Habaset erbabının dikkatine...
06 şubat 2024 yeni şafak
Pek bir yerlere götürmeyen kendi içimizdeki güdük tartışmalardan ve Türkiye’nin elde ettiği tüm başarıları küçümseyip karalayan her türden ihanete açık dezenformasyon çıkışlı görüşlere karşı kendimizi savunmakla uğraşırken yurt dışındaki algılanmamızın hangi yönde eğilim kaydettiğini gözden kaçırabiliyoruz…
İletişim konularında 1990’lardan bu yana bazı projelerde birlikte çalıştığımız Alman meslektaşım Christian Langer sağ olsun, bizi bilgilendirmese belki pek çok şeyi daha gözden kaçıracağız. Çünkü odağımızda Ekrem İmamoğlu’nun “İstanbul’un kazandığını” iddia etmek adına ortaya attığı gerçek dışı sözlerin ne kadarının yalan olduğunu tespit etmek var… Ya da PKK’nın siyasi kanadı DEM’in hangi numaraları çevirip CHP’yi köşeye nasıl sıkıştırdığının hikâyesi…
Şubat ayının ilk günü Almanya’da Dr. Jens Bastian imzasıyla 8 sayfalık bir makale yayınlanmış… Kısaltması SWP olan bir Vakfın (Stiftung Wissenschaft und Politik) web sitesindeki “Yayınlar” (Publikationen) sekmesinden makaleye ulaşmak mümkün. Başlık şu: Türkiye Küresel Savunma Sanayi İhracatçısı Olma Yolunda (Die Türkei auf dem Weg zum globalen Rüstungsexporteur)… Almancalarını yazmamızın nedeni, meraklısının internette bu önemli makaleye ulaşabilmesidir…
Dr. Jens Bastian, Uygulamalı Türkiye Araştırmaları Enstitüsü Merkezi’nin (Centrum für angewandte Türkeistudien) bir üyesi. Peki bu Enstitü kim tarafından destekleniyor? Mercator Vakfı ve Alman Dışişleri Bakanlığı tarafından…
İşin içinde Alman Dışişleri Bakanlığı’nın, iki ciddi vakfın ve bir de araştırma merkezinin bulunması, bu makalede yazılanların sadece Dr. Bastian’ın şahsi görüşlerini yansıtmadığına işaret eder…
Yazının alt başlığı ise şöyle: “Türk savunma sanayinin, yükselen rekabet kabiliyeti ve stratejik yeniden yapılanması…”
Genel bir izlenim edinilmesi için ara başlıkları da alıntılayalım:
Ekonomin bir unsuru olarak Türk Savunma Sanayi... Artan İhracat Kabiliyeti… Bayraktar-TB2’ler… NATO Ortaklarıyla Ortak Çalışmalar… Jeostratejik Unsurlar… Savunma Sanayinde Yeni İttifaklar… NATO Üyeleri ve AB için bir Meydan Okuma…
Makalede ifade edilen görüşler özetle şöyle:
İHA’lar Türk Savunma Sanayi’nde yeni bir çağın başladığının sadece görünen işareti… Savunma Sanayi ve onun çevresinde oluşmuş İnovasyon Ekosistem’in Türkiye’nin “Tekno Ulus” olarak konumlanmasına hizmet etmesi söz konusudur.
Bu noktada yazarın söylediklerine kısa bir ara verip, İHA’larımızı; marketlerde satılan, çocukların ‘joystick’le oynadığı oyuncaklara benzeten ödenekli belediye TV’lerinin yönetici ve yorumcularını hatırlamakta yarar var… Almanya’nın düşünce kuruluşlarının şapka çıkarttığı savunma sanayimizi, bizim münafık reddiyecilerin aşağılamak ve karalamak için ellerinden geleni artlarına koymamaları ne acı bir ihanet tecellisidir…
Özeti sürdürmeye çalışalım:
Türkiye, Silah ve Savunma Sanayi politikasında egemenlik odaklı bir yaklaşım sergilemeyi hedeflemektedir… Silah sistemlerinin üretiminde lojistik, teknik ve konsept olarak diğer ülkelerden giderek daha bağımsız olmayı talep etmektedir. Başka bir deyişle Ankara, yurt dışından temin etmek yerine, kendi ürünlerine odaklanmaktadır…
Bu amaç doğrultusunda, savunma sanayinde faaliyet gösteren şirketler aynı çalışma ağı içinde biraraya getirilmekte; tedarik zinciri kapasitesi bulunan üretim merkezlerinin sanayinin hemen yanı başında kurulması sağlanmakta; ülkede bulunan ve savunma sanayine ilişkin AR-GE çalışmaları yürüten kuruluşlar merkezi olarak koordine edilmektedir…
TB2-İHA sistemleri, Atak helikopteri, Altay tankı, Anka-3, KAAN gibi savunma silahları ve bunların mühimmatları, Ankara’nın olayı üç ana çizgide değerlendirdiğini gösteriyor:
(1) Teknoparklar, Start-up’lar ve üniversitelerle iş birliği yaparak bir tür “Know-how-atağı” gerçekleştirmek; (2) Yabancı ürünlerden bağımsız hâle gelmek, (3) Kendi silah sistemlerinin ihracat kabiliyetini sürekli artırmak…
Yazar’ın en önemli tespitlerinden biri de Türkiye’nin teslimatlarda son derece titiz davranması ve sözünü tutması… Bastian, yazsının sonunda ise bütün dünyaya şunu ilan ediyor: “Hedefe odaklanmış güvenlik çıkarlarına hizmet eden bir ağ kuran, savunma sanayinde inovasyon kabiliyetini sürekli artıran Türkiye, gelecek yıllarda dış politikaya da ağırlığını koyacaktır…”
Hiç sanmıyorum, ama belki Türkiye’yi teslim etmeyi düşünen habaset erbabı melanet odakları içinde vicdanı bir lokma kalmış olanlar şu Alman araştırmacı yazardan nem kapıp az da olsa millî bağımsızlık konusunun önemini kavramaya çalışırlar…
Günün sözü
"Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguyu paylaşanlar anlaşabilir.”
Mevlânâ
Gözümüze takılanlar…
İletişim konularında 1990’lardan bu yana bazı projelerde birlikte çalıştığımız Alman meslektaşım Christian Langer sağ olsun, bizi bilgilendirmese belki pek çok şeyi daha gözden kaçıracağız. Çünkü odağımızda Ekrem İmamoğlu’nun “İstanbul’un kazandığını” iddia etmek adına ortaya attığı gerçek dışı sözlerin ne kadarının yalan olduğunu tespit etmek var… Ya da PKK’nın siyasi kanadı DEM’in hangi numaraları çevirip CHP’yi köşeye nasıl sıkıştırdığının hikâyesi…
Şubat ayının ilk günü Almanya’da Dr. Jens Bastian imzasıyla 8 sayfalık bir makale yayınlanmış… Kısaltması SWP olan bir Vakfın (Stiftung Wissenschaft und Politik) web sitesindeki “Yayınlar” (Publikationen) sekmesinden makaleye ulaşmak mümkün. Başlık şu: Türkiye Küresel Savunma Sanayi İhracatçısı Olma Yolunda (Die Türkei auf dem Weg zum globalen Rüstungsexporteur)… Almancalarını yazmamızın nedeni, meraklısının internette bu önemli makaleye ulaşabilmesidir…
Dr. Jens Bastian, Uygulamalı Türkiye Araştırmaları Enstitüsü Merkezi’nin (Centrum für angewandte Türkeistudien) bir üyesi. Peki bu Enstitü kim tarafından destekleniyor? Mercator Vakfı ve Alman Dışişleri Bakanlığı tarafından…
İşin içinde Alman Dışişleri Bakanlığı’nın, iki ciddi vakfın ve bir de araştırma merkezinin bulunması, bu makalede yazılanların sadece Dr. Bastian’ın şahsi görüşlerini yansıtmadığına işaret eder…
Yazının alt başlığı ise şöyle: “Türk savunma sanayinin, yükselen rekabet kabiliyeti ve stratejik yeniden yapılanması…”
Genel bir izlenim edinilmesi için ara başlıkları da alıntılayalım:
Ekonomin bir unsuru olarak Türk Savunma Sanayi... Artan İhracat Kabiliyeti… Bayraktar-TB2’ler… NATO Ortaklarıyla Ortak Çalışmalar… Jeostratejik Unsurlar… Savunma Sanayinde Yeni İttifaklar… NATO Üyeleri ve AB için bir Meydan Okuma…
Makalede ifade edilen görüşler özetle şöyle:
İHA’lar Türk Savunma Sanayi’nde yeni bir çağın başladığının sadece görünen işareti… Savunma Sanayi ve onun çevresinde oluşmuş İnovasyon Ekosistem’in Türkiye’nin “Tekno Ulus” olarak konumlanmasına hizmet etmesi söz konusudur.
Bu noktada yazarın söylediklerine kısa bir ara verip, İHA’larımızı; marketlerde satılan, çocukların ‘joystick’le oynadığı oyuncaklara benzeten ödenekli belediye TV’lerinin yönetici ve yorumcularını hatırlamakta yarar var… Almanya’nın düşünce kuruluşlarının şapka çıkarttığı savunma sanayimizi, bizim münafık reddiyecilerin aşağılamak ve karalamak için ellerinden geleni artlarına koymamaları ne acı bir ihanet tecellisidir…
Özeti sürdürmeye çalışalım:
Türkiye, Silah ve Savunma Sanayi politikasında egemenlik odaklı bir yaklaşım sergilemeyi hedeflemektedir… Silah sistemlerinin üretiminde lojistik, teknik ve konsept olarak diğer ülkelerden giderek daha bağımsız olmayı talep etmektedir. Başka bir deyişle Ankara, yurt dışından temin etmek yerine, kendi ürünlerine odaklanmaktadır…
Bu amaç doğrultusunda, savunma sanayinde faaliyet gösteren şirketler aynı çalışma ağı içinde biraraya getirilmekte; tedarik zinciri kapasitesi bulunan üretim merkezlerinin sanayinin hemen yanı başında kurulması sağlanmakta; ülkede bulunan ve savunma sanayine ilişkin AR-GE çalışmaları yürüten kuruluşlar merkezi olarak koordine edilmektedir…
TB2-İHA sistemleri, Atak helikopteri, Altay tankı, Anka-3, KAAN gibi savunma silahları ve bunların mühimmatları, Ankara’nın olayı üç ana çizgide değerlendirdiğini gösteriyor:
(1) Teknoparklar, Start-up’lar ve üniversitelerle iş birliği yaparak bir tür “Know-how-atağı” gerçekleştirmek; (2) Yabancı ürünlerden bağımsız hâle gelmek, (3) Kendi silah sistemlerinin ihracat kabiliyetini sürekli artırmak…
Yazar’ın en önemli tespitlerinden biri de Türkiye’nin teslimatlarda son derece titiz davranması ve sözünü tutması… Bastian, yazsının sonunda ise bütün dünyaya şunu ilan ediyor: “Hedefe odaklanmış güvenlik çıkarlarına hizmet eden bir ağ kuran, savunma sanayinde inovasyon kabiliyetini sürekli artıran Türkiye, gelecek yıllarda dış politikaya da ağırlığını koyacaktır…”
Hiç sanmıyorum, ama belki Türkiye’yi teslim etmeyi düşünen habaset erbabı melanet odakları içinde vicdanı bir lokma kalmış olanlar şu Alman araştırmacı yazardan nem kapıp az da olsa millî bağımsızlık konusunun önemini kavramaya çalışırlar…
Günün sözü
"Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguyu paylaşanlar anlaşabilir.”
Mevlânâ
Gözümüze takılanlar…
- Biraz da onun sayesinde entelektüel ile münevver arasındaki farkı fark ettiğimi söylersem abartmış olmam. Aynen millet ile ulus arasındaki fark gibi… Alev Alatlı, benim hocalarımdan biriydi… Halit Refiğ gibi, Attila İlhan gibi, Kemal Tahir gibi, Üstün Barışta gibi, Dücane Cündioğlu gibi, Süleyman Seyfi Öğün gibi… III. Millî Kültür Şûrası’nda birlikteydik Alatlı ile… Cumhurbaşkanımızın da çok beğendiği “Türkiye dünyaya iyi gelir” sloganı ona aitti. Kitapları ve anıları yadigâr kaldı… Ruhu şad olsun…
- Radyo ve Televizyon Üst Kurulu, deprem bilincinin pekişmesi ve afetlere karşı farkındalık düzeyinin artırılması amacıyla, Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığınca, televizyon ve radyolar için ayrı spotlar hazırlandığını açıklamış. Kahramanmaraş merkezli depremlerin yıl dönümü dolayısıyla hazırlanan 28 saniyelik ‘öncelikli yayın’ spotu, televizyonlar ve radyolarda 6 Şubat akşamı saat 19.00’da ortak yayınla sunulacakmış.
- Hatay Kırıkhan ve Gaziantep Nurdağı bölgesindeki 1050 adet konteynerde deprem bölgesine desteklerini sürdüren Albayrak Grubu, bir yandan da dijital içerik platformu GZT aracılığıyla Gazze’ye ambulans, tıbbi ekipman ve ilaç desteği vermek üzere Yeryüzü Doktorları ile iş birliği yapmış. “Hayırda yarışmanın kıymetini bilelim” diyen ekibin bu projesine destek olmak için GZT yazıp 7712’ye SMS göndererek 100 TL bağışlanabiliyormuş.