Haklıyı en çok ‘üslubu’ korur
08 AĞUSTOS 2012
Demokrat Parti (DP) Yerel Yönetimler Başkanı Naşit Birgüvi, tutuklu DP’li Belediye Başkanı Mehmet Kocadon’un İçişleri Bakanlığı tarafından görevinden alınmasını eleştirirken “AKP iktidarı faşizan baskıda Hitler’i bile geride bıraktı” ifadesini kullanmış. Bodrumluların Belediye Başkanlarına nasıl sahip çıktıklarını bilenler, bu konuda ileri sürülebilecek pekçok ‘sahici’ argüman varken, şu konjonktürde gerçek faşizmin Bodrum sahillerine uğraması gibi bir ‘boş hayal’e neden başvurulduğunu anlamakta zorlanacaklardır.
Reel karşılığı olmayan benzetmeler kullanılarak yapılan açıklamalar sadece ve sadece ‘sahibini’ rahatlatıyor. ‘Hitler’in faşizan baskıları’ ya da ‘askerimizin başına çuval giydirildi’ türünden benzetmelerle süslenen mesajlar, hedef kitleye taşımak istediğiniz mesajları çarpıtıyor, yamultuyor.
İletişimde gerçeklerden yola çıkılmadığında sonucun hüsran olması kaçınılmazdır. Neden? Sahicilik ile dürüstlük arasındaki bağ ile,’Ne alâkası var?’ sorusundan çıkan kuşku arasındaki bağ birbirine çok benzer de ondan. Sahicilik dürüstlüğü, gerçek dışılık da güvensizliği besler...
Tüm bu tespitler eninde sonunda gelir ve kullandığınız üslubun kalitesine dayanır. Üslubunuz mesajınızın kaderini belirler. Ok hedefi bulur ya da es geçer. Mesajınızın bir amacı varsa tabii.
Örneğin Metehan Demir’in dün sabah CNN’deki mesajı gibi. Sordu Demir: “Sayın Başbakan 206 karakolun derhal ‘kaleler’ haline getirilmesi talimatını 2008’de vermişti. 4 yılda 60 karakol elden geçirilmiş. İhale mevzuatı falan… Peki, 146 karakola Başbakan’a rağmen neden dokunulmamış! Bunlar neden kevgir gibi duruyor oralarda?”
İşte içi dolu mesaj budur mesela…
Bu eğitim sistemiyle bu madalya sayısı mükemmel…
Adalet Bakanı Sayın Sadullah Ergin’in dün açıkladığı tutuklu ve hükümlü öğrenci sayısı, Türkiye’nin en büyük sorunlarından birinin ‘adalet’ meselesinde düğümlendiğini bir kez daha kanıtlıyor. Toplam 2 bin 824 öğrencinin cezaevlerinde yatıyor olması, (1778’i tutuklu, 1046’sı ise hükümlü) ve 609’unun silahlı terör örgütü üyeliğinden tutuklu bulunması günümüz Türkiyesi için kabul edilebilir sonuçlar olabilir mi?
KMG Ipsos’un araştırmasında “Yeni Anayasa’da neler olmalı?” sorusuna “Hukuk önünde eşitlik ve toplumsal adelet duygusunun vurgulanması” diye yanıt verenlerin, diğer yanıtlara göre en yüksek orana (yüzde 53) sahip olması da bu gerçeğin rakkamlarla bir başka ifadesi zaten.
Öte yandan, gençliğin her türlü sağlıksızlığa, kendine zarar verecek karşıtlığa karşı korunmasının spora yönlendirilmesiyle mümkün olabileceğini tüm bilim insanları söyler durur. Süblimasyon (yücelme) diyorlar galiba… Sporda, olimpiyatlarda başarının yolu da buradan geçmez mi?
Peki spora ne zaman yönlenecek gençlik?
İlköğretim, lise ve üniversitede, değil mi? Bol madalyalı ülkelerin tamamında olduğu gibi… Çocuklar, gençler spor bursu vs gibi teşviklerle spora ve müsabaka, yarış kültürüne yönlendiriliyorlar, teşvik ediliyorlar…
Bizdeki eğitim sisteminde bu mümkün mü?
Kesinlikle hayır. İlk öğretimin en az son iki, lisenin en az son üç senesi, üniversitenin bitmek bilmez vize, ödev sınav dönemleri, gençlerin sporla seyirci düzeyinde bile ilgilenmemelerine ters… Nerede kaldı performans sporları, olimpiyat madalyaları…
Oturup eşek gibi test çözecek, kursa gidecek, ders çalışacaklar. Ne sporu kardeşim…
Ya da biraz daha farklı kişilikte ve “Kaybedecek bir şeyim yok ki” duygusuna kapılıvermişlerse, ekstrem dünya görüşlerinde bireysel kanıt ve varoluş yolları arayacaklar… Toplumla, yasalarla ters düşmeyi göze alarak…
Tabloya biraz da böyle bakmakta yarar olabilir mi?
Reel karşılığı olmayan benzetmeler kullanılarak yapılan açıklamalar sadece ve sadece ‘sahibini’ rahatlatıyor. ‘Hitler’in faşizan baskıları’ ya da ‘askerimizin başına çuval giydirildi’ türünden benzetmelerle süslenen mesajlar, hedef kitleye taşımak istediğiniz mesajları çarpıtıyor, yamultuyor.
İletişimde gerçeklerden yola çıkılmadığında sonucun hüsran olması kaçınılmazdır. Neden? Sahicilik ile dürüstlük arasındaki bağ ile,’Ne alâkası var?’ sorusundan çıkan kuşku arasındaki bağ birbirine çok benzer de ondan. Sahicilik dürüstlüğü, gerçek dışılık da güvensizliği besler...
Tüm bu tespitler eninde sonunda gelir ve kullandığınız üslubun kalitesine dayanır. Üslubunuz mesajınızın kaderini belirler. Ok hedefi bulur ya da es geçer. Mesajınızın bir amacı varsa tabii.
Örneğin Metehan Demir’in dün sabah CNN’deki mesajı gibi. Sordu Demir: “Sayın Başbakan 206 karakolun derhal ‘kaleler’ haline getirilmesi talimatını 2008’de vermişti. 4 yılda 60 karakol elden geçirilmiş. İhale mevzuatı falan… Peki, 146 karakola Başbakan’a rağmen neden dokunulmamış! Bunlar neden kevgir gibi duruyor oralarda?”
İşte içi dolu mesaj budur mesela…
Bu eğitim sistemiyle bu madalya sayısı mükemmel…
Adalet Bakanı Sayın Sadullah Ergin’in dün açıkladığı tutuklu ve hükümlü öğrenci sayısı, Türkiye’nin en büyük sorunlarından birinin ‘adalet’ meselesinde düğümlendiğini bir kez daha kanıtlıyor. Toplam 2 bin 824 öğrencinin cezaevlerinde yatıyor olması, (1778’i tutuklu, 1046’sı ise hükümlü) ve 609’unun silahlı terör örgütü üyeliğinden tutuklu bulunması günümüz Türkiyesi için kabul edilebilir sonuçlar olabilir mi?
KMG Ipsos’un araştırmasında “Yeni Anayasa’da neler olmalı?” sorusuna “Hukuk önünde eşitlik ve toplumsal adelet duygusunun vurgulanması” diye yanıt verenlerin, diğer yanıtlara göre en yüksek orana (yüzde 53) sahip olması da bu gerçeğin rakkamlarla bir başka ifadesi zaten.
Öte yandan, gençliğin her türlü sağlıksızlığa, kendine zarar verecek karşıtlığa karşı korunmasının spora yönlendirilmesiyle mümkün olabileceğini tüm bilim insanları söyler durur. Süblimasyon (yücelme) diyorlar galiba… Sporda, olimpiyatlarda başarının yolu da buradan geçmez mi?
Peki spora ne zaman yönlenecek gençlik?
İlköğretim, lise ve üniversitede, değil mi? Bol madalyalı ülkelerin tamamında olduğu gibi… Çocuklar, gençler spor bursu vs gibi teşviklerle spora ve müsabaka, yarış kültürüne yönlendiriliyorlar, teşvik ediliyorlar…
Bizdeki eğitim sisteminde bu mümkün mü?
Kesinlikle hayır. İlk öğretimin en az son iki, lisenin en az son üç senesi, üniversitenin bitmek bilmez vize, ödev sınav dönemleri, gençlerin sporla seyirci düzeyinde bile ilgilenmemelerine ters… Nerede kaldı performans sporları, olimpiyat madalyaları…
Oturup eşek gibi test çözecek, kursa gidecek, ders çalışacaklar. Ne sporu kardeşim…
Ya da biraz daha farklı kişilikte ve “Kaybedecek bir şeyim yok ki” duygusuna kapılıvermişlerse, ekstrem dünya görüşlerinde bireysel kanıt ve varoluş yolları arayacaklar… Toplumla, yasalarla ters düşmeyi göze alarak…
Tabloya biraz da böyle bakmakta yarar olabilir mi?