması beklenen Brown`un yaptıklarına bakılırsa hakkındaki övgüler az bile.
1997`den beri Hazine Bakanlığı`nı yürüten Brown`un siyasi görüşünü belki değil, ama siyasi iletişimini hayranlıkla izlememek mümkün değil. Brown son olarak Ekonomi Danışma Konseyini kurmuş. Uluslararası sermayeyi elinde bulunduran 12 yöneticinin yer aldığı bu konseyde kimler yok ki... Microsoft`tan Bill Gates,Wal-Mart`ın CEO`su Lee Scott, ilaç devi GlaxoSmithKline`nin CEO`su Jean-Pierre Garnier, eski DünyaBankası Başkanı James Wolfensohn, BP`den Lord Browne, Louis Vitton`dan Bernard Arnault, RollsRoyce`un patronu Sir John Rose, Tesco`dan Terry Leah, eBay`den Meg Whitman, Hindistan`ın en zenginiRatan Tata ve Hong Kong`lu işadamı Hutchison Whampoa... Bunlara bir de geçen aydan bu yana Brown`a danışmanlık yapan eski Fed Başkanı Alan Greenspan`i de ekleyelim.
Her biri alanında lider bu isimler İngiliz hükümetine, dünya ekonomisinin vahşi rekabet ortamında ayakta kalabilmek için neler yapması gerektiği konusunda danışmanlık yapacak. Siyaset ile finans dünyasının son zamanlardaki en verimli işbirliği olarak gösterilen bu oluşum sayesinde İngiliz şirketleri de, konseydeki CEO`ların yönettiği şirketlerin tecrübesinden faydalanacak. Bundan iyi Üç İ mi olur? Bu modeli uygulayan ve `kurumsal yönetişimi` öğrenmeye çalışan az da olsa bazı şirket yöneticilerini biliyoruz. Sözümüz, Her şeyin en doğrusunu ben bilirim diye diye ilişki ve iletişim özürlü hale gelen şirket ve siyaset yöneticilerimize.
Daha ne olsun?
Bir reklamın izlenmesi, satın almaya yöneltmesi sürecinde en büyük etkiye sahip olan unsurlar ihtiyaca yönelik olup olmadığı ile ulaşılmak istenen hedef kitlenin birincil, ikincil veya varsa üçüncül olup olmadığıdır.
Bir örnek verelim: Pakpen reklamı. Birkaç kuşağın starları başrolde: Eşref Kolçak, Halit Akçatepe. Kapı çalınıyor, Kolçak kapıyı açıyor, Akçatepe karşısında. Huzur evi bir sokak aşağıda diyor. Akçatepe, çakı gibi olduğunu iddia ediyor, giriyor içeri. Torunlarına takma dişlerinden başka birşeyler bırakması gerektiği mesajını alıyor Kolçak`tan. Son derece yalın. `Yalıtımla ısıyı kontrol edip, yatırım yaparsınız` diyor.
Kolçak ve Akçatepe`nin kullanılması doğru. Birincil hedef kitle olan inşaat firmaları, iç mimarlar gibi karar vericiler nezdinde Kolçak ve Akçatepe kesin etkili olacaktır. Pen`in teknik özelliklerini tek tek saymaması avantaj. Mesaj kirliliği yaratmıyor. Bu iletişim başarısı bir de satışlara yansıyorsa yemeyin de yanında yatın...
Nezahet prim yapıyor
Plaza Oteli`nin muhteşem manzaralı çatı katında Erol Evgin`i ilk kez izledim. Ancak üç hafta sonrasına yer ayırtmak mümkün. Salon tıklım tıklım. Sigara içiliyor. Ama hava tertemiz. Havalandırma sistemi süper çalışıyor. Servis birinci sınıf. Adam başı ödenen miktar hiç de abartılı değil. Bizim masada Sedef Fikret Orman çifti ileŞule Zorlu var. Yıllardır görmediğim ahbapları görüyorum. Aynı kültürel geçmişten geldiğimiz ahbaplar.Derby`nin patronlarından sınıf arkadaşım Ömer Cansu ailesi ve arkadaşlarını, Kamil Koç`un patronlarından, eski Futbol Federasyonu üyesi, okul arkadaşım Osman Çağlıkoç Bursa eşrafını toplamış gelmişler. İstanbul`da DJ denince akla gelen ilk isim Salih Saka, Moda Deniz Kulübü`nden yaş günlerini kutlayan bir ekip, ön masalardalar... Herkesin ortak görüşü: Mutlaka bir kez daha gelmeliyiz!
Böyle manzaralarla gençliğimizde, Hilton`un beş çaylarında, Kadıköy Opera Sineması pazar günleri 12.00, Konak Sineması cumartesi 18.45 seanslarında; Klüp Reşat`ın Suadiye`deki yazlık yerinde, Şişli Site sinemasının üstündeki Çatı`da, sonraları Klüp 12`de karşılaşırdık. Herkes birbirini tanırdı.
Erol Evgin`in gösterisi bana üç şey öğretti: 1. Sadece sululuk, düzeysizlik değil nezahet, ülkemizde hçok prim yapıyor. 2. Yaptığın işe ve kendine saygı duyuyor, emek veriyor, dünyanın en zor işini becerebiliyor yani ilkeliolabiliyorsan, mutlaka karşılığını alıyorsun 3. Pop klasiği, uzun vadede popülistliği her zaman dövüyor...
Reklam süper de...
Sabah Günaydın`ın dün arka sayfasında tam sayfa bir reklam vardı. Çarpıcı bir fotoğraf. İmza yok ama bildiğimiz kadarıyla Okan Bayülgen`in Madagaskar`da çektiği bir fotoğraf. Keşke Bayülgen`in imzasını koysalarmış. Hak ediyor. Reklamın altında küçücük bir mesaj var: Önce `Yola` yazılmış. Sonra üstü çizilmiş, `Yoldan çıktım bile` diye düzeltilmiş. Bir de web sitesi adresi verilmiş: www.y-london.com.tr
İlgimi çekti, girdim baktım. Tasarım da en az reklam kadar iyi. Her şey iyi de pekiyi beni ne rahatsız etti?
Sonunda buldum galiba. Eskilerin deyimi ile `tesanüt` sorunu var. Sözlükte Türkçesi için `dayanışma`, `omuzdaşlık` diyor. `Uyum` da diyebilirdi. Ürün, yaratılan atmosfer, marka vaadi, hedeflenen kitlenin kültür ve değerleri... İşte bunların arasında tesanüt yok gibi geldi bana... Sanki vaat ürün ve hedef kitlenin önünde koşuyor... Bir de siz bakın.
Burada sık sık değiniriz. İlişki ve iletişim yönetiminde en etkili uygulama Üç İ kuralıdır: Yani, İstişare-İkna-İttifak üçgenini şirket ve ülke yönetiminde kurabilmek...
Silahlı Kuvvetler 28 Şubat öncesi ve sonrasında bu kuralı iletişim tarihine geçecek başarıyla uygulamıştır. AK Parti hükümetini sonradan unuttukları bu yöntem iktidara taşımıştır. Kıbrıs konusu ve AB sürecinde bu yöntemle belli bir başarı sağlamışlardır. Devlet Bakanı Beşir Atalay`ın yeni basın kanununun hazırlanırken düzenlediği İletişim Şurası da `Üç İ` uygulamasına iyi bir örnektir. Koç Topluluğu`nun 3 ayda bir ortaya çıkıp kendisiyle ilgili en şeffaf bilgileri kamuoyuyla paylaşması da bir çığır açmıştır.
Ne yazık ki tersi durumlar da az değildir. YÖK meselesi, başörtüsü meselesi, Sayın Başbakan`ın meslek grupları ve sektörlerle ittifaklarını sarsan açıklamaları... Bunlarda ne istişare vardır, ne ikna, ne de ittifak...
İletişim uzmanı arkadaşlarımızdan Altuğ Soytuna`nın bize gönderdiği bir bilgi notu ise bu konuda ders niteliğindedir. Örnek model bu kez İngiltere`den geliyor. İngiltere Hazine ve Maliye Bakanı Gordon Brown, sadece ülkesinde değil, AB`de de efsane olmuş durumda. İşçi Partisi lideri Blair`e seçimleri tek başına kazandırdığı iddia edilen ve 2 yılda İngiltere`nin yeni başbakanı olması beklenen Brown`un yaptıklarına bakılırsa hakkındaki övgüler az bile.
1997`den beri Hazine Bakanlığı`nı yürüten Brown`un siyasi görüşünü belki değil, ama siyasi iletişimini hayranlıkla izlememek mümkün değil. Brown son olarak Ekonomi Danışma Konseyini kurmuş. Uluslararası sermayeyi elinde bulunduran 12 yöneticinin yer aldığı bu konseyde kimler yok ki... Microsoft`tan Bill Gates,Wal-Mart`ın CEO`su Lee Scott, ilaç devi GlaxoSmithKline`nin CEO`su Jean-Pierre Garnier, eski DünyaBankası Başkanı James Wolfensohn, BP`den Lord Browne, Louis Vitton`dan Bernard Arnault, RollsRoyce`un patronu Sir John Rose, Tesco`dan Terry Leah, eBay`den Meg Whitman, Hindistan`ın en zenginiRatan Tata ve Hong Kong`lu işadamı Hutchison Whampoa... Bunlara bir de geçen aydan bu yana Brown`a danışmanlık yapan eski Fed Başkanı Alan Greenspan`i de ekleyelim.
Her biri alanında lider bu isimler İngiliz hükümetine, dünya ekonomisinin vahşi rekabet ortamında ayakta kalabilmek için neler yapması gerektiği konusunda danışmanlık yapacak. Siyaset ile finans dünyasının son zamanlardaki en verimli işbirliği olarak gösterilen bu oluşum sayesinde İngiliz şirketleri de, konseydeki CEO`ların yönettiği şirketlerin tecrübesinden faydalanacak. Bundan iyi Üç İ mi olur? Bu modeli uygulayan ve `kurumsal yönetişimi` öğrenmeye çalışan az da olsa bazı şirket yöneticilerini biliyoruz. Sözümüz, Her şeyin en doğrusunu ben bilirim diye diye ilişki ve iletişim özürlü hale gelen şirket ve siyaset yöneticilerimize.
Daha ne olsun?
Bir reklamın izlenmesi, satın almaya yöneltmesi sürecinde en büyük etkiye sahip olan unsurlar ihtiyaca yönelik olup olmadığı ile ulaşılmak istenen hedef kitlenin birincil, ikincil veya varsa üçüncül olup olmadığıdır.
Bir örnek verelim: Pakpen reklamı. Birkaç kuşağın starları başrolde: Eşref Kolçak, Halit Akçatepe. Kapı çalınıyor, Kolçak kapıyı açıyor, Akçatepe karşısında. Huzur evi bir sokak aşağıda diyor. Akçatepe, çakı gibi olduğunu iddia ediyor, giriyor içeri. Torunlarına takma dişlerinden başka birşeyler bırakması gerektiği mesajını alıyor Kolçak`tan. Son derece yalın. `Yalıtımla ısıyı kontrol edip, yatırım yaparsınız` diyor.
Kolçak ve Akçatepe`nin kullanılması doğru. Birincil hedef kitle olan inşaat firmaları, iç mimarlar gibi karar vericiler nezdinde Kolçak ve Akçatepe kesin etkili olacaktır. Pen`in teknik özelliklerini tek tek saymaması avantaj. Mesaj kirliliği yaratmıyor. Bu iletişim başarısı bir de satışlara yansıyorsa yemeyin de yanında yatın...
Nezahet prim yapıyor
Plaza Oteli`nin muhteşem manzaralı çatı katında Erol Evgin`i ilk kez izledim. Ancak üç hafta sonrasına yer ayırtmak mümkün. Salon tıklım tıklım. Sigara içiliyor. Ama hava tertemiz. Havalandırma sistemi süper çalışıyor. Servis birinci sınıf. Adam başı ödenen miktar hiç de abartılı değil. Bizim masada Sedef Fikret Orman çifti ileŞule Zorlu var. Yıllardır görmediğim ahbapları görüyorum. Aynı kültürel geçmişten geldiğimiz ahbaplar.Derby`nin patronlarından sınıf arkadaşım Ömer Cansu ailesi ve arkadaşlarını, Kamil Koç`un patronlarından, eski Futbol Federasyonu üyesi, okul arkadaşım Osman Çağlıkoç Bursa eşrafını toplamış gelmişler. İstanbul`da DJ denince akla gelen ilk isim Salih Saka, Moda Deniz Kulübü`nden yaş günlerini kutlayan bir ekip, ön masalardalar... Herkesin ortak görüşü: Mutlaka bir kez daha gelmeliyiz!
Böyle manzaralarla gençliğimizde, Hilton`un beş çaylarında, Kadıköy Opera Sineması pazar günleri 12.00, Konak Sineması cumartesi 18.45 seanslarında; Klüp Reşat`ın Suadiye`deki yazlık yerinde, Şişli Site sinemasının üstündeki Çatı`da, sonraları Klüp 12`de karşılaşırdık. Herkes birbirini tanırdı.
Erol Evgin`in gösterisi bana üç şey öğretti: 1. Sadece sululuk, düzeysizlik değil nezahet, ülkemizde hçok prim yapıyor. 2. Yaptığın işe ve kendine saygı duyuyor, emek veriyor, dünyanın en zor işini becerebiliyor yani ilkeliolabiliyorsan, mutlaka karşılığını alıyorsun 3. Pop klasiği, uzun vadede popülistliği her zaman dövüyor...
Reklam süper de...
Sabah Günaydın`ın dün arka sayfasında tam sayfa bir reklam vardı. Çarpıcı bir fotoğraf. İmza yok ama bildiğimiz kadarıyla Okan Bayülgen`in Madagaskar`da çektiği bir fotoğraf. Keşke Bayülgen`in imzasını koysalarmış. Hak ediyor. Reklamın altında küçücük bir mesaj var: Önce `Yola` yazılmış. Sonra üstü çizilmiş, `Yoldan çıktım bile` diye düzeltilmiş. Bir de web sitesi adresi verilmiş: www.y-london.com.tr
İlgimi çekti, girdim baktım. Tasarım da en az reklam kadar iyi. Her şey iyi de pekiyi beni ne rahatsız etti?
Sonunda buldum galiba. Eskilerin deyimi ile `tesanüt` sorunu var. Sözlükte Türkçesi için `dayanışma`, `omuzdaşlık` diyor. `Uyum` da diyebilirdi. Ürün, yaratılan atmosfer, marka vaadi, hedeflenen kitlenin kültür ve değerleri... İşte bunların arasında tesanüt yok gibi geldi bana... Sanki vaat ürün ve hedef kitlenin önünde koşuyor... Bir de siz bakın.