Hem Van’da hem NewYork’ta aynı anda olmak
29 EKİM 2011
Koç Ailesi’nin, New York Metropolitan Müzesi’nin İslami Eserler Bölümü’ne 10 milyon dolarlık destek sağlamış olması ve aynı anda da geçmişten bugüne özellikle eğitim anlamında gündeminden düşürmediği Van’la irtibatını sürdürmesi, önemli bir ‘sosyal sorumluluk davranışı’dır.
Ya acil sorunlara kilitlenir kalırız ya da ayaklarımızı yerden kesip uzak hayallerin rüyaları için boşa döner, enerjimizi ‘avara kasnak’ boşa çıkarırız. Her yıl 4.5 milyondan fazla ziyaretçinin gezdiği New York Metropolitan Müzesi’nin iki galerisinde 75 yıl boyunca ağırlıklı olarak Osmanlı’nın en parlak dönemi olan Kanuni’nin hüküm sürdüğü yıllara ait eserler sergilenecek. ‘Ülke markası’ adına büyük hizmet... Böyle olmasına rağmen, bu projeye başlangıçta Vehbi Koç Vakfı Başkanı Semahat Arsel Hanım karşı çıkmış. Vahap Munyar, Çarşamba günkü köşesinde şöyle yazıyordu:
“Semahat Arsel’e sordum: Siz bu projeye başlangıçta neden karşı çıktınız?
- Çünkü insanımızın her alanda ihtiyaçları çokken Amerika’da bir müzeye 10 milyon Dolar vermemizi toplumumuza anlatamayacağımızdan çekindim.”
Demek ki tereddüdünü çok iyi anladığımı sandığım Semahat Hanım’ı ikna etmişler.
İyi de yapmışlar. Çünkü Semahat Hanım’ın bizim halkımızın hassasiyetlerine dikkat eden bu duyarlı yaklaşımı, bazı durumlarda rayından çıkıp, ‘Somali’ye yardım edeceğine...’ diye lafa başlayarak ülke dışında atılacak her adımın önünü kesmeye hazır bir zemine kolaylıkla kayabiliyor. Somali’yi dillerine pelesenk eden ve Türkiye’ye hayallerinde -hem de bu yüzyılda- ‘içine kapanan bir toplum’ rolü biçen bu bakış açısının gündelik hayattaki yansımalarına sık sık rastlıyoruz.
Bu yaklaşım ‘Sen kim oluyorsun?’ demekle eş değer. Aslında ‘Biz kim oluyouz?’ demek... Siz, ‘etimiz ne budumuz ne?’ diyen bir lider biliyor musunuz? Atatürk, Kurtuluş Savaşından çıkmış, yoksul bir ülkenin yoksul gençlerini yurtdışında okutabilme projesini uygulamaya koyarken ‘kendi yağımızla kavrulalım’ deseydi? Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde ‘dünyayı’ görmüş, alanlarında derinleşme imkanı bulmuş Cumhuriyete Kanat Gerenler belgeselinde tanıyıp hayran kaldığımız o olağanüstü öncülere sahip olabilir miydik?
Van’daki yetersizliklerin Somali’ye yardımla ne alâkası var?
İşte Koç Ailesi! Hem Newyork’ta hem Van’da (92 kişilik kurtarma ekibi ve 800 aile için çadır). Yani, biri diğerine engel değil.
Herkes, ‘üslubunca’ işin bir ucundan tutuyor. Bu Pazar günü Maçka Küçükçiftlik Park’taki ‘Van için Rock!’ konserini düzenleyenler, ‘Van Two; One, Two, Three, Four...’ diyerek yüzlerce sanatçı, gönüllü ve kurumu biraraya getiriyor ve etkinliğin tüm gelirini de felaketzedelere gönderiyor. Bu enerji, gençliğin gücüdür ve onlar kendilerini yaşlarına en uygun biçimde özgüvenli ve özgürce ifade ederek yüreklerinin Van’da attığını kanıtlıyorlar.
Rock’la Van’ın alâkasını kuramayan kafalar, yoksulluğun olduğu bir ülkede hayvan haklarından söz edilmesine burun kıvıranlarla aynı saftadırlar... Sanatın ‘karnı tok sırtı pek’ insanların işi olduğunu sanacak kadar kör, Türkiye’ye haksızlık ettiğini düşünemeyecek kadar ufuksuz...
Bu ufuksuzlukla mücadele edebilmenin tek yolu, ‘Ne derler?’e takılmadan, aynı anda Newyork ve Van’da olabilme vicdan ve cesaretini göstermekten geçiyor.
Avrupa’ya liderlik edenler...
Geçenlerde Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin İngiltere Başbakanı David Cameron’u nasıl azarladığına hepimiz şaşkınlıkla tanık olduk: "Euro'dan nefret ettiğinizi söylüyor, sonra toplantılarımıza müdahale etmek istiyorsunuz."
Sarkozy’nin eleştirileri bile dünyaya yaydığı ‘kibir’ tütsüleri sayesinde ‘azarlama’ olarak algılanıyor.
İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi de Almanya Başbakanı Angela Merkel’e hitaben “Kendini komiser zannedip bize ders vermeye kalkma.” demiş.
Uluslararası diplomasi dilinin hal-i pür melaline bakarak sormak gerekmez mi? ‘Monşerlere ne oldu?’… Bize ‘One minute’ ayarı vermeye kalkanların, ‘sıkışma’ anında oto kontrolden çıkıp nerelere geldiklerini görmek, hayli eğlendirici…
Not: Cumhuriyetin 88’inci yılını idrak etmiş esenlikli bir milletin ferdi olarak Bayramınızı en içten dilek ve temennilerimle kutluyorum. Keşke resmi geçitler iptal olmasaymış…
Ya acil sorunlara kilitlenir kalırız ya da ayaklarımızı yerden kesip uzak hayallerin rüyaları için boşa döner, enerjimizi ‘avara kasnak’ boşa çıkarırız. Her yıl 4.5 milyondan fazla ziyaretçinin gezdiği New York Metropolitan Müzesi’nin iki galerisinde 75 yıl boyunca ağırlıklı olarak Osmanlı’nın en parlak dönemi olan Kanuni’nin hüküm sürdüğü yıllara ait eserler sergilenecek. ‘Ülke markası’ adına büyük hizmet... Böyle olmasına rağmen, bu projeye başlangıçta Vehbi Koç Vakfı Başkanı Semahat Arsel Hanım karşı çıkmış. Vahap Munyar, Çarşamba günkü köşesinde şöyle yazıyordu:
“Semahat Arsel’e sordum: Siz bu projeye başlangıçta neden karşı çıktınız?
- Çünkü insanımızın her alanda ihtiyaçları çokken Amerika’da bir müzeye 10 milyon Dolar vermemizi toplumumuza anlatamayacağımızdan çekindim.”
Demek ki tereddüdünü çok iyi anladığımı sandığım Semahat Hanım’ı ikna etmişler.
İyi de yapmışlar. Çünkü Semahat Hanım’ın bizim halkımızın hassasiyetlerine dikkat eden bu duyarlı yaklaşımı, bazı durumlarda rayından çıkıp, ‘Somali’ye yardım edeceğine...’ diye lafa başlayarak ülke dışında atılacak her adımın önünü kesmeye hazır bir zemine kolaylıkla kayabiliyor. Somali’yi dillerine pelesenk eden ve Türkiye’ye hayallerinde -hem de bu yüzyılda- ‘içine kapanan bir toplum’ rolü biçen bu bakış açısının gündelik hayattaki yansımalarına sık sık rastlıyoruz.
Bu yaklaşım ‘Sen kim oluyorsun?’ demekle eş değer. Aslında ‘Biz kim oluyouz?’ demek... Siz, ‘etimiz ne budumuz ne?’ diyen bir lider biliyor musunuz? Atatürk, Kurtuluş Savaşından çıkmış, yoksul bir ülkenin yoksul gençlerini yurtdışında okutabilme projesini uygulamaya koyarken ‘kendi yağımızla kavrulalım’ deseydi? Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde ‘dünyayı’ görmüş, alanlarında derinleşme imkanı bulmuş Cumhuriyete Kanat Gerenler belgeselinde tanıyıp hayran kaldığımız o olağanüstü öncülere sahip olabilir miydik?
Van’daki yetersizliklerin Somali’ye yardımla ne alâkası var?
İşte Koç Ailesi! Hem Newyork’ta hem Van’da (92 kişilik kurtarma ekibi ve 800 aile için çadır). Yani, biri diğerine engel değil.
Herkes, ‘üslubunca’ işin bir ucundan tutuyor. Bu Pazar günü Maçka Küçükçiftlik Park’taki ‘Van için Rock!’ konserini düzenleyenler, ‘Van Two; One, Two, Three, Four...’ diyerek yüzlerce sanatçı, gönüllü ve kurumu biraraya getiriyor ve etkinliğin tüm gelirini de felaketzedelere gönderiyor. Bu enerji, gençliğin gücüdür ve onlar kendilerini yaşlarına en uygun biçimde özgüvenli ve özgürce ifade ederek yüreklerinin Van’da attığını kanıtlıyorlar.
Rock’la Van’ın alâkasını kuramayan kafalar, yoksulluğun olduğu bir ülkede hayvan haklarından söz edilmesine burun kıvıranlarla aynı saftadırlar... Sanatın ‘karnı tok sırtı pek’ insanların işi olduğunu sanacak kadar kör, Türkiye’ye haksızlık ettiğini düşünemeyecek kadar ufuksuz...
Bu ufuksuzlukla mücadele edebilmenin tek yolu, ‘Ne derler?’e takılmadan, aynı anda Newyork ve Van’da olabilme vicdan ve cesaretini göstermekten geçiyor.
Avrupa’ya liderlik edenler...
Geçenlerde Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin İngiltere Başbakanı David Cameron’u nasıl azarladığına hepimiz şaşkınlıkla tanık olduk: "Euro'dan nefret ettiğinizi söylüyor, sonra toplantılarımıza müdahale etmek istiyorsunuz."
Sarkozy’nin eleştirileri bile dünyaya yaydığı ‘kibir’ tütsüleri sayesinde ‘azarlama’ olarak algılanıyor.
İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi de Almanya Başbakanı Angela Merkel’e hitaben “Kendini komiser zannedip bize ders vermeye kalkma.” demiş.
Uluslararası diplomasi dilinin hal-i pür melaline bakarak sormak gerekmez mi? ‘Monşerlere ne oldu?’… Bize ‘One minute’ ayarı vermeye kalkanların, ‘sıkışma’ anında oto kontrolden çıkıp nerelere geldiklerini görmek, hayli eğlendirici…
Not: Cumhuriyetin 88’inci yılını idrak etmiş esenlikli bir milletin ferdi olarak Bayramınızı en içten dilek ve temennilerimle kutluyorum. Keşke resmi geçitler iptal olmasaymış…