Hem eğlenin hem düşünün
21 Aralık 2008 Akşam Gazetesi
Bu hafta Cuma sinema etkinliği çerçevesinde (Kanyon, sinema, Park Avenue'de yemek) Yalanlar Üstüne'yi (Body of Lies) izledik... Yönetmen, neredeyse her filmini müthiş bir seyirlik keyfiyle izlediğim Ridley Scott. Başrollerde ise performanslarının arasına her zaman minik sürprizler sıkıştırmayı başaran, iki favori oyuncum: Russell Crowe (Gladyatör, Akıl Oyunları - A Beautiful Mind), Leonardo DiCaprio (Titanic, Kanlı Elmas-Blood Diamond)...
Başrollerini Brad Pitt ve Robert Redford'un paylaştıkları Casus Oyunu (Spy Game) adlı filmi görüp benim gibi ilgiyle izlediyseniz, Yalanlar Üstüne'yi kaçırmayın...
ABD belli ki, Irak konusunda CIA veya ordusu üzerinden kendi kendisiyle daha uzun yıllar hesaplaşacak... Bu film sadece bir kesit... O iki filmi birleştirdiğinizde insan ister istemez kendi kendine şu üç soruyu soruyor:
1. Bunca insan kaynağı, ileri teknoloji ürünü ve tecrübeyle ABD Ortadoğu'da bunları yapıyorsa kim bilir Türkiye'de ne numaralar yapıyordur?
2. Bunca insan kaynağı, ileri teknoloji ürünü ve tecrübeyle ABD niye önünde sonunda çuvallıyor?
3. Bunca insan kaynağı, ileri teknoloji ürünü ve tecrübeyle her şeyi bu kadar iyi 'bilen' ve 'gözleyen' ABD, burnunun dibindeki milyarlarca dolarlık dolandırıcılıklara ve Amerika'yı kökünden sallayan krizlere neden engel olamıyor?
Hem eğlendiren hem düşündüren; satır aralarında aslolanın, ileri teknoloji değil insan olduğunun altını çizen müthiş bir aksiyon filmi...
'Ucuz kahramanlık'
Bilgeliğine her zaman hayran olduğum sevgili dostum Sedat Örsel bir e-posta göndermiş... Onu burada yayınlamamak ona ve size haksızlık olurdu. İzin istedim. 'Kızgınlıkla yazdığım yakınmaları istediğin gibi kullanmak senin takdirindedir' dedi...
Kibarca, fazla sivri olan bölümleri törpüleyip törpülememe kararını bana bırakmıştı. Ben de üstadın hoşgörüsüne sığınıp, onun 'ucuz kahramanlık' diye özetleyebileceğimiz eleştirel bakışını olduğu gibi aşağıya alıyorum:
'Sevgili Saydam Dostum,
Öncelikle özür dileme yazın için kutlarım. İki gün arayla herkes seni taklit eden yazılar yazdı.
'Embedded Journalist'lerden sonra 'Shoe Hurling Journalist'leri de mesleğimize kazandıran Irak için de bir şeyler yazarsın diye heyecanla bekliyorum. (Henüz benim 'Kıs kıs gülmek' ilgili yazımı okumamıştı)...
Gazetecilik mi bu? Ya da gazeteci mi bu? Kalemi ayağa ve hatta ayakkabıya düşürmek mi?
Bizdeki bazı arkadaşlar da adamı bir de 'Hasan Tahsin' yapıp çıktılar.
Hasan Tahsin gazeteci olarak Yunan kralının basın toplantısına gitmedi ki; yurda ayak basan düşman askerine vatansever olarak ve ölümü göze alarak ilk kurşunu sıktı ve şehit edildi. Nesi benziyor?
Bu arkadaş yurda düşman girerken yoktu ortalarda; topal ördeğin 1 milyon Iraklıyı öldürüp, Basra'yı harap ettikten sonra pılısını pırtısını topladığını görünce kahraman kesildi.
Üstelik mertçe kurşun değil isabet bile etmeyen eski bir kundura attı.
Bush Irak'a çok acı vermiş! Yani çıkıp giderken... GÜNAYDIN....
Oysa Dostum, düşman dediğin malum hikâyedeki gibi 'girerken acıtır, çıkarken değil'.
Bunlar İngiliz'e yenik düşen Osmanlı acılar içinde çekilirken de aslan kesilip çöllerde perişan olan binlerce Mehmed'in karnını deştiler; altın aramak için. O zaman ayaklarında İngiliz postalı vardı. Şimdi de Türk ayakkabısıymış ayağındaki.
Kendi ayakları üstünde ve kendi ayakkabılarının içinde ve tam zamanında ve yerinde dik durmayı öğrenmeliler.
Gözlerinden öperim.
Sedat Örsel'
Tazminatı
imzacılar ödesin...
'Ben de özür dilerim' adlı yazımızda (13.12.08) açıklamıştık. Bir bilsek ne kadar eskiye gideceğimizi ya da kimlerin kimlerden özür dilemesi gerektiğini hep beraber birbirimizden özür dilemeye hazır olduğumuzu bildirmiştik...
Her siyasi hareketin bir amacı vardır. Bu imzacıların da bir amacı olmalı diye düşündüm. Bazı uzman arkadaşlara sırası geldi sordum. 'Türkiye kabulleniverse de şu işi, konu kapansa... Ne olurdu sanki!' deyivermişim bir keresinde. Uluslararası ilişkilerden anlayanlar hemen atladılar: 'Deli misin sen? Şaka kaka maka derken 200 milyar doları bulabilecek tazminatlar gündeme gelebilir. Hem Ermenistan talep edebilir; hem de 'tehcir' sırasında hayatını kaybetmiş olanların yakınları 'tarafyen' olarak talepte bulunabileceklerdir...'
Bütün oyun da bu alanda oynanıyormuş zaten... Türkiye'yi tazminat ödemeye zorlamak... Bizim necip Türkiyeli -özenle 'Türk' demiyorum, çünkü onlar da kendilerine Türk değil 'Türkiyeli' diyorlar- aydınlarımız imza atacaklar; bütün millet olarak 200 milyar dolar borcu ödeyeceğiz. Doğacak çocuklarımızın da sırtına yüklenecek bir borcun altını imzalıyorlar yani...
Şu Çinliler, Araplar, Makedonyalılar, Avusturyalılar geri zekâlı mı? Hele Çanakkale'de denize döktüklerimiz?.. Onlar için de özür imzası toplayalım; onlara da tazminat ödeyelim. İngilizler İrlandalılara, İspanyollar Basklılara, Amerikalılara herkese tazminat ödesinler...
Öteki çözüm de fena olmaz. Bu özür dileyen arkadaşlar tazminatı aralarında bölüşüp ödesinler mesela... Hiç itirazım olmaz. Bu iş, ifade özgürlüğü ile sınırlı kalsa da hiç sorun değildir. Bağımsız adayların oylarına bakın; üst üste koyun, varabilecekleri toplam imza adedi maksimum o kadardır işte. Bu kadar marjinal her sistemde vardır. Renktir bunlar ayrıca... Fakat olayı tazminat noktasına taşımak isteyenleri harekete geçirmeleri işten bile değildir. Ya da ASALA şiddetini hortlatmaları.
Umalım işler o noktaya taşınmasın...
Bu hafta Cuma sinema etkinliği çerçevesinde (Kanyon, sinema, Park Avenue'de yemek) Yalanlar Üstüne'yi (Body of Lies) izledik... Yönetmen, neredeyse her filmini müthiş bir seyirlik keyfiyle izlediğim Ridley Scott. Başrollerde ise performanslarının arasına her zaman minik sürprizler sıkıştırmayı başaran, iki favori oyuncum: Russell Crowe (Gladyatör, Akıl Oyunları - A Beautiful Mind), Leonardo DiCaprio (Titanic, Kanlı Elmas-Blood Diamond)...
Başrollerini Brad Pitt ve Robert Redford'un paylaştıkları Casus Oyunu (Spy Game) adlı filmi görüp benim gibi ilgiyle izlediyseniz, Yalanlar Üstüne'yi kaçırmayın...
ABD belli ki, Irak konusunda CIA veya ordusu üzerinden kendi kendisiyle daha uzun yıllar hesaplaşacak... Bu film sadece bir kesit... O iki filmi birleştirdiğinizde insan ister istemez kendi kendine şu üç soruyu soruyor:
1. Bunca insan kaynağı, ileri teknoloji ürünü ve tecrübeyle ABD Ortadoğu'da bunları yapıyorsa kim bilir Türkiye'de ne numaralar yapıyordur?
2. Bunca insan kaynağı, ileri teknoloji ürünü ve tecrübeyle ABD niye önünde sonunda çuvallıyor?
3. Bunca insan kaynağı, ileri teknoloji ürünü ve tecrübeyle her şeyi bu kadar iyi 'bilen' ve 'gözleyen' ABD, burnunun dibindeki milyarlarca dolarlık dolandırıcılıklara ve Amerika'yı kökünden sallayan krizlere neden engel olamıyor?
Hem eğlendiren hem düşündüren; satır aralarında aslolanın, ileri teknoloji değil insan olduğunun altını çizen müthiş bir aksiyon filmi...
'Ucuz kahramanlık'
Bilgeliğine her zaman hayran olduğum sevgili dostum Sedat Örsel bir e-posta göndermiş... Onu burada yayınlamamak ona ve size haksızlık olurdu. İzin istedim. 'Kızgınlıkla yazdığım yakınmaları istediğin gibi kullanmak senin takdirindedir' dedi...
Kibarca, fazla sivri olan bölümleri törpüleyip törpülememe kararını bana bırakmıştı. Ben de üstadın hoşgörüsüne sığınıp, onun 'ucuz kahramanlık' diye özetleyebileceğimiz eleştirel bakışını olduğu gibi aşağıya alıyorum:
'Sevgili Saydam Dostum,
Öncelikle özür dileme yazın için kutlarım. İki gün arayla herkes seni taklit eden yazılar yazdı.
'Embedded Journalist'lerden sonra 'Shoe Hurling Journalist'leri de mesleğimize kazandıran Irak için de bir şeyler yazarsın diye heyecanla bekliyorum. (Henüz benim 'Kıs kıs gülmek' ilgili yazımı okumamıştı)...
Gazetecilik mi bu? Ya da gazeteci mi bu? Kalemi ayağa ve hatta ayakkabıya düşürmek mi?
Bizdeki bazı arkadaşlar da adamı bir de 'Hasan Tahsin' yapıp çıktılar.
Hasan Tahsin gazeteci olarak Yunan kralının basın toplantısına gitmedi ki; yurda ayak basan düşman askerine vatansever olarak ve ölümü göze alarak ilk kurşunu sıktı ve şehit edildi. Nesi benziyor?
Bu arkadaş yurda düşman girerken yoktu ortalarda; topal ördeğin 1 milyon Iraklıyı öldürüp, Basra'yı harap ettikten sonra pılısını pırtısını topladığını görünce kahraman kesildi.
Üstelik mertçe kurşun değil isabet bile etmeyen eski bir kundura attı.
Bush Irak'a çok acı vermiş! Yani çıkıp giderken... GÜNAYDIN....
Oysa Dostum, düşman dediğin malum hikâyedeki gibi 'girerken acıtır, çıkarken değil'.
Bunlar İngiliz'e yenik düşen Osmanlı acılar içinde çekilirken de aslan kesilip çöllerde perişan olan binlerce Mehmed'in karnını deştiler; altın aramak için. O zaman ayaklarında İngiliz postalı vardı. Şimdi de Türk ayakkabısıymış ayağındaki.
Kendi ayakları üstünde ve kendi ayakkabılarının içinde ve tam zamanında ve yerinde dik durmayı öğrenmeliler.
Gözlerinden öperim.
Sedat Örsel'
Tazminatı
imzacılar ödesin...
'Ben de özür dilerim' adlı yazımızda (13.12.08) açıklamıştık. Bir bilsek ne kadar eskiye gideceğimizi ya da kimlerin kimlerden özür dilemesi gerektiğini hep beraber birbirimizden özür dilemeye hazır olduğumuzu bildirmiştik...
Her siyasi hareketin bir amacı vardır. Bu imzacıların da bir amacı olmalı diye düşündüm. Bazı uzman arkadaşlara sırası geldi sordum. 'Türkiye kabulleniverse de şu işi, konu kapansa... Ne olurdu sanki!' deyivermişim bir keresinde. Uluslararası ilişkilerden anlayanlar hemen atladılar: 'Deli misin sen? Şaka kaka maka derken 200 milyar doları bulabilecek tazminatlar gündeme gelebilir. Hem Ermenistan talep edebilir; hem de 'tehcir' sırasında hayatını kaybetmiş olanların yakınları 'tarafyen' olarak talepte bulunabileceklerdir...'
Bütün oyun da bu alanda oynanıyormuş zaten... Türkiye'yi tazminat ödemeye zorlamak... Bizim necip Türkiyeli -özenle 'Türk' demiyorum, çünkü onlar da kendilerine Türk değil 'Türkiyeli' diyorlar- aydınlarımız imza atacaklar; bütün millet olarak 200 milyar dolar borcu ödeyeceğiz. Doğacak çocuklarımızın da sırtına yüklenecek bir borcun altını imzalıyorlar yani...
Şu Çinliler, Araplar, Makedonyalılar, Avusturyalılar geri zekâlı mı? Hele Çanakkale'de denize döktüklerimiz?.. Onlar için de özür imzası toplayalım; onlara da tazminat ödeyelim. İngilizler İrlandalılara, İspanyollar Basklılara, Amerikalılara herkese tazminat ödesinler...
Öteki çözüm de fena olmaz. Bu özür dileyen arkadaşlar tazminatı aralarında bölüşüp ödesinler mesela... Hiç itirazım olmaz. Bu iş, ifade özgürlüğü ile sınırlı kalsa da hiç sorun değildir. Bağımsız adayların oylarına bakın; üst üste koyun, varabilecekleri toplam imza adedi maksimum o kadardır işte. Bu kadar marjinal her sistemde vardır. Renktir bunlar ayrıca... Fakat olayı tazminat noktasına taşımak isteyenleri harekete geçirmeleri işten bile değildir. Ya da ASALA şiddetini hortlatmaları.
Umalım işler o noktaya taşınmasın...