Haydi beni şaşırt Türkiye!..
21 Ekim 2009 Akşam Gazetesi
Biliyorsunuz, İvedik 2'yi İvedik 1'den daha az kişi izleyecek diye kendi kendime kaşınıp bir dizi eş dostla iddiaya girmiş, sonra da hepsine birden köfte partisi vermek durumunda kalmıştım... Hoş, bir söylentiye göre son hafta Maradona'nın 'el destekli' golünde olduğu gibi Tanrı'nın eli devreye girmiş, son haftada birden bire 90 bin kişi salonlara akın etmişti (!)... Olsun... Resmi rakamlara Dolar bazında gelire göre kazansak da izleyici sayısına göre kaybetmiştik iddiayı... Ancak akıllandım... Halkın ortalama vicdanına ve sağduyusuna güvenip sazan gibi ortalığa atılmak yok!.. Kolay kolay iddiaya girmem...
Gişe için de girmem, ödül için de... Örneğin Nefes'in bizim yırtık pırtık giysili entelijansiya arasından sıyrılıp herhangi bir ödül alması olası değil... Antalya Altın Portakal Film Festivali'ne zaten almazlar ya; hadi diyelim ki aldılar... Hiçbir şansı olmaz... Çünkü insanın içinin kıyıldığı, saatler süren 'bakma' ve 'bakışmalar' yok filmde... Oğlan kasabaya gelir... Bakar... Sonra kızı görürüz... O da bakmaktadır... Daha sonra bunlar karşılaşırlar ve bakışırlar... Sonra oğlan bakarak oradan ayrılır. Kız da arkasından bakar... Böyle bir senaryosu yok Nefes'in... O zaman Nefes'te bizim sinema entelijansiyasına göre sanat da yok... Çünkü başından sonuna, nefes nefese bir film... Altın Portakal'ın resmini bile göstermezler ona... Ancak biraz da o nedenle acaba İvedik'i sollayamasa da zorlar mı, dersiniz?.. Nefes'in ilk üç günde 334 bin kişi tarafından izlenmiş olması beni yüreklendirmeli mi?.. Tüm zamanların en iyisi olmaya aday bir film, tüm zamanların en 'düzeysiz' esprileriyle dolu filmine karşı... Sonuç ne olur acaba?..
Nefes'le ilgili yazdıklarıma (18 Ekim) çok olumlu tepkiler aldım. Özellikle de filmin oyuncularından.
Son yenilgiden bu yana pek umudum yok aslında... Ama yine de... Canım milletim beni şaşırtırsa hiç itirazım olmaz...
Marka vaadi şart mıdır? Evet şarttır!..
Kendimi bildim bileli adını duyduğum Nuh'un Ankara Makarnası markasını yeniden lanse ediyor... İletişim jargonunda 'relansman' diyorlar buna... Relansman ince iştir... Yeniden konumlama yapmadan, yeni bir vaat oluşturmadan markanıza yeni bir 'start' verirseniz başınız ağrıyabilir. Örneğin eskiden Puro ve Fay diye sabun ve temizlik tozu markaları vardı. Zamanın en başarılı ürünleriydi... Bu iki markayı tekrar çıkarsanız hangi vaatle çıkarırdınız?... Şimdi Nuhun Ankara Makarnası'nın vaadine ve kendini konumlamasına bakalım... Ne diyor Makarnacılar?
'Türkiye'nin en büyük, dünyanın üçüncü büyük fabrikası, Nuh'un Ankara Makarnası.'
İletişimciler bu gibi durumda hemen şu soruyu sorarlar: 'Bana ne kardeşim!.. Söylediğin şeyin sana faydası var da, bana ne faydası var?'...
İletişimin kara kaplı defteri, kilit mesajın, hedef kitlenin 'Bu işte benim ne çıkarım var?' (What's in it for me?) türünden soracağı soyut suale verecek bir yanıtı olması gerektiğini söylüyor... Fabrikanın büyüklüğü satın alma tercihi için bir neden olabilir mi?.. Hiç sanmam...
İş dünyasının en büyük kuramcı ve uygulamacılarından Turkcell'in davetlisi olarak Türkiye'ye gelen Michael Porter, cumartesi verdiği konferansta Porter'ı bilenler için belki çok yeni değil ama çok önemli şeyler söyledi... Nuh'un Ankaracılar da keşke stratejilerini belirlemeden önce Porter'in 'On Competition' adlı kitabına bir göz atsalarmış... M. Porter bir kez daha altını çizdi: 'Eşsiz, taklit edilemez, bir değer önermeniz (unique value proposition) yoksa, rekabet edemezsiniz!'... Reklamları ilk duyduğumdan beri kendime soruyorum... Aslında mükemmel bir ürün gamına sahip olan Nuh'un Ankara Makarnası'nın 'Eşsiz değer önermesi ne?'.. Ve de 'Marka vaadi ne ola?'.. Ben soruların yanıtını bulamadım. Bulan olursa haber versin lütfen..
Biliyorsunuz, İvedik 2'yi İvedik 1'den daha az kişi izleyecek diye kendi kendime kaşınıp bir dizi eş dostla iddiaya girmiş, sonra da hepsine birden köfte partisi vermek durumunda kalmıştım... Hoş, bir söylentiye göre son hafta Maradona'nın 'el destekli' golünde olduğu gibi Tanrı'nın eli devreye girmiş, son haftada birden bire 90 bin kişi salonlara akın etmişti (!)... Olsun... Resmi rakamlara Dolar bazında gelire göre kazansak da izleyici sayısına göre kaybetmiştik iddiayı... Ancak akıllandım... Halkın ortalama vicdanına ve sağduyusuna güvenip sazan gibi ortalığa atılmak yok!.. Kolay kolay iddiaya girmem...
Gişe için de girmem, ödül için de... Örneğin Nefes'in bizim yırtık pırtık giysili entelijansiya arasından sıyrılıp herhangi bir ödül alması olası değil... Antalya Altın Portakal Film Festivali'ne zaten almazlar ya; hadi diyelim ki aldılar... Hiçbir şansı olmaz... Çünkü insanın içinin kıyıldığı, saatler süren 'bakma' ve 'bakışmalar' yok filmde... Oğlan kasabaya gelir... Bakar... Sonra kızı görürüz... O da bakmaktadır... Daha sonra bunlar karşılaşırlar ve bakışırlar... Sonra oğlan bakarak oradan ayrılır. Kız da arkasından bakar... Böyle bir senaryosu yok Nefes'in... O zaman Nefes'te bizim sinema entelijansiyasına göre sanat da yok... Çünkü başından sonuna, nefes nefese bir film... Altın Portakal'ın resmini bile göstermezler ona... Ancak biraz da o nedenle acaba İvedik'i sollayamasa da zorlar mı, dersiniz?.. Nefes'in ilk üç günde 334 bin kişi tarafından izlenmiş olması beni yüreklendirmeli mi?.. Tüm zamanların en iyisi olmaya aday bir film, tüm zamanların en 'düzeysiz' esprileriyle dolu filmine karşı... Sonuç ne olur acaba?..
Nefes'le ilgili yazdıklarıma (18 Ekim) çok olumlu tepkiler aldım. Özellikle de filmin oyuncularından.
Son yenilgiden bu yana pek umudum yok aslında... Ama yine de... Canım milletim beni şaşırtırsa hiç itirazım olmaz...
Marka vaadi şart mıdır? Evet şarttır!..
Kendimi bildim bileli adını duyduğum Nuh'un Ankara Makarnası markasını yeniden lanse ediyor... İletişim jargonunda 'relansman' diyorlar buna... Relansman ince iştir... Yeniden konumlama yapmadan, yeni bir vaat oluşturmadan markanıza yeni bir 'start' verirseniz başınız ağrıyabilir. Örneğin eskiden Puro ve Fay diye sabun ve temizlik tozu markaları vardı. Zamanın en başarılı ürünleriydi... Bu iki markayı tekrar çıkarsanız hangi vaatle çıkarırdınız?... Şimdi Nuhun Ankara Makarnası'nın vaadine ve kendini konumlamasına bakalım... Ne diyor Makarnacılar?
'Türkiye'nin en büyük, dünyanın üçüncü büyük fabrikası, Nuh'un Ankara Makarnası.'
İletişimciler bu gibi durumda hemen şu soruyu sorarlar: 'Bana ne kardeşim!.. Söylediğin şeyin sana faydası var da, bana ne faydası var?'...
İletişimin kara kaplı defteri, kilit mesajın, hedef kitlenin 'Bu işte benim ne çıkarım var?' (What's in it for me?) türünden soracağı soyut suale verecek bir yanıtı olması gerektiğini söylüyor... Fabrikanın büyüklüğü satın alma tercihi için bir neden olabilir mi?.. Hiç sanmam...
İş dünyasının en büyük kuramcı ve uygulamacılarından Turkcell'in davetlisi olarak Türkiye'ye gelen Michael Porter, cumartesi verdiği konferansta Porter'ı bilenler için belki çok yeni değil ama çok önemli şeyler söyledi... Nuh'un Ankaracılar da keşke stratejilerini belirlemeden önce Porter'in 'On Competition' adlı kitabına bir göz atsalarmış... M. Porter bir kez daha altını çizdi: 'Eşsiz, taklit edilemez, bir değer önermeniz (unique value proposition) yoksa, rekabet edemezsiniz!'... Reklamları ilk duyduğumdan beri kendime soruyorum... Aslında mükemmel bir ürün gamına sahip olan Nuh'un Ankara Makarnası'nın 'Eşsiz değer önermesi ne?'.. Ve de 'Marka vaadi ne ola?'.. Ben soruların yanıtını bulamadım. Bulan olursa haber versin lütfen..