Gülü seven dikenine katlanır
01 Mayıs 2007 - Marketing Türkiye
Şu anda 130 milyar dolarla Türkiye’nin en büyük sektörü olan perakende, büyüdükçe pazarda boy gösteren firmaların rekabeti de gidere sertleşiyor. Son 15 yılını sıkıntılı geçiren deri sektörünün büyük oyuncuları da pazardaki mevcut paylarını koruyarak daha da artırabilmek için ünlü kullanımına en sık başvuran firmaların başında geliyor.
Derimod’un Kenan Doğulu – Tuğçe Kazaz ile başlatıp Demet Şener ile devam ettirdiği süreçte Desa da Özcan Deniz ile iyi bir sınav verdi. Ünlü kullanımı ilk başta kulağa hoş gelse de özellikle belli bir yere gelmiş firmalar açısından iki tarafı da kesen kılıç vazifesini görüyor. Hele kontrolü zor, ne yapacağı belli olmayan ‘ünlülerle’ çalışıyorsanız...
Şöhretlerle işbirliğine giden firmaların özellikle kısa dönemde publicity (medyada görünürlülük) anlamında önemli sıçrama kaydettiği tecrübeyle sabit. Ancak bu süreç sağlıklı ve doğru bir iletişim stratejisinin parçası olarak uygulanmazsa yarardan çok zarar getiriyor.
Hotiç, yeni sezon ayakkabıları için Deniz Akkaya ile reklam anlaşması imzaladığında, herhalde “Oh ne güzel, Türkiye’nin en meşhur mankenini kaptık. Ne dese haber oluyor. Satışları bir güzel artırırız” diye düşünmüş olmalı. Belli ki iş güzel başlamış ve Deniz Hanım, Hotiç’in küresel ısınma sorununa dikkat çektiği 2007 ilkbahar/yaz kataloğunda yer almış. Tabii Nihat Odabaşı’nın o muhteşem deklanşöründen çıkma karelerle.
Buraya kadar herşey normal. Ancak Deniz Akkaya’nın, Hotiç’in basın toplantısında söyledikleri herhalde şirket yöneticilerinin karnına yumruk gibi oturmuştur. Bakın ne buyurmuş Akkaya: “İnsan anatomisinde tek nefret ettiğim kısım ayaklardır. Ayaklarımı o kadar da beğendiğim söylenemez...”
Tut kelin perçeminden...
Deniz Hanımın ‘stop ya da pause’ düğmesi tam çalışmıyor. Devam etmiş: “Evde çok fazla ayakkabı tutmam”...
Basın mensupları bu gollük pası kaçırmamışlar tabii.
Eğer Hotiç yöneticileri “haberimiz çıksın da nasıl çıkarsa çıksın” diye düşünüyorlarsa bir sorun yok. Doğrusu, Hotiç’in işi zor.
Binbir zahmetle yapılan basın toplantısının sonucu: Sabun köpüğü... Bir işe yaramayan medya görünürlüğü... Ve boşa giden 25 bin dolar... Bu sonuçları küçümsemeyin. Sadece Hotiç değil birçok büyük şirket, bu tip plansız hareketler sonucunda küçük bir serveti sokağa atıyor.
Deniz Akkaya ile işbirliğinde maça 1-0 geriden başlamak durumunda kalan Hotiç bundan sonra çıkacak haberlerde marka vaadine hitap edecek tutarlılık ve süreklilik yaratabilirse publicity sınavından başarı ile çıkmış olur.
Bu arada hemen bir dip not ekleyelim: Deniz Akkaya ile çalışılmaz diye bir iddiamız yok. Herkesle çalışılır. Ama o ‘herkesin’ plana programa uymasını sağlayarak...
10 YTL deyip geçmeyin...
Türk iş dünyasının son yıllardaki en atılgan işadamlarından Ali Sabancı gün geçmiyor ki, medyada boy göstermesin. Birçokları tarafından Sabancı ailesinin rahmetli Sakıp Sabancı’nın karizmasına en yakın aile ferdi olarak görülen Ali Sabancı, ortağı olduğu Pegasus Havayolları’nı “one man show” ile de olsa kamuoyunun gündemine oturtmayı başardı.
Bu gibi yüksek profilli iletişimde ‘ağızdan laf kaçma’ tehlikesi de artar. Ali Bey’in geçtiğimiz günlerde medyada yer alan açıklaması gibi...
Bakın ne demiş Sabancı: “Pegasus’ta 128 pozisyon için 76 bin 601 kişi başvurmuştu. Bundan sonra başvurulardan para alalım dedim. Her başvurudan 10 YTL almayı düşünüyorum”...
İnanılır gibi değil... Umarız Ali Bey işin sadece düşünme safhasındadır...
Ali Bey ya kendini hâlâ ABD’de zannediyor ya da Türk kültür ve değerlerinden hiç haberi yok. Bizde belli bir konuma gelen her yönetici vaktinin hatırı sayılır bir kısmını kendisine rica ile iş başvuruda bulunan yakınlarının işlerini çözmeye ayırır. Herhangi bir menfaat de beklemez... Çoğu da elinden geleni ardına koymaz.
O kadar insandan toplanacak parayı ancak bir hayır kurumuna verirseniz, biraz kurtuluş şansınız olabilir. Yoksa o meblağı ticari sistemin içine soktunuz mu, yandınız.
O zaman Pegasus’un kurum, Ali Sabancı’nın da kişisel itibarlarındaki dramatik düşüşün zaman içinde nerelere varacağını kimseler bilemez...
Burson & Marsteller’in araştırmasına göre CEO’nun şirket itibarının üzerindeki etkisi yüzde 50’ler civarında... Medyanın önünde edilecek her laf, bir itibar çarpanı ya da böleni olarak sürece katılabilir.
Sayın Ali Sabancı’ya üç tane naçizane tavsiyem olabilir:
Bir: Capital dergisinin 8 yıldır düzenlediği “Türkiye’nin en beğenilen şirketleri” araştırmasını ‘okuması’. Listeye düzenli olarak girebilme başarısı gösteren firmaların hangi kriterlere dikkat ettiklerini ve dergiden isteteceği kriterleri dikkatlice incelemesi...
İki: Eğer ille de böyle bir meblağı toplayacaksa bunu mutlaka bir hayır kurumuna bağışlaması. Bu Sabancı Vakfı da olabilir; üniversite içi şartlı bağış; ya da burs...
Üç: Bu konuyu bir daha hiç açmayıp, “Uygulamalarda sorun çıkacağını düşündük. Onun için vazgeçtik” türünden bir açıklama ile bu ‘dahiyane’ projeyi rafa kaldırması...
Biz kapatıyoruz onlar açıyor...
Antalya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, Aspendos Antik Tiyatrosu’nun tüm etkinliklere kapatılmasına karar vermiş...
Hıncal Uluç, hiç değilse 14. Aspendos Opera ve Bale Festivali’nin bu kararın dışında tutulmasını önermişti... Bence kararı hepten ortadan kaldırmalılar.
Aspendos’daki Anadolu Ateşi’nin ihtişamını nasıl unuturuz ve tabii ki diğer gösterileri de?.. Alınan karar sözüm ona Aspendos’u korumak adına. Tarihi eserleri korumak oralara girişi yasaklamakla değil, mimari önlem almakla olur.
Yoksa bu kafayla İstanbul’un tamamını kullanıma kapamaları gerekir. Oysa Uluç ne demiş: “Anıtı yapan da, yaşatan da insandır. İnsandan kopardınız mı biter...”
İsviçre’de yaşayan Ağabeyim Onur Saydam şöyle bir not geçmiş: “Burada, bir iki müze olarak kullanılanlar dışında, tüm tarihi bina ve mekânlar, şato, kale, zindan, Romalılardan kalma amfi tiyatro, bırak kültürel etkinliklere, resmi kullanıma da açık. Mahkeme, belediye sarayı, sergi, konferans, sempozyum yerleri olarak kullanılıyor. Amaç, yalnız ‘yaşatmak’ değil, aynı zamanda tarihi mekânları ‘ekonomikleştirerek’, sağladıkları gelirler sayesinde, mükemmel bir şekilde, bunların sürekli bakım ve onarımlarını sağlamak.”
Hatayı kendinizde arayın!
İş ve iletişim yönetiminde başarıyı ölçmek çok kolaydır. Hemen sonuca bakarsınız. Sonra da kendinize “Ben böyle mi olmasını isterdim?” diye sorarsınız, olur biter.
Eğer sonuç sizin hedeflediğiniz gibi ‘tecelli’ etmemişse; hiçbir bahaneyi dinlemeyin. Gayet basit düşünün ve “Yapılan iş yanlıştı!” deyin ve geçin...
Aynen Antalya Hava Limanının işletmesi ihalesinden sonra olduğu gibi. Üç evrakta eksiklik olduğu gerekçesiyle yeterlilik belgesi verilmeyen Çelebi’nin yetkilileri ihale sonrası itirazlarını yüksek sesli bir iletişimle duyurmaya başladılar. Onlara göre kendilerine haksızlık edilmişti. Belki de haklıydılar.
Peki sonra ne oldu? İhale süreci onaylandı ve konu kapandı. Bu işte Çelebi az da olsa itibar kaybetti mi? Bizce kaybetti. O zaman bir şeyler yanlış yapıldı... Ve bu yanlış ne rakip tarafından yapıldı, ne de ihaleyi düzenleyenler tarafından... Kendini ifade edemeyenler kendilerinde sorumluluğu ararlarsa, hiç değilse bir dahaki sefere aynı iletişim hatalarını yapmazlar...
Derimod’un Kenan Doğulu – Tuğçe Kazaz ile başlatıp Demet Şener ile devam ettirdiği süreçte Desa da Özcan Deniz ile iyi bir sınav verdi. Ünlü kullanımı ilk başta kulağa hoş gelse de özellikle belli bir yere gelmiş firmalar açısından iki tarafı da kesen kılıç vazifesini görüyor. Hele kontrolü zor, ne yapacağı belli olmayan ‘ünlülerle’ çalışıyorsanız...
Şöhretlerle işbirliğine giden firmaların özellikle kısa dönemde publicity (medyada görünürlülük) anlamında önemli sıçrama kaydettiği tecrübeyle sabit. Ancak bu süreç sağlıklı ve doğru bir iletişim stratejisinin parçası olarak uygulanmazsa yarardan çok zarar getiriyor.
Hotiç, yeni sezon ayakkabıları için Deniz Akkaya ile reklam anlaşması imzaladığında, herhalde “Oh ne güzel, Türkiye’nin en meşhur mankenini kaptık. Ne dese haber oluyor. Satışları bir güzel artırırız” diye düşünmüş olmalı. Belli ki iş güzel başlamış ve Deniz Hanım, Hotiç’in küresel ısınma sorununa dikkat çektiği 2007 ilkbahar/yaz kataloğunda yer almış. Tabii Nihat Odabaşı’nın o muhteşem deklanşöründen çıkma karelerle.
Buraya kadar herşey normal. Ancak Deniz Akkaya’nın, Hotiç’in basın toplantısında söyledikleri herhalde şirket yöneticilerinin karnına yumruk gibi oturmuştur. Bakın ne buyurmuş Akkaya: “İnsan anatomisinde tek nefret ettiğim kısım ayaklardır. Ayaklarımı o kadar da beğendiğim söylenemez...”
Tut kelin perçeminden...
Deniz Hanımın ‘stop ya da pause’ düğmesi tam çalışmıyor. Devam etmiş: “Evde çok fazla ayakkabı tutmam”...
Basın mensupları bu gollük pası kaçırmamışlar tabii.
Eğer Hotiç yöneticileri “haberimiz çıksın da nasıl çıkarsa çıksın” diye düşünüyorlarsa bir sorun yok. Doğrusu, Hotiç’in işi zor.
Binbir zahmetle yapılan basın toplantısının sonucu: Sabun köpüğü... Bir işe yaramayan medya görünürlüğü... Ve boşa giden 25 bin dolar... Bu sonuçları küçümsemeyin. Sadece Hotiç değil birçok büyük şirket, bu tip plansız hareketler sonucunda küçük bir serveti sokağa atıyor.
Deniz Akkaya ile işbirliğinde maça 1-0 geriden başlamak durumunda kalan Hotiç bundan sonra çıkacak haberlerde marka vaadine hitap edecek tutarlılık ve süreklilik yaratabilirse publicity sınavından başarı ile çıkmış olur.
Bu arada hemen bir dip not ekleyelim: Deniz Akkaya ile çalışılmaz diye bir iddiamız yok. Herkesle çalışılır. Ama o ‘herkesin’ plana programa uymasını sağlayarak...
10 YTL deyip geçmeyin...
Türk iş dünyasının son yıllardaki en atılgan işadamlarından Ali Sabancı gün geçmiyor ki, medyada boy göstermesin. Birçokları tarafından Sabancı ailesinin rahmetli Sakıp Sabancı’nın karizmasına en yakın aile ferdi olarak görülen Ali Sabancı, ortağı olduğu Pegasus Havayolları’nı “one man show” ile de olsa kamuoyunun gündemine oturtmayı başardı.
Bu gibi yüksek profilli iletişimde ‘ağızdan laf kaçma’ tehlikesi de artar. Ali Bey’in geçtiğimiz günlerde medyada yer alan açıklaması gibi...
Bakın ne demiş Sabancı: “Pegasus’ta 128 pozisyon için 76 bin 601 kişi başvurmuştu. Bundan sonra başvurulardan para alalım dedim. Her başvurudan 10 YTL almayı düşünüyorum”...
İnanılır gibi değil... Umarız Ali Bey işin sadece düşünme safhasındadır...
Ali Bey ya kendini hâlâ ABD’de zannediyor ya da Türk kültür ve değerlerinden hiç haberi yok. Bizde belli bir konuma gelen her yönetici vaktinin hatırı sayılır bir kısmını kendisine rica ile iş başvuruda bulunan yakınlarının işlerini çözmeye ayırır. Herhangi bir menfaat de beklemez... Çoğu da elinden geleni ardına koymaz.
O kadar insandan toplanacak parayı ancak bir hayır kurumuna verirseniz, biraz kurtuluş şansınız olabilir. Yoksa o meblağı ticari sistemin içine soktunuz mu, yandınız.
O zaman Pegasus’un kurum, Ali Sabancı’nın da kişisel itibarlarındaki dramatik düşüşün zaman içinde nerelere varacağını kimseler bilemez...
Burson & Marsteller’in araştırmasına göre CEO’nun şirket itibarının üzerindeki etkisi yüzde 50’ler civarında... Medyanın önünde edilecek her laf, bir itibar çarpanı ya da böleni olarak sürece katılabilir.
Sayın Ali Sabancı’ya üç tane naçizane tavsiyem olabilir:
Bir: Capital dergisinin 8 yıldır düzenlediği “Türkiye’nin en beğenilen şirketleri” araştırmasını ‘okuması’. Listeye düzenli olarak girebilme başarısı gösteren firmaların hangi kriterlere dikkat ettiklerini ve dergiden isteteceği kriterleri dikkatlice incelemesi...
İki: Eğer ille de böyle bir meblağı toplayacaksa bunu mutlaka bir hayır kurumuna bağışlaması. Bu Sabancı Vakfı da olabilir; üniversite içi şartlı bağış; ya da burs...
Üç: Bu konuyu bir daha hiç açmayıp, “Uygulamalarda sorun çıkacağını düşündük. Onun için vazgeçtik” türünden bir açıklama ile bu ‘dahiyane’ projeyi rafa kaldırması...
Biz kapatıyoruz onlar açıyor...
Antalya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, Aspendos Antik Tiyatrosu’nun tüm etkinliklere kapatılmasına karar vermiş...
Hıncal Uluç, hiç değilse 14. Aspendos Opera ve Bale Festivali’nin bu kararın dışında tutulmasını önermişti... Bence kararı hepten ortadan kaldırmalılar.
Aspendos’daki Anadolu Ateşi’nin ihtişamını nasıl unuturuz ve tabii ki diğer gösterileri de?.. Alınan karar sözüm ona Aspendos’u korumak adına. Tarihi eserleri korumak oralara girişi yasaklamakla değil, mimari önlem almakla olur.
Yoksa bu kafayla İstanbul’un tamamını kullanıma kapamaları gerekir. Oysa Uluç ne demiş: “Anıtı yapan da, yaşatan da insandır. İnsandan kopardınız mı biter...”
İsviçre’de yaşayan Ağabeyim Onur Saydam şöyle bir not geçmiş: “Burada, bir iki müze olarak kullanılanlar dışında, tüm tarihi bina ve mekânlar, şato, kale, zindan, Romalılardan kalma amfi tiyatro, bırak kültürel etkinliklere, resmi kullanıma da açık. Mahkeme, belediye sarayı, sergi, konferans, sempozyum yerleri olarak kullanılıyor. Amaç, yalnız ‘yaşatmak’ değil, aynı zamanda tarihi mekânları ‘ekonomikleştirerek’, sağladıkları gelirler sayesinde, mükemmel bir şekilde, bunların sürekli bakım ve onarımlarını sağlamak.”
Hatayı kendinizde arayın!
İş ve iletişim yönetiminde başarıyı ölçmek çok kolaydır. Hemen sonuca bakarsınız. Sonra da kendinize “Ben böyle mi olmasını isterdim?” diye sorarsınız, olur biter.
Eğer sonuç sizin hedeflediğiniz gibi ‘tecelli’ etmemişse; hiçbir bahaneyi dinlemeyin. Gayet basit düşünün ve “Yapılan iş yanlıştı!” deyin ve geçin...
Aynen Antalya Hava Limanının işletmesi ihalesinden sonra olduğu gibi. Üç evrakta eksiklik olduğu gerekçesiyle yeterlilik belgesi verilmeyen Çelebi’nin yetkilileri ihale sonrası itirazlarını yüksek sesli bir iletişimle duyurmaya başladılar. Onlara göre kendilerine haksızlık edilmişti. Belki de haklıydılar.
Peki sonra ne oldu? İhale süreci onaylandı ve konu kapandı. Bu işte Çelebi az da olsa itibar kaybetti mi? Bizce kaybetti. O zaman bir şeyler yanlış yapıldı... Ve bu yanlış ne rakip tarafından yapıldı, ne de ihaleyi düzenleyenler tarafından... Kendini ifade edemeyenler kendilerinde sorumluluğu ararlarsa, hiç değilse bir dahaki sefere aynı iletişim hatalarını yapmazlar...