Hattı müdaafa yoksa sathı müdaafa şarttır...
27 Ocak 2010 Akşam Gazetesi
Her zaman ifade ettiğim inancımı bir kez daha tekrarlayayım: 'Ülkenin içinden geçtiği dönemde Genelkurmay Başkanlığı koltuğunda Orgeneral İlker Başbuğ'un oturuyor olması ülke adına büyük talihtir...
Buna rağmen iletişim konusunda Orgeneral Başbuğ'u belki değil ama TSK'nın iletişim refleks-lerini atalet içinde ve demode bulduğumu da defaatle dile getirmişimdir...
Paşa, halkın en üst düzeyde güvendiği ve itibar skalasında en yukarılara koyduğu ordusunun algısını hak ettiği düzeyde tutmak için yırtınıyor... Ancak yetmez... Çünkü o zaman ortaya sadece savunma hattı kuran ve tüm aksiyonlarını ve reflekslerini savunmaya göre ayarlayan bir yapı çıkıyor...
Hangi futbol takımı sadece savunma yaparak maç kazanabilir?.. Hangi ordu sadece savunma yaparak savaş kazanabilir?..
Silahlı Kuvvetler 'siyasi iletişimin' içine çekilmek istenmiş, savunmaya kilitlenmesi arzulanmıştır... Her iki hedef de tam 12'den vurulmuştur...
***
Bakın dünkü Hürriyet'in 22'nci sayfasında haber nasıl verilmiş: 'Orgeneral Başbuğ, Genelkurmay'da Kazım Karabekir için düzenlenen törenden sonra gazetecilerin ısrarları üzerine NATO toplantısına gitmeyi erteleyerek salona döndü. Darbe iddialarıyla ilgili açıklaması sırasında sık sık kürsüyü yumruklayan Başbuğ, 'Öyle bir durumdayız ki, hiçbir şey söylemesek o da yanlış yorumlara gidecek. Bu konulara ilişkin düşüncelerimi sizlerle paylaşmanın yararlı olduğunu düşündüm' dedi.'
Ne denmek isteniyor?..
Tören bitmiş. Başbuğ salonu terk ediyormuş. Gazeteciler ısrarcı olmuşlar. İlker Paşa da geri dönmüş... Vurmuş yumruğunu kürsüye, sonra da vermiş veriştirmiş...
Senaryonun böyle olması mümkün değil. Orgeneral Başbuğ'u bir lokma tanıyanlar onun böyle 'doğaçlama sinir krizleri' geçirmeyeceğini, 'ağzına geleni söylemeyeceğini' bilirler...
Peki o zaman Hürriyet'in böyle bir yorum yapmasına zemin sağlayacak mizansenin yaratılmasının ne lüzumu var? Ne lüzumu var İlker Paşa'yı, gergin bir savunma stratejisinin, stratejik açıdan tamamen yanlış ve gergin dikenli tellerinin arkasına atmanın?..
***
Genelkurmay Başkanı'nın medyayı alıp karlar altında görev yapan dağ komandolarının yanına götürmesi, Afganistan'da görev yapan birlikleri ziyaret etmesi onlarla o ortamda TSK'ya Afganistan'da verilen görevi tartışması, Hava Kuvvetleri'ne yeni eklemlenen ileri teknoloji ürünü alet edevatı göstermesi, hücumbotlara, amfibi birlikleri taşıyan teknelere, firkateynlere bindirip dolaştırması, dünyanın dört bir yanından gelen askeri ataşelerle yapılacak bir ufuk turu seminerine katılmalarını sağlaması, Gölcük'teki Donanma Komutanlığı'nın veya Deniz Kuvvetleri Eğitim birimlerinin yaptığı gibi, yakın çevre ilişkilerinde (community relations) TSK'nın kendisini ifade etmesini zorunlu kılması; araştırmalar yaptırıp yayınlaması ve bilgi ve bilimin yoğunluk kazandığı TSK merkezlerini medya ile paylaşması; bütün bunları yapıp TSK'ya saldıranları kendi melanetleri içinde yok olmaya mahkum etmek varken, Komutan'ı böylesine bir siyasi kavganın içine çekmek, ancak beceriksiz muhalefetlerle ve TSK'yı halkın gözünde zayıflatmak isteyenlerin ittifakı sonucu oluşabilecek bir ortamdı...
***
Muhalefet 'Hattı Müdafaa'yı adam gibi kuramayınca 'Sathı Müdafaa'yı tesis etmek tabii ki Silah Kuvvetler'e kalmaktadır... Söz konusu vatan olduğu zaman TSK işi kimselere 'delege' edemez. Aldığı eğitim, Türk Milleti'nin ortak ruhi şekillenmesinin kendisine yüklediği 'genler' bunu gerekli kılar... Nasıl orduların saldırıya geçtiği zaman 'Allah Allah' diye bağırmaları herhangi bir yasada yazılı değilse; bu genlerin de 'kaydı' herhangi bir 'kozmik odada' yoktur.
Bir kez daha altını çizelim: Ne Türkiye Danimarka'dır ne de Türk Ordusu Danimarka Ordusu... Hele Türk Genelkurmay Başkanı'nın onların başkanıyla hiç alakası yoktur...
Başta muhalefet olmak üzere Genelkurmay Başkanı'nın yumruğunu kürsüye vurduranlar utansın...
Her zaman ifade ettiğim inancımı bir kez daha tekrarlayayım: 'Ülkenin içinden geçtiği dönemde Genelkurmay Başkanlığı koltuğunda Orgeneral İlker Başbuğ'un oturuyor olması ülke adına büyük talihtir...
Buna rağmen iletişim konusunda Orgeneral Başbuğ'u belki değil ama TSK'nın iletişim refleks-lerini atalet içinde ve demode bulduğumu da defaatle dile getirmişimdir...
Paşa, halkın en üst düzeyde güvendiği ve itibar skalasında en yukarılara koyduğu ordusunun algısını hak ettiği düzeyde tutmak için yırtınıyor... Ancak yetmez... Çünkü o zaman ortaya sadece savunma hattı kuran ve tüm aksiyonlarını ve reflekslerini savunmaya göre ayarlayan bir yapı çıkıyor...
Hangi futbol takımı sadece savunma yaparak maç kazanabilir?.. Hangi ordu sadece savunma yaparak savaş kazanabilir?..
Silahlı Kuvvetler 'siyasi iletişimin' içine çekilmek istenmiş, savunmaya kilitlenmesi arzulanmıştır... Her iki hedef de tam 12'den vurulmuştur...
***
Bakın dünkü Hürriyet'in 22'nci sayfasında haber nasıl verilmiş: 'Orgeneral Başbuğ, Genelkurmay'da Kazım Karabekir için düzenlenen törenden sonra gazetecilerin ısrarları üzerine NATO toplantısına gitmeyi erteleyerek salona döndü. Darbe iddialarıyla ilgili açıklaması sırasında sık sık kürsüyü yumruklayan Başbuğ, 'Öyle bir durumdayız ki, hiçbir şey söylemesek o da yanlış yorumlara gidecek. Bu konulara ilişkin düşüncelerimi sizlerle paylaşmanın yararlı olduğunu düşündüm' dedi.'
Ne denmek isteniyor?..
Tören bitmiş. Başbuğ salonu terk ediyormuş. Gazeteciler ısrarcı olmuşlar. İlker Paşa da geri dönmüş... Vurmuş yumruğunu kürsüye, sonra da vermiş veriştirmiş...
Senaryonun böyle olması mümkün değil. Orgeneral Başbuğ'u bir lokma tanıyanlar onun böyle 'doğaçlama sinir krizleri' geçirmeyeceğini, 'ağzına geleni söylemeyeceğini' bilirler...
Peki o zaman Hürriyet'in böyle bir yorum yapmasına zemin sağlayacak mizansenin yaratılmasının ne lüzumu var? Ne lüzumu var İlker Paşa'yı, gergin bir savunma stratejisinin, stratejik açıdan tamamen yanlış ve gergin dikenli tellerinin arkasına atmanın?..
***
Genelkurmay Başkanı'nın medyayı alıp karlar altında görev yapan dağ komandolarının yanına götürmesi, Afganistan'da görev yapan birlikleri ziyaret etmesi onlarla o ortamda TSK'ya Afganistan'da verilen görevi tartışması, Hava Kuvvetleri'ne yeni eklemlenen ileri teknoloji ürünü alet edevatı göstermesi, hücumbotlara, amfibi birlikleri taşıyan teknelere, firkateynlere bindirip dolaştırması, dünyanın dört bir yanından gelen askeri ataşelerle yapılacak bir ufuk turu seminerine katılmalarını sağlaması, Gölcük'teki Donanma Komutanlığı'nın veya Deniz Kuvvetleri Eğitim birimlerinin yaptığı gibi, yakın çevre ilişkilerinde (community relations) TSK'nın kendisini ifade etmesini zorunlu kılması; araştırmalar yaptırıp yayınlaması ve bilgi ve bilimin yoğunluk kazandığı TSK merkezlerini medya ile paylaşması; bütün bunları yapıp TSK'ya saldıranları kendi melanetleri içinde yok olmaya mahkum etmek varken, Komutan'ı böylesine bir siyasi kavganın içine çekmek, ancak beceriksiz muhalefetlerle ve TSK'yı halkın gözünde zayıflatmak isteyenlerin ittifakı sonucu oluşabilecek bir ortamdı...
***
Muhalefet 'Hattı Müdafaa'yı adam gibi kuramayınca 'Sathı Müdafaa'yı tesis etmek tabii ki Silah Kuvvetler'e kalmaktadır... Söz konusu vatan olduğu zaman TSK işi kimselere 'delege' edemez. Aldığı eğitim, Türk Milleti'nin ortak ruhi şekillenmesinin kendisine yüklediği 'genler' bunu gerekli kılar... Nasıl orduların saldırıya geçtiği zaman 'Allah Allah' diye bağırmaları herhangi bir yasada yazılı değilse; bu genlerin de 'kaydı' herhangi bir 'kozmik odada' yoktur.
Bir kez daha altını çizelim: Ne Türkiye Danimarka'dır ne de Türk Ordusu Danimarka Ordusu... Hele Türk Genelkurmay Başkanı'nın onların başkanıyla hiç alakası yoktur...
Başta muhalefet olmak üzere Genelkurmay Başkanı'nın yumruğunu kürsüye vurduranlar utansın...