Helal olsun Rahmi Bey’e ve Borusan’a
28 EYLÜL 2007
Bence yılın PR olayı. Kaybedeni olmayan, etkisi çok yüksek, itibar katma değeri milyonlarla ölçülemeyecek boyutta bir toplumsal sorumluluk projesi ve uygulaması.
Kitapta yazdığı gibi... Öncesi de sırası da başarıyla tasarlanmış. Herhalde sonrası da aynı ciddiyet ve inovasyonla programlanmıştır.
Borusan Holding her türlü övgüyü hak ediyor. Tabii Rahmi M. Koç da...
Fikir kime aitse onu da gönülden kutlarım. Çarşamba akşamı Lütfi Kırdar’ı dolduran 2500 civarında insan gibi biz de o geceye katılmak için elimizden geleni yapmaya hazırdık.
İyi ki de gitmişiz...
Sadece İstanbul’un iş, sanat ve medya dünyasından uzun zamandır görmediğimiz pek çok eş, dostla uzun bir yaz arasından sonra tekrar görüşme fırsatı bulduğumuz için değil. Bu tarihi iletişim ‘fenomenine’ tanıklık etme fırsatını kaçırmadığımız için...
Proje aslında çok yalın. Belki de onun için çok iyi çalışıyor...
Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası’na konuk şef oluyorsunuz. 25 bin euro ödüyorsunuz. Bu para genç bir yeteneğin yurt dışı eğitimine burs olarak tahsis ediliyor... Geçen yıl Borusan Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Kocabıyık start vermiş bu işe. Orkestrayı o yönetmiş. Bu yıl da Rahmi Koç almış sahneyi. Orkestranın devamlı şefi Gürer Aykal, Koç Holding Onursal Başkanı’nı çalıştırmış...
Rahmi M. Koç’un gösterdiği tevazu, herkese örnek olmalı. Kim çıkıp o riski alır? Bunun için ciddi bir özgüven gerekir... Vivaldi’nin “Dört Mevsimi”ni nasıl çaldırdığı hiç önemli değil. Önemli olan olayın bütününe duyduğu saygıyla, o zor işin üstesinden gelmesi...
Gelecek yıl için somut iki önerim var. Bu olayın üçüncü perdesine Bülent Eczacıbaşı yakışır... Bülent Bey de o sahnede iyi durur doğrusu. Bir sonraki de örneğin Ferit Şahenk olmalı. Onun da elinde baget iyi durur... Beşinci yönetmen adayım ise Başbakan Tayip Erdoğan...
İkinci önerim ise davetliler ile ilgili. Borusan, girişi mutlaka ücretli yapmalı. Orada gördüğüm insanlar gözleri kapalı 300’er YTL’i vermeye hazırdır... Biletler aylar önceden tükenecektir. Başbakan’ın sahne alacağı bir gecenin biletleri ise 1.000 YTL’den satılmalı. Sadece şef adayının ödediği miktar değil, bilet paraları da burs sayısının ve miktarının artmasını sağlayacaktır...
Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası ve bu projeye akıl ve gönül veren herkesi yürekten kutluyorum.
Media Markt benim de ezberimi bozuyor
Salı akşamı Alışveriş Merkezleri ve Perakendeciler Derneği (AMPD), Birleşmiş Markalar Derneği (BMD) ve Tescilli Markalar Derneği’nin (TMD) İstanbul Sheraton Oteli’nde birlikte düzenledikleri iftar yemeğindeydik. Yemeğin bir numaralı konusu doğaldır ki, Türkiye’deki ilk mağazasını açmış olan Media Markt’in alışılagelmişin dışındaki pazarlama iletişimi yaklaşımlarıydı.
Büyük çoğunluk, Media Markt’ın her şeyi daha önce pek çok Avrupa başkentinde yaşadığı ve yönettiği gibi planlı programlı yürüttüğünü büyük bir hayranlıkla savunuyor; bir kısım perakendeci ise bu yaklaşımlarının Türk tüketicisini rencide edeceğini, bu nedenle de başarısız olacaklarını iddia ediyordu.
Şimdilik birinci grup haklı gibi görünüyor. Sanki, Media Markt kendi de ifade ettiği gibi girdiği ülkelerde bazı ezberleri bozuyor. Adımını attığı ülkedeki PR ve reklam şirketlerini özellikle ana stratejinin belirlenmesi noktasında karar sürecine dahil etmiyorlar. Önceden tespit ettikleri konsepti yerel ajanslara uygulatıyorlar; kimse öküz altında buzağı aramasın. Media Markt’ın başarısı da başarısızlığı da esas olarak merkezi yönetimine fatura edilecektir. Media Markt’ın agresif stratejisi sonucunda sanki tüm taraflar kârlı çıkıyor aslında: Tüketici, üretici, distribütör, medya, Media Markt’ın kendisi ve tabii ki ülke ekonomisi... Kimi rahatsız ediyor Media Markt? Rekabeti.
Media Markt üst yönetimi Türkiye’deki girişimin iletişim planını önüme koysaydı, büyük bir olasılıkla şiddetle karşı çıkardım... Herhalde “Bizim kültür ve değerlerimize uymaz!” derdim. Ancak görüldüğü kadarıyla ‘konvansiyonel pazarlama iletişimi kurallarını’ alt üst eden firma benim de ezberimi bozmak üzere... Öğrenmenin yaşı yok...
Kitapta yazdığı gibi... Öncesi de sırası da başarıyla tasarlanmış. Herhalde sonrası da aynı ciddiyet ve inovasyonla programlanmıştır.
Borusan Holding her türlü övgüyü hak ediyor. Tabii Rahmi M. Koç da...
Fikir kime aitse onu da gönülden kutlarım. Çarşamba akşamı Lütfi Kırdar’ı dolduran 2500 civarında insan gibi biz de o geceye katılmak için elimizden geleni yapmaya hazırdık.
İyi ki de gitmişiz...
Sadece İstanbul’un iş, sanat ve medya dünyasından uzun zamandır görmediğimiz pek çok eş, dostla uzun bir yaz arasından sonra tekrar görüşme fırsatı bulduğumuz için değil. Bu tarihi iletişim ‘fenomenine’ tanıklık etme fırsatını kaçırmadığımız için...
Proje aslında çok yalın. Belki de onun için çok iyi çalışıyor...
Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası’na konuk şef oluyorsunuz. 25 bin euro ödüyorsunuz. Bu para genç bir yeteneğin yurt dışı eğitimine burs olarak tahsis ediliyor... Geçen yıl Borusan Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Kocabıyık start vermiş bu işe. Orkestrayı o yönetmiş. Bu yıl da Rahmi Koç almış sahneyi. Orkestranın devamlı şefi Gürer Aykal, Koç Holding Onursal Başkanı’nı çalıştırmış...
Rahmi M. Koç’un gösterdiği tevazu, herkese örnek olmalı. Kim çıkıp o riski alır? Bunun için ciddi bir özgüven gerekir... Vivaldi’nin “Dört Mevsimi”ni nasıl çaldırdığı hiç önemli değil. Önemli olan olayın bütününe duyduğu saygıyla, o zor işin üstesinden gelmesi...
Gelecek yıl için somut iki önerim var. Bu olayın üçüncü perdesine Bülent Eczacıbaşı yakışır... Bülent Bey de o sahnede iyi durur doğrusu. Bir sonraki de örneğin Ferit Şahenk olmalı. Onun da elinde baget iyi durur... Beşinci yönetmen adayım ise Başbakan Tayip Erdoğan...
İkinci önerim ise davetliler ile ilgili. Borusan, girişi mutlaka ücretli yapmalı. Orada gördüğüm insanlar gözleri kapalı 300’er YTL’i vermeye hazırdır... Biletler aylar önceden tükenecektir. Başbakan’ın sahne alacağı bir gecenin biletleri ise 1.000 YTL’den satılmalı. Sadece şef adayının ödediği miktar değil, bilet paraları da burs sayısının ve miktarının artmasını sağlayacaktır...
Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası ve bu projeye akıl ve gönül veren herkesi yürekten kutluyorum.
Media Markt benim de ezberimi bozuyor
Salı akşamı Alışveriş Merkezleri ve Perakendeciler Derneği (AMPD), Birleşmiş Markalar Derneği (BMD) ve Tescilli Markalar Derneği’nin (TMD) İstanbul Sheraton Oteli’nde birlikte düzenledikleri iftar yemeğindeydik. Yemeğin bir numaralı konusu doğaldır ki, Türkiye’deki ilk mağazasını açmış olan Media Markt’in alışılagelmişin dışındaki pazarlama iletişimi yaklaşımlarıydı.
Büyük çoğunluk, Media Markt’ın her şeyi daha önce pek çok Avrupa başkentinde yaşadığı ve yönettiği gibi planlı programlı yürüttüğünü büyük bir hayranlıkla savunuyor; bir kısım perakendeci ise bu yaklaşımlarının Türk tüketicisini rencide edeceğini, bu nedenle de başarısız olacaklarını iddia ediyordu.
Şimdilik birinci grup haklı gibi görünüyor. Sanki, Media Markt kendi de ifade ettiği gibi girdiği ülkelerde bazı ezberleri bozuyor. Adımını attığı ülkedeki PR ve reklam şirketlerini özellikle ana stratejinin belirlenmesi noktasında karar sürecine dahil etmiyorlar. Önceden tespit ettikleri konsepti yerel ajanslara uygulatıyorlar; kimse öküz altında buzağı aramasın. Media Markt’ın başarısı da başarısızlığı da esas olarak merkezi yönetimine fatura edilecektir. Media Markt’ın agresif stratejisi sonucunda sanki tüm taraflar kârlı çıkıyor aslında: Tüketici, üretici, distribütör, medya, Media Markt’ın kendisi ve tabii ki ülke ekonomisi... Kimi rahatsız ediyor Media Markt? Rekabeti.
Media Markt üst yönetimi Türkiye’deki girişimin iletişim planını önüme koysaydı, büyük bir olasılıkla şiddetle karşı çıkardım... Herhalde “Bizim kültür ve değerlerimize uymaz!” derdim. Ancak görüldüğü kadarıyla ‘konvansiyonel pazarlama iletişimi kurallarını’ alt üst eden firma benim de ezberimi bozmak üzere... Öğrenmenin yaşı yok...