Hadi kanlı fotoğraf tamam, ya sonrası?..
09 EKİM 2011
Dün burada, “Habertürk risk almıştır ve risk almadan da başarılı olunmaz”, diye yazdım...
Dünkü tepkilere bakarsak insanı acıtmaması mümkün olmayan o fotoğraf, ‘Kadına şiddet’ meselesinden çok Habertürk’ün konuşulmasına yaramış gibi duruyor. İddia bu…
Neden iddia bu? Çünkü Habertürk’ün hedeflediği tepki artışı ve somut değişim işaretleri henüz ortada yok…
Çünkü çok basit bir mantıkla, ‘Kadına şiddet uygulanması’ meselesinin gemi azıya almış olmasına verilecek tepki konusunda en ufak bir yönlendirme, inovatif örgütlü hedefli hareket ortada yok.
Bireysel isyanların, arzu edildiği gibi “yetti be!” çığlıklarının bumerang etkisiyle tekrar geri dönüp kişiye en azından ve öncelikli olarak ruh sağlığı anlamında zarar verdiğini bilmek için psikolog olmaya gerek yok.
Bu kışkırtıcı fotoğrafla birlikte gazete arkasına, örneğin sivil toplum örgütlerini, üniversiteleri, iş dünyasını alarak bir dizi kampanya ile önderliğinin altını çizseydi, ortaya öyle güçlü bir sivil inisiyatif çıkabilirdi ki, sokaklara çıkarak tepkiler dile gelebilirdi. Kampanyalar düzenlenir, elde edilen gelirle zarar görenlerin yaralarına merhem olunurdu.
Bundan sonra gelişecek her şiddet olayında aynı sivil toplum hareketi aynı güçle cevabını verebilirdi. Varoşlardaki işşizlik ve eğitimsizliğin biraraya gelip, çarpan etkisi yaparak daha sık aralıklarla tekrarlanan vahşetin öncelikle ekonomik, sosyolojik ve psikolojik nedenlerini masaya yatırmak ve iktidar, sivil toplum örgütleri ve üniversite işbirliğiyle önce teşhisi, sonra da tedavisi amacıyla süreçlerin aksiyon planını yapmak mümkün olabilirdi. Habertürk Grubu medya gücüyle, iletişimin topu ve tüfeğiyle buna fazlasıyla muktedirdi…
Dün de belirttiğimiz gibi, içler acısı bir fotoğraf yayımlayarak, ‘kadına şiddet’ sorununa herkesten daha duyarlı olduğunuzu göstermek isteyebilir ve bu duyarlılığınızı okurlarınızla paylaşma aracı olarak böylesine tahrik edici bir yöntemi kullanıyor olabilirsiniz. Düşündüğünüz gibi algılanmayacağınızı önceden bildiğinizi ifade etmek, “Hakkımda ne düşündüğünüzün önemi yok” demektir.
Vahşet ve teröre karşı zafer kazanabilmek için ‘farkındalık’ yaratmak isteyenin sorunun çözümü için de bir fikri olması gerekmez mi?
Onu da başkaları düşünsün derseniz, amacınızın masumiyeti ve yola çıkıştaki samimiyetiniz hasar görmez mi? Çıkış noktanızın peşini bırakırsanız, size karşı getirilen “Tiraj kaygısı, ticari amaçla yapılmış menfur şiddet pornosu” türünden agresif suçlamaların sahiplerinin ellerini güçlendirmez misiniz?..
Jan Nahum sanki hazır gibi…
Cuma günü CeBİT Zirvesinde bir panel yönettim. Katılımcıların tamamı kendi sahalarında büyük deneyimleri olan ustalardı: Jan Nahum - Hexagon Yönetim Kurulu Bşk.; Hüseyin Keçeci - TOSYALI Holding; Tunç Taşman - AVEA Kurum. İş Birimi Kıdemli Direktörü; Bülent Gönç - TBV Y.K. Başkan Yardımcısı; Ergin Öztürk – IFS, Erdal Aksünger - CHP İzmir Milletvekili…
Konu KOBİLER idi… Küçük ve orta boy işletmeler yani… Bilgi teknolojilerinin bunlar için fırsat mı yoksa tehdit mi olduğu meselesi tartışıldı. Dinleyicilerin de katılımı ile çok zenginleştirici bir çalışma oldu…
Bu arada yıllar öncesinden dostum Jan Nahum’la aramızda geçen konuşmayı aktarmam şart. Kendisine “Jan Bey” dedim “Türkiye kendi otomobil markasını yaratmak için çırpınıyor. Oysa siz çoktan yarattınız. En azından ilk adımı attınız. New York’daki taksi ihalesini kaybetmiş olabilirsiniz ancak elinizde aslanlar gibi bir prototipiniz var. Şunu İstanbul’un markasına katma değer getirmek için neden kullanmıyorsunuz?”
“Biraz daha pişmesi lazım, Ali Bey” dedi, “20 çarpma testi, hava koşulları testleri falan…”
Böyle dedi ama baktım gözleri parlıyor. İstanbul markası adına benim de gözlerim parladı… Devlet ve/ veya Büyükşehir desteğiyle İstanbul’a hepsi bir örnek, dünya standartlarında pırıl pırıl kendi malımız taksiler yakışmaz mı? Peki, buradan başlayarak kendi otomobil markamızı oluşturma yolunda adım atılmaz mı?
Bu soruları en azından tartışmalı, bunların tartışılmasını sağlamalıyız…
Dünkü tepkilere bakarsak insanı acıtmaması mümkün olmayan o fotoğraf, ‘Kadına şiddet’ meselesinden çok Habertürk’ün konuşulmasına yaramış gibi duruyor. İddia bu…
Neden iddia bu? Çünkü Habertürk’ün hedeflediği tepki artışı ve somut değişim işaretleri henüz ortada yok…
Çünkü çok basit bir mantıkla, ‘Kadına şiddet uygulanması’ meselesinin gemi azıya almış olmasına verilecek tepki konusunda en ufak bir yönlendirme, inovatif örgütlü hedefli hareket ortada yok.
Bireysel isyanların, arzu edildiği gibi “yetti be!” çığlıklarının bumerang etkisiyle tekrar geri dönüp kişiye en azından ve öncelikli olarak ruh sağlığı anlamında zarar verdiğini bilmek için psikolog olmaya gerek yok.
Bu kışkırtıcı fotoğrafla birlikte gazete arkasına, örneğin sivil toplum örgütlerini, üniversiteleri, iş dünyasını alarak bir dizi kampanya ile önderliğinin altını çizseydi, ortaya öyle güçlü bir sivil inisiyatif çıkabilirdi ki, sokaklara çıkarak tepkiler dile gelebilirdi. Kampanyalar düzenlenir, elde edilen gelirle zarar görenlerin yaralarına merhem olunurdu.
Bundan sonra gelişecek her şiddet olayında aynı sivil toplum hareketi aynı güçle cevabını verebilirdi. Varoşlardaki işşizlik ve eğitimsizliğin biraraya gelip, çarpan etkisi yaparak daha sık aralıklarla tekrarlanan vahşetin öncelikle ekonomik, sosyolojik ve psikolojik nedenlerini masaya yatırmak ve iktidar, sivil toplum örgütleri ve üniversite işbirliğiyle önce teşhisi, sonra da tedavisi amacıyla süreçlerin aksiyon planını yapmak mümkün olabilirdi. Habertürk Grubu medya gücüyle, iletişimin topu ve tüfeğiyle buna fazlasıyla muktedirdi…
Dün de belirttiğimiz gibi, içler acısı bir fotoğraf yayımlayarak, ‘kadına şiddet’ sorununa herkesten daha duyarlı olduğunuzu göstermek isteyebilir ve bu duyarlılığınızı okurlarınızla paylaşma aracı olarak böylesine tahrik edici bir yöntemi kullanıyor olabilirsiniz. Düşündüğünüz gibi algılanmayacağınızı önceden bildiğinizi ifade etmek, “Hakkımda ne düşündüğünüzün önemi yok” demektir.
Vahşet ve teröre karşı zafer kazanabilmek için ‘farkındalık’ yaratmak isteyenin sorunun çözümü için de bir fikri olması gerekmez mi?
Onu da başkaları düşünsün derseniz, amacınızın masumiyeti ve yola çıkıştaki samimiyetiniz hasar görmez mi? Çıkış noktanızın peşini bırakırsanız, size karşı getirilen “Tiraj kaygısı, ticari amaçla yapılmış menfur şiddet pornosu” türünden agresif suçlamaların sahiplerinin ellerini güçlendirmez misiniz?..
Jan Nahum sanki hazır gibi…
Cuma günü CeBİT Zirvesinde bir panel yönettim. Katılımcıların tamamı kendi sahalarında büyük deneyimleri olan ustalardı: Jan Nahum - Hexagon Yönetim Kurulu Bşk.; Hüseyin Keçeci - TOSYALI Holding; Tunç Taşman - AVEA Kurum. İş Birimi Kıdemli Direktörü; Bülent Gönç - TBV Y.K. Başkan Yardımcısı; Ergin Öztürk – IFS, Erdal Aksünger - CHP İzmir Milletvekili…
Konu KOBİLER idi… Küçük ve orta boy işletmeler yani… Bilgi teknolojilerinin bunlar için fırsat mı yoksa tehdit mi olduğu meselesi tartışıldı. Dinleyicilerin de katılımı ile çok zenginleştirici bir çalışma oldu…
Bu arada yıllar öncesinden dostum Jan Nahum’la aramızda geçen konuşmayı aktarmam şart. Kendisine “Jan Bey” dedim “Türkiye kendi otomobil markasını yaratmak için çırpınıyor. Oysa siz çoktan yarattınız. En azından ilk adımı attınız. New York’daki taksi ihalesini kaybetmiş olabilirsiniz ancak elinizde aslanlar gibi bir prototipiniz var. Şunu İstanbul’un markasına katma değer getirmek için neden kullanmıyorsunuz?”
“Biraz daha pişmesi lazım, Ali Bey” dedi, “20 çarpma testi, hava koşulları testleri falan…”
Böyle dedi ama baktım gözleri parlıyor. İstanbul markası adına benim de gözlerim parladı… Devlet ve/ veya Büyükşehir desteğiyle İstanbul’a hepsi bir örnek, dünya standartlarında pırıl pırıl kendi malımız taksiler yakışmaz mı? Peki, buradan başlayarak kendi otomobil markamızı oluşturma yolunda adım atılmaz mı?
Bu soruları en azından tartışmalı, bunların tartışılmasını sağlamalıyız…