Gözetim çağı kapitalizmine hoşgeldiniz
01 Mart 2019 - Derin ekonomi
Bir süredir, çalıştığınız şirket, hizmet aldığınız kurum ya da alışveriş yaptığınız mağazadan telefonla aranıyor, eposta yoluyla ulaşılıyorsunuz... Sizden, kendileriyle paylaştığınız bilgilerinizi kullanabilmek için izin istiyorlar... Hatta kullandığınız GSM operatörü bile yeni kampanyalarını izniniz olmadan size haber veremiyor, telefon numaranızdan size ulaşamıyor.
İzin almak, tüm kurumlar açısında 2016 yılında yürürlüğe giren Kişisel Verilerin Korunması Kanunuyla getirilmiş bir zorunluluk... Çünkü veri şakaya gelmez. “Benim doğum tarihimi, neyi ‘like’ ettiğimi bilseler ne olur?!” diyen olacaktır. Çok şey olur!
O veriler sadece sizden değil, binler, yüz binler hatta milyonlarca insandan toplanabiliyor. O zaman da ortaya ‘büyük veri’’ çıkıyor. Büyük verinin kötü amaçla kullanılması nasıl sonuçlara yol açabilir bir düşünelim...
Adnan Oktar’ın başında bulunduğu cemaate yapılan operasyonla gözaltına alınan cerrah Oktar Babuna’yı hatırlarsınız... 1998 yılında lösemi olan Babuna için bir kampanya başlatılmış ve kendisine uygun donöre 10 milyar lira ödül vaat edilmişti... O zaman Türkiye’den 160 bin civarında kan örneği gönderilmiş. Türkiye’de yeterli laboratuvar olmadığı için, 120 bin örnek Almanya ve ABD’deki laoratuvarlara sev edilmişti. Tabii haklı tepkiler de peşinden geldi:
“Türk insanının gen haritasını çıkarıyorlar”, “İlaç firmalarına bu veriler satılacak”, “Gönderdiğimiz verilere göre üretilen bir karışımla genetik silah yapacaklar” iddiaları öne sürülmüştü. Tıbbi teknolojinin geldiği seviye düşünülürse hiç de mantıksız değil.
Büyük veri işte bu kadar ‘büyük’ ve o nedenle de çok hassas. Korunması, saklanması, izne tâbi olması, hatta bazen izinle bile depolanmaması gerekiyor.
Dijital hayatımızda da bu konuda pek çok uyarı alıyoruz. Özellikle sosyal medya hesaplarımız gibi sevdiğimiz filmlerden içtiğimiz kahveye, yemek yediğimiz yerlerden ruh halimize kadar pek çok bilgiyi paylaştığımız mecralar da bu anlamda bir hazine barındırıyor...
Birkaç yıl önce büyük veri üzerine konuşan bir uzman, Twitter’da yazdığınız mesajları anlamak için kullanılan yazılımlar sayesinde günün hangi saatlerinde olumlu, hangi saatlerinde olumsuz duygular içinde olduğunuzun analiz edilebildiğini söylemişti. Bu, telepazarlama yapan şirketler için ne kadar kıymetli, düşünsenize...
Bu konuda düşünenlerden biri Harvard İşletme Okulu’nda daimi profesör olmayı başaran ilk kadınlardan biri; Shoshana Zuboff. Dijital teknolojiyi ve onun sağladığı verileri kendi amaçlarına yönelik kullanmanın yolunu bulmuş ‘yeni’ ve ‘dönüşmüş’ bir tür ‘gözetim kapitalizmi’nin kodlarını ‘Age of Surveillance Capitalizm’ adlı kitabında anlatmış...
Her yeni teknolojide olduğu gibi dijital teknolojiler de kullanılma şekli ve amacına göre ‘iyi’ ya da ‘kötü’ olarak nitelendirilebiliyor. Zuboff da kötüye kullanım üzerinde durmuş ve büyük teknoloji şiketlerinin kullanıcı davranışları üzerinden geliştirdikleri iş modelleriyle kazandıkları ‘büyük’ paraları anlatmış. Buna göre, insan deneyimi davranışsal verilere dönüşüyor. Hammadde olan bizlerse bu şirketler için bedavayız.
Financial Times’a kitabını anlatan Zuboff şöyle yazmış: “Gözetim kapitalizmi davranışlarımızı üretim fazlası olarak izinsiz topluyor ve vücutlarımızda, beyinlerimizde ve çarpan kalplerimizde kalan anlamları geride bırakıyor. Siz ‘ürün’ değilsiniz ama geride kalan kadavrasınız. ‘Ürün’ sizin hayatınızdan koparılan artık veri”.
Yazar, Observer’a verdiği röportajda dijital verilerin depolanması ve kötüye kullanılmasında en çok sosyal medya sorumlu tutulsa da Google’ın temel kuvvet olduğunu söylüyor: “Şirketin, kullanıcıların özellikle kendilerine saklamayı tercih ettiği verileri ortaya çıkaracak, kullanıcıların vermediği ya da vermek istemediği kişisel bilgilere ulaşacak yeni veri fazlası toplama yöntemleri geliştirdi.”
Google’da görüp de önemsemediğimiz ‘hedefli reklamlar’ işte böyle oluşturuluyor. Bu yöntemi geliştiren Google’ın geliri 2001-2004 yılları arasında yüzde 3590 oranında artmış...
Piyasaları besleyen, hammaddesini bizim oluşturduğumuz verilerin sorunsuz bir şekilde akışını sağlama işinin altında herkesin tüm kişisel haklarını ortadan kaldıran bu sistem ‘bireyselleşme’ kavramını da kendi çıkarına kullanıyor.
Şöyle diyor Zuboff: “Bireysel farkındalığı devre dışı bırakmak, cehaleti yaygınlaştırmak amacıyla tasarlanmış süreçlerden kaçmamız mümkün değil. Özellikle de gündelik yaşamımızı sürdürmek için de aynı süreçlere ihtiyaç duyarken. Dolayısıyla bu sisteme katılımımızı en iyi tarif edecek sözler gereksinim, bağımlılık, alternatif eksikliği ve körüklenen cehalet olacaktır.”
Bu bağımlılığı tanıyoruz, değil mi?
İzin almak, tüm kurumlar açısında 2016 yılında yürürlüğe giren Kişisel Verilerin Korunması Kanunuyla getirilmiş bir zorunluluk... Çünkü veri şakaya gelmez. “Benim doğum tarihimi, neyi ‘like’ ettiğimi bilseler ne olur?!” diyen olacaktır. Çok şey olur!
O veriler sadece sizden değil, binler, yüz binler hatta milyonlarca insandan toplanabiliyor. O zaman da ortaya ‘büyük veri’’ çıkıyor. Büyük verinin kötü amaçla kullanılması nasıl sonuçlara yol açabilir bir düşünelim...
Adnan Oktar’ın başında bulunduğu cemaate yapılan operasyonla gözaltına alınan cerrah Oktar Babuna’yı hatırlarsınız... 1998 yılında lösemi olan Babuna için bir kampanya başlatılmış ve kendisine uygun donöre 10 milyar lira ödül vaat edilmişti... O zaman Türkiye’den 160 bin civarında kan örneği gönderilmiş. Türkiye’de yeterli laboratuvar olmadığı için, 120 bin örnek Almanya ve ABD’deki laoratuvarlara sev edilmişti. Tabii haklı tepkiler de peşinden geldi:
“Türk insanının gen haritasını çıkarıyorlar”, “İlaç firmalarına bu veriler satılacak”, “Gönderdiğimiz verilere göre üretilen bir karışımla genetik silah yapacaklar” iddiaları öne sürülmüştü. Tıbbi teknolojinin geldiği seviye düşünülürse hiç de mantıksız değil.
Büyük veri işte bu kadar ‘büyük’ ve o nedenle de çok hassas. Korunması, saklanması, izne tâbi olması, hatta bazen izinle bile depolanmaması gerekiyor.
Dijital hayatımızda da bu konuda pek çok uyarı alıyoruz. Özellikle sosyal medya hesaplarımız gibi sevdiğimiz filmlerden içtiğimiz kahveye, yemek yediğimiz yerlerden ruh halimize kadar pek çok bilgiyi paylaştığımız mecralar da bu anlamda bir hazine barındırıyor...
Birkaç yıl önce büyük veri üzerine konuşan bir uzman, Twitter’da yazdığınız mesajları anlamak için kullanılan yazılımlar sayesinde günün hangi saatlerinde olumlu, hangi saatlerinde olumsuz duygular içinde olduğunuzun analiz edilebildiğini söylemişti. Bu, telepazarlama yapan şirketler için ne kadar kıymetli, düşünsenize...
Bu konuda düşünenlerden biri Harvard İşletme Okulu’nda daimi profesör olmayı başaran ilk kadınlardan biri; Shoshana Zuboff. Dijital teknolojiyi ve onun sağladığı verileri kendi amaçlarına yönelik kullanmanın yolunu bulmuş ‘yeni’ ve ‘dönüşmüş’ bir tür ‘gözetim kapitalizmi’nin kodlarını ‘Age of Surveillance Capitalizm’ adlı kitabında anlatmış...
Her yeni teknolojide olduğu gibi dijital teknolojiler de kullanılma şekli ve amacına göre ‘iyi’ ya da ‘kötü’ olarak nitelendirilebiliyor. Zuboff da kötüye kullanım üzerinde durmuş ve büyük teknoloji şiketlerinin kullanıcı davranışları üzerinden geliştirdikleri iş modelleriyle kazandıkları ‘büyük’ paraları anlatmış. Buna göre, insan deneyimi davranışsal verilere dönüşüyor. Hammadde olan bizlerse bu şirketler için bedavayız.
Financial Times’a kitabını anlatan Zuboff şöyle yazmış: “Gözetim kapitalizmi davranışlarımızı üretim fazlası olarak izinsiz topluyor ve vücutlarımızda, beyinlerimizde ve çarpan kalplerimizde kalan anlamları geride bırakıyor. Siz ‘ürün’ değilsiniz ama geride kalan kadavrasınız. ‘Ürün’ sizin hayatınızdan koparılan artık veri”.
Yazar, Observer’a verdiği röportajda dijital verilerin depolanması ve kötüye kullanılmasında en çok sosyal medya sorumlu tutulsa da Google’ın temel kuvvet olduğunu söylüyor: “Şirketin, kullanıcıların özellikle kendilerine saklamayı tercih ettiği verileri ortaya çıkaracak, kullanıcıların vermediği ya da vermek istemediği kişisel bilgilere ulaşacak yeni veri fazlası toplama yöntemleri geliştirdi.”
Google’da görüp de önemsemediğimiz ‘hedefli reklamlar’ işte böyle oluşturuluyor. Bu yöntemi geliştiren Google’ın geliri 2001-2004 yılları arasında yüzde 3590 oranında artmış...
Piyasaları besleyen, hammaddesini bizim oluşturduğumuz verilerin sorunsuz bir şekilde akışını sağlama işinin altında herkesin tüm kişisel haklarını ortadan kaldıran bu sistem ‘bireyselleşme’ kavramını da kendi çıkarına kullanıyor.
Şöyle diyor Zuboff: “Bireysel farkındalığı devre dışı bırakmak, cehaleti yaygınlaştırmak amacıyla tasarlanmış süreçlerden kaçmamız mümkün değil. Özellikle de gündelik yaşamımızı sürdürmek için de aynı süreçlere ihtiyaç duyarken. Dolayısıyla bu sisteme katılımımızı en iyi tarif edecek sözler gereksinim, bağımlılık, alternatif eksikliği ve körüklenen cehalet olacaktır.”
Bu bağımlılığı tanıyoruz, değil mi?