Hakikatin iletişimi olmaz gerçekliğin iletişimi olur
06 Haziran 2019 - Yeni Şafak
Bayram arifesinde SETA’nın son derece önemli yayın organlarından The New Turkey’de benimle yapılmış bir söyleşi yayınlandı. Orada derinlemesine ele aldığımız bir konuyu Yeni Şafak okurlarımızla da özet halinde paylaşmakta yarar gördük.
Türkiye’nin kendi hakikati ile algılanan gerçekliği arasında bir uçurum oluşturulmak isteniyor. Ülkenin de bunu kırmak üzere bir mücadelesi var. O nedenle, hakikat ile gerçeklik (İngilizcesi ‘truth’ ve ‘reality’, Almancası ‘wahrheit’ ve ‘wirklichkeit’) arasındaki uçuruma bakmakta yarar olabilir.
Eğer ‘ermiş’ ya da ‘metafizik’ bir boyutta değilseniz, gerçeklik ve hakikat hiçbir zaman birebir örtüşmez. Mesela savaşın, insan hayatına kastetmenin kötü olduğu bir hakikattir; ama gerçeklikte, insanın kendini, ailesini, vatanını savunmak için giriştiği savaşın meşruluğu ve doğruluğu tartışılmaz dahi…
Amerika, yıllarca Irak’ta, Afganistan’da, Orta Doğu’da yaptığını, gerçeklik boyutunda bu ülkelere ve bölgeye “demokrasi, barış ve özgürlük” getirme sürecinin bir parçası olarak sunmadı mı?
Buna karşılık, milyonların ölümüne neden olan savaşların hakikati neydi? Enerji kaynak ve hatları ile genel olarak bölge üzerinde hakimiyet kurma arzusu değil miydi?… Peki hangisinin iletişimi yapıldı? Tabii ki, barışın, demokrasinin, Irak’ın, İran’ın (şimdilerde S-400 nedeniyle Türkiye’nin) dünya için tehdit oluşturduğunun…
Daha sıradan bir örnek verelim. Yalan söylemek, hakikat boyutunda, büyük günah. Ancak ya gerçeklik nasıl? Bir düşünün, son 15 gün içinde pembe, beyaz, siyah kaç yalan söylediniz? Hele ki evde küçük çocuklar ya da çok yaşlı büyükleriniz varsa…
Hakikatin arkasında ‘hikmet’ vardır. Hikmet üzerine tartışamazsınız, o mutlaktır! Gerçeklik dünyevî olandır. Hikmet ile gerçeklik arasında ise bağ yoktur. Hakikatin iletişimi olmaz. Kabulü veya reddi vardır. Gerçeklik üzerinden yapılan iletişimse, aslında ‘algı operasyonu’ olarak tezahür eder.
Bu algı operasyonları (ya da gerçeklik üzerinden giden tartışmalar) sonucunda ise hakikate ermek kesinlikle mümkün değildir. Zaten amaç da hakikati ortaya çıkarmak değil, bilakis hakikati gizleyip tezleri çarpıştırarak bir gerçekliği öne sürmektir.
Medyada, yenilenecek İstanbul seçimleri üzerine yapılan tartışmaların da bu gerçeklikler çekişmesinin bir örneği olduğunu söyleyebiliriz. Hangi tarafın gerçekliğinin halk tarafından kabul edileceğinin yarışı...
Oysa, hakikat, İstanbul seçimlerini kullanarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı yıpratmak ve de icra değişikliğine gitmektir. Bunu yapabilmek için yurt içinde ve yurt dışında çok geniş bir cephe oluşturulmuş durumda.
Alman dergisi Der Spiegel’in, “Erdoğan Demokrasiyi Kaldırıyor” başlığına tesadüf denilebilir mi?! Haberinde de aynen şu ifadeyi kullandı: “Türkiye’de iktidar değişimi artık demokratik yollardan mümkün değil. İstanbul seçimlerinin iptalinden çıkan sonuç bu. Ülke ciddi bir krizle karşı karşıya.”
Benzer tutumları, Financial Times, BBC, New York Times, Volkskrant gibi pek çok Batılı medya organında ve ülkede gördük. ABD Dışişleri Bakanlığı “bu sıra dışı kararı not ettik” diye açıklama yaptı; daha ne olsun?!
Bugüne kadar Londra, Paris, Berlin ya da başka bir şehirde belediye başkanlığı seçimlerinde böyle bir cephe harekâtı duyulmuş mudur?
Buradaki hakikati şöyle anlamak mümkün: Bazı toplum bilimciler, Sayın Erdoğan’la ilgili kırılma noktasını Davos’taki “one minute” çıkışı olarak yorumluyor. O zamandan itibaren, Erdoğan düşmanlığının ortaya çıkmasına, sonra da körüklenmesine uğraşılıyor. Davos’a kadar Nobel Barış Ödülü’ne aday göstermeyi düşündükleri Erdoğan’a karşı birden bire ‘karalama kampanyası’ başlatıldı. Sayın Cumhurbaşkanı tarafında ise ‘millî bağımsızlık’ ısrarı ortaya çıkıyor. Tabii bu bazı güçler için tahammül edilebilir değil.
O tarihten bu yana yurt dışındaki süren bu kampanyanın Türkiye uzantısında ise aslında biraraya gelmeleri mümkün olmayan siyasi partileri yan yana görüyoruz: Saadet Partisi, HDP, CHP, İYİ Parti... Bunlar akıl alır birliktelikler değil... Sadece onlar da değil; DHKP-C, PKK gibi terör örgütleri de bu cepheye destek veriyorlar.
Bunların bütün amaçları, seçimde ‘Erdoğan’a karşı İmamoğlu’ durumunu ortaya koymak ve nihai olarak da hâkim güçlerin bölge çıkarıyla çatışan ‘millî bağımsızlık’ çizgisini boşa çıkarabilmek için ‘Erdoğan iktidarına’ son verdirmek.
Peki ya gerçeklik ne? Gerçeklik, hukuk devleti, demokrasi, YSK’nın Kararı... Tartışma ve iletişim bu kavramlar etrafına çekilmeye çalışılıyor. YSK görevi gereği durum tespiti yapmakla mesul. Buna rağmen Karar’da “oylar çalındı” ifadesini görememelerini tartışmayı gerçeklik üzerinden yürütmek için bir fırsat hâline getiriyorlar.
Arka plandaki hakikatin tartışıldığı falan yok. Cumhurbaşkanı, “beka meselesi var” diyor; bu hakikat. Buna karşılık, hemen arkasından “hayır efendim beka meselesi yok” diyorlar. Çünkü siyasette konuşulmak istenen hep gerçekliktir.
İletişimin özünde hakikati söylemek yok. İş, gerçeklik üzerine kurulu. İletişimi gerçeklik boyutunda yönetmek de ustalık istiyor… Hata edilerek sıkça aşağılanan ‘Algı Operasyonu’, gerçeklik üzerinden iletişimi doğru yönetmek demektir. Ustalık ve uzmanlık gerektirir. Bu uzmanlığı küçümseyerek hedef kitleyi ikna etmek mümkün değil…
Türkiye’nin kendi hakikati ile algılanan gerçekliği arasında bir uçurum oluşturulmak isteniyor. Ülkenin de bunu kırmak üzere bir mücadelesi var. O nedenle, hakikat ile gerçeklik (İngilizcesi ‘truth’ ve ‘reality’, Almancası ‘wahrheit’ ve ‘wirklichkeit’) arasındaki uçuruma bakmakta yarar olabilir.
Eğer ‘ermiş’ ya da ‘metafizik’ bir boyutta değilseniz, gerçeklik ve hakikat hiçbir zaman birebir örtüşmez. Mesela savaşın, insan hayatına kastetmenin kötü olduğu bir hakikattir; ama gerçeklikte, insanın kendini, ailesini, vatanını savunmak için giriştiği savaşın meşruluğu ve doğruluğu tartışılmaz dahi…
Amerika, yıllarca Irak’ta, Afganistan’da, Orta Doğu’da yaptığını, gerçeklik boyutunda bu ülkelere ve bölgeye “demokrasi, barış ve özgürlük” getirme sürecinin bir parçası olarak sunmadı mı?
Buna karşılık, milyonların ölümüne neden olan savaşların hakikati neydi? Enerji kaynak ve hatları ile genel olarak bölge üzerinde hakimiyet kurma arzusu değil miydi?… Peki hangisinin iletişimi yapıldı? Tabii ki, barışın, demokrasinin, Irak’ın, İran’ın (şimdilerde S-400 nedeniyle Türkiye’nin) dünya için tehdit oluşturduğunun…
Daha sıradan bir örnek verelim. Yalan söylemek, hakikat boyutunda, büyük günah. Ancak ya gerçeklik nasıl? Bir düşünün, son 15 gün içinde pembe, beyaz, siyah kaç yalan söylediniz? Hele ki evde küçük çocuklar ya da çok yaşlı büyükleriniz varsa…
Hakikatin arkasında ‘hikmet’ vardır. Hikmet üzerine tartışamazsınız, o mutlaktır! Gerçeklik dünyevî olandır. Hikmet ile gerçeklik arasında ise bağ yoktur. Hakikatin iletişimi olmaz. Kabulü veya reddi vardır. Gerçeklik üzerinden yapılan iletişimse, aslında ‘algı operasyonu’ olarak tezahür eder.
Bu algı operasyonları (ya da gerçeklik üzerinden giden tartışmalar) sonucunda ise hakikate ermek kesinlikle mümkün değildir. Zaten amaç da hakikati ortaya çıkarmak değil, bilakis hakikati gizleyip tezleri çarpıştırarak bir gerçekliği öne sürmektir.
Medyada, yenilenecek İstanbul seçimleri üzerine yapılan tartışmaların da bu gerçeklikler çekişmesinin bir örneği olduğunu söyleyebiliriz. Hangi tarafın gerçekliğinin halk tarafından kabul edileceğinin yarışı...
Oysa, hakikat, İstanbul seçimlerini kullanarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı yıpratmak ve de icra değişikliğine gitmektir. Bunu yapabilmek için yurt içinde ve yurt dışında çok geniş bir cephe oluşturulmuş durumda.
Alman dergisi Der Spiegel’in, “Erdoğan Demokrasiyi Kaldırıyor” başlığına tesadüf denilebilir mi?! Haberinde de aynen şu ifadeyi kullandı: “Türkiye’de iktidar değişimi artık demokratik yollardan mümkün değil. İstanbul seçimlerinin iptalinden çıkan sonuç bu. Ülke ciddi bir krizle karşı karşıya.”
Benzer tutumları, Financial Times, BBC, New York Times, Volkskrant gibi pek çok Batılı medya organında ve ülkede gördük. ABD Dışişleri Bakanlığı “bu sıra dışı kararı not ettik” diye açıklama yaptı; daha ne olsun?!
Bugüne kadar Londra, Paris, Berlin ya da başka bir şehirde belediye başkanlığı seçimlerinde böyle bir cephe harekâtı duyulmuş mudur?
Buradaki hakikati şöyle anlamak mümkün: Bazı toplum bilimciler, Sayın Erdoğan’la ilgili kırılma noktasını Davos’taki “one minute” çıkışı olarak yorumluyor. O zamandan itibaren, Erdoğan düşmanlığının ortaya çıkmasına, sonra da körüklenmesine uğraşılıyor. Davos’a kadar Nobel Barış Ödülü’ne aday göstermeyi düşündükleri Erdoğan’a karşı birden bire ‘karalama kampanyası’ başlatıldı. Sayın Cumhurbaşkanı tarafında ise ‘millî bağımsızlık’ ısrarı ortaya çıkıyor. Tabii bu bazı güçler için tahammül edilebilir değil.
O tarihten bu yana yurt dışındaki süren bu kampanyanın Türkiye uzantısında ise aslında biraraya gelmeleri mümkün olmayan siyasi partileri yan yana görüyoruz: Saadet Partisi, HDP, CHP, İYİ Parti... Bunlar akıl alır birliktelikler değil... Sadece onlar da değil; DHKP-C, PKK gibi terör örgütleri de bu cepheye destek veriyorlar.
Bunların bütün amaçları, seçimde ‘Erdoğan’a karşı İmamoğlu’ durumunu ortaya koymak ve nihai olarak da hâkim güçlerin bölge çıkarıyla çatışan ‘millî bağımsızlık’ çizgisini boşa çıkarabilmek için ‘Erdoğan iktidarına’ son verdirmek.
Peki ya gerçeklik ne? Gerçeklik, hukuk devleti, demokrasi, YSK’nın Kararı... Tartışma ve iletişim bu kavramlar etrafına çekilmeye çalışılıyor. YSK görevi gereği durum tespiti yapmakla mesul. Buna rağmen Karar’da “oylar çalındı” ifadesini görememelerini tartışmayı gerçeklik üzerinden yürütmek için bir fırsat hâline getiriyorlar.
Arka plandaki hakikatin tartışıldığı falan yok. Cumhurbaşkanı, “beka meselesi var” diyor; bu hakikat. Buna karşılık, hemen arkasından “hayır efendim beka meselesi yok” diyorlar. Çünkü siyasette konuşulmak istenen hep gerçekliktir.
İletişimin özünde hakikati söylemek yok. İş, gerçeklik üzerine kurulu. İletişimi gerçeklik boyutunda yönetmek de ustalık istiyor… Hata edilerek sıkça aşağılanan ‘Algı Operasyonu’, gerçeklik üzerinden iletişimi doğru yönetmek demektir. Ustalık ve uzmanlık gerektirir. Bu uzmanlığı küçümseyerek hedef kitleyi ikna etmek mümkün değil…