Hava iyi, bir de şu demode kadrolar ve söylemler olmasa!..
23 MAYIS 2010
Sabahın köründen başlayarak TV’nin karşısına oturdum. CHP Kurultayı’nı izledim… Olaya belki de mesleki deformasyon yüzünden siyasi boyuttan çok, iş – ilişki – iletişim boyutuyla bakmaya çalıştım. Liderlerin konuşmalarını analiz etmekle ünlü psikiyatri uzmanı dostum Prof. Dr. Tarık Yılmaz gibi işin diğer boyutlarının uzmanlarıyla konuştum.
Türkiye’nin kaderini belirlemek için yola (kendi deyişiyle) ‘koşu’ya çıkmış olan Sayın Kılıçdaroğlu’nun konuşmasını ve genel anlamda Kurultay’ı nasıl ‘okuduğuma’ değinmeden önce bugün de Einstein’a ait olduğu iddia edilen bir sözü anmadan geçmeyelim: “Die Definition von Wahnsinn ist, immer wieder das Gleiche zu tun und andere Ergebnisse zu erwarten." (Çılgınlığın –İng.: Insanity- tanımı, aynı şeyi defalarca yapıp farklı sonuçlar almayı ummaktır)…
***
Nasıl “okuduğuma” gelince:
1. Sayın Kılıçdaroğlu beni şaşırtmadı… Yıllardır burada, “Baykal giderse – yerine hiç kimse gelmese dahi- CHP’nin oyları artar” diye yazdığımı hatırlatmaya gerek yok. Olan budur… Kilit çözülmüş; esen özgürlük havası müthiş duygusal bir akımın yakalanmasını sağlamıştır… Bu hitabet o rüzgâra uygun yükseklikte bir ‘hamaset’ tonu içermektedir… Ayrıca CHP’de yıllardır eksik olan ‘heyecan’ tetiklenmiş; habasetten (kötülük) uzak bir yaklaşım sergilenmiştir…
2. Dürüstlüğü, ‘dayalı döşeli’ kişiliği ile her zaman mükemmel bir komşu, hatta süper bir belediye başkanı olacak ‘duruş’a sahip Kemal Bey’in, Türkiye’nin gelecek tasarımına nasıl baktığını anlamakta zorluk çektim doğrusu… Dünyadaki ‘akımlarla’ (trend’lerle) ne kadar iç içe bir duruş sergilediğine dair de bir fikrim oluşamadı…
2. Konuşması 1968 modeldi… O yıllarda aynı tip ‘nutuk’ları çok kez dinlemiş, çok kez de atmıştım. Belki de nostaljik duygularımı harekete geçirdiğinden; üniversite yıllarımdan çok yakın bir arkadaşım konuşuyormuş gibi geldi bana…
3. Ancak o arkadaşım, KOBİ kültürünü ve üretimini savunuyordu; yakın bir gelecekte bir tanesi bile kalmayacak olan bakkalları; en ilkel tarımsal üretimini destekleyeceklerinden söz ediyordu; dünyada sosyalistlerin ve sosyal demokratların çoktan terk ettikleri, “gayri safi milli hâsılanın hakça paylaşımı” gibi demode ötesi bir söylemle yola çıkıyordu… Küresel rekabetin karşısında ‘ulusal korumacı’ tavrı çok net ‘okumak’ mümkündü… AB konusunda ise ‘haysiyet’ gibi feodal değerlerle nasıl işbirliği yapılacağını anlatamadı da zaten… Anladığım kadarıyla iktidara gelirlerse, yabancı sermayeyi kovacak, özellikle Doğu’da özelleştirmeyi durduracak, başta mayınlı arazi olmak üzere bir tür ‘toprak’ reformu yapacaktı… Sanki bir tek şu söylem eksikti: “Tarlalar köylünün, fabrikalar işçinin!”…
4. Son yıllarda bu kadar çok ‘emek’, ‘emekçi’, ‘emekli’, ‘işsiz’, ‘evlerine aş yetiştirmek durumunda olan kadınlar’ ve ‘tüyü bitmemiş yetimler’ edebiyatı dinlememiştim… Unutmuşum…
5. Evvelsi günü Mustafa Özyürek’i gördük salonu düzenlerken, dün de Cevdet Selvi’yi, telefon mağduru Önder Sav’ı, roman yazarlığı siyasetçiliğinden çok daha iyi olan Kemal Anadol’u… Eski hamam eski tas gibi değil mi? Kâbus sahnesinde bir tek Mehmet Sevigen eksikti… Tabii yeni ve bir o kadar da farklı bir profil çizen Gürsel Tekin ve muhteşem bir hatip olan Muharrem İnce ümit pırıltılarıydı…
***
Sayın Kılıçdaroğlu kendisine “Kemal” denmesini istiyormuş; Recep Tayyip Erdoğan da kendisine Tayyip denmesini istiyor olabilir… Bana ‘Recep’ söylemi de pek tuhaf ve gereksiz geldi.
Tayyip Bey’in ve kurmaylarının yanında değildim… Tahminim o ki Kurultay’ı izlemişlerse içleri rahatlamıştır. Yüreklerine su serpilmiştir… CHP’nin puanlarının bir süre artacağı ve sonra tekrar eski yerine döneceği analizini yapmışlar ve ‘telaşa kapılmama’ kararı almışlardır… Eğer böyle değilse, sonuçlarını hemen görürüz. Tayyip Bey yarından tezi yok Kemal Bey’e cepheden saldırır; puanlarını yükseltmesini sağlar… Daha ortada fol ve yumurta yokken, “Nasılsa iktidara gelemeyecekler ki!” şeklindeki açıklamaları ikinci yolun tercih edileceğine işaret ediyor sanki.
Sonuç itibariyle: CHP iktidar olur mu? Evet olur. Kemal Bey demode kadroları tavsiye eder ve demode siyasi havayı partinin üzerinden atarsa bu iş olur. Ha, bir de Tayyip Bey getirebilir onları iktidara. Durduk yerde saldırıp mağduriyet yaratarak mesela…
Türkiye’nin kaderini belirlemek için yola (kendi deyişiyle) ‘koşu’ya çıkmış olan Sayın Kılıçdaroğlu’nun konuşmasını ve genel anlamda Kurultay’ı nasıl ‘okuduğuma’ değinmeden önce bugün de Einstein’a ait olduğu iddia edilen bir sözü anmadan geçmeyelim: “Die Definition von Wahnsinn ist, immer wieder das Gleiche zu tun und andere Ergebnisse zu erwarten." (Çılgınlığın –İng.: Insanity- tanımı, aynı şeyi defalarca yapıp farklı sonuçlar almayı ummaktır)…
***
Nasıl “okuduğuma” gelince:
1. Sayın Kılıçdaroğlu beni şaşırtmadı… Yıllardır burada, “Baykal giderse – yerine hiç kimse gelmese dahi- CHP’nin oyları artar” diye yazdığımı hatırlatmaya gerek yok. Olan budur… Kilit çözülmüş; esen özgürlük havası müthiş duygusal bir akımın yakalanmasını sağlamıştır… Bu hitabet o rüzgâra uygun yükseklikte bir ‘hamaset’ tonu içermektedir… Ayrıca CHP’de yıllardır eksik olan ‘heyecan’ tetiklenmiş; habasetten (kötülük) uzak bir yaklaşım sergilenmiştir…
2. Dürüstlüğü, ‘dayalı döşeli’ kişiliği ile her zaman mükemmel bir komşu, hatta süper bir belediye başkanı olacak ‘duruş’a sahip Kemal Bey’in, Türkiye’nin gelecek tasarımına nasıl baktığını anlamakta zorluk çektim doğrusu… Dünyadaki ‘akımlarla’ (trend’lerle) ne kadar iç içe bir duruş sergilediğine dair de bir fikrim oluşamadı…
2. Konuşması 1968 modeldi… O yıllarda aynı tip ‘nutuk’ları çok kez dinlemiş, çok kez de atmıştım. Belki de nostaljik duygularımı harekete geçirdiğinden; üniversite yıllarımdan çok yakın bir arkadaşım konuşuyormuş gibi geldi bana…
3. Ancak o arkadaşım, KOBİ kültürünü ve üretimini savunuyordu; yakın bir gelecekte bir tanesi bile kalmayacak olan bakkalları; en ilkel tarımsal üretimini destekleyeceklerinden söz ediyordu; dünyada sosyalistlerin ve sosyal demokratların çoktan terk ettikleri, “gayri safi milli hâsılanın hakça paylaşımı” gibi demode ötesi bir söylemle yola çıkıyordu… Küresel rekabetin karşısında ‘ulusal korumacı’ tavrı çok net ‘okumak’ mümkündü… AB konusunda ise ‘haysiyet’ gibi feodal değerlerle nasıl işbirliği yapılacağını anlatamadı da zaten… Anladığım kadarıyla iktidara gelirlerse, yabancı sermayeyi kovacak, özellikle Doğu’da özelleştirmeyi durduracak, başta mayınlı arazi olmak üzere bir tür ‘toprak’ reformu yapacaktı… Sanki bir tek şu söylem eksikti: “Tarlalar köylünün, fabrikalar işçinin!”…
4. Son yıllarda bu kadar çok ‘emek’, ‘emekçi’, ‘emekli’, ‘işsiz’, ‘evlerine aş yetiştirmek durumunda olan kadınlar’ ve ‘tüyü bitmemiş yetimler’ edebiyatı dinlememiştim… Unutmuşum…
5. Evvelsi günü Mustafa Özyürek’i gördük salonu düzenlerken, dün de Cevdet Selvi’yi, telefon mağduru Önder Sav’ı, roman yazarlığı siyasetçiliğinden çok daha iyi olan Kemal Anadol’u… Eski hamam eski tas gibi değil mi? Kâbus sahnesinde bir tek Mehmet Sevigen eksikti… Tabii yeni ve bir o kadar da farklı bir profil çizen Gürsel Tekin ve muhteşem bir hatip olan Muharrem İnce ümit pırıltılarıydı…
***
Sayın Kılıçdaroğlu kendisine “Kemal” denmesini istiyormuş; Recep Tayyip Erdoğan da kendisine Tayyip denmesini istiyor olabilir… Bana ‘Recep’ söylemi de pek tuhaf ve gereksiz geldi.
Tayyip Bey’in ve kurmaylarının yanında değildim… Tahminim o ki Kurultay’ı izlemişlerse içleri rahatlamıştır. Yüreklerine su serpilmiştir… CHP’nin puanlarının bir süre artacağı ve sonra tekrar eski yerine döneceği analizini yapmışlar ve ‘telaşa kapılmama’ kararı almışlardır… Eğer böyle değilse, sonuçlarını hemen görürüz. Tayyip Bey yarından tezi yok Kemal Bey’e cepheden saldırır; puanlarını yükseltmesini sağlar… Daha ortada fol ve yumurta yokken, “Nasılsa iktidara gelemeyecekler ki!” şeklindeki açıklamaları ikinci yolun tercih edileceğine işaret ediyor sanki.
Sonuç itibariyle: CHP iktidar olur mu? Evet olur. Kemal Bey demode kadroları tavsiye eder ve demode siyasi havayı partinin üzerinden atarsa bu iş olur. Ha, bir de Tayyip Bey getirebilir onları iktidara. Durduk yerde saldırıp mağduriyet yaratarak mesela…