Hepimiz itibar kaybediyoruz!
21 OCAK 2007
Bazıları sanıyor ki, Hrant Dink cinayetinin sadece siyasi etkisi olacak. Hayır. Hasar çok daha büyük olabilir. ‘Sözde’ soykırım yasalarının tereyağından kıl çeker gibi parlamentolardan geçmesi için zemin hazırlanması; Türkiye’nin bölgeden tecridi... “Türkiye’ye sıkılmış kurşun, hepimize yönelik bir suikast, hainlik, menfur cinayet...” Bunların hepsi tamam. Hasarın bu tarafını biliyoruz. Peki ya işin itibar tarafı?.. Türkiye’nin itibarı ve buradaki hasarın ülkenin ekonomik ilişkilerine zararı? Çok küçük bir şey ama yine de hatırlatalım: Hani ülke markası güçsüz olduğu için ülkeden çıkmaya çalışan markalar sakat doğmuş çocuklar gibi ortalarda dolaşıyorlardı ya... Hiç olmazsa ‘dolaşıyorlardı’... Artık o da zor... Ben ekonomistlerden bu konuda bir hasar analizi yapmalarını bekliyorum...
Ülkenin bazı güçleri cinayeti çözmeye çalışırken, bazıları da ülkenin bu itibar krizinin nasıl yönetileceğine kafa patlatmalı. En azından ekonomik hasarı biraz olsun azaltma adına... Örneğin, cenaze töreni... Örneğin, ülkedeki tüm sivil toplum kuruluşlarının birleşerek yerli ve yabancı basına sürekli ve düzenli bir şekilde verecekleri ortak ilanlar; Ermeni meselesi üzerine derhal duyurulacak uluslararası toplantılar; hazırlanacak yayınlar; 301’in derhal kaldırılması vb...
Bunlar yapılmazsa, Alman Yeşil Partisi’nden Milletvekili Cem Özdemir gibiler kalkar, “Cinayetin arkasında Türk adaleti ve bürokrasisinin adamları var” diyebilir (Der Spiegel on-line). Ve bildiğiniz gibi Batı, bu tür herhangi somut bir veriye dayanmayan, ipe sapa gelmez açıklamalara anında itibar eder. Hazırdır buna çünkü...
Hepimiz aynı teknedeyiz. Tekne su alıyor. İtibar kaybediyor. Yani biz itibar kaybediyoruz...
Schmitt’i okumaya gerek yok!
Şu sıra iki kitapla haşır neşirim. Biri Bahçeşehir Üniversitesi’nin Harvard University Press’ten alarak yayınladığı bir Peter F. Drucker kitabı: Klasik. Diğeri de Bernd Schmitt’in Experiential Marketing’in (Deneysel Pazarlama) devamı mahiyetinde kaleme aldığı Customer Experience Management (Müşteri Deneyimi Yönetimi)...
Müşteri deneyimi için en hoş örnek, üzerindeki jelatin koruma kâğıdı bir türlü sökülemeyen CD’lerdir. Ya da açamadığınız, açmaya kalktığınızda işin elinizin kesilmesine kadar gittiği şişe kapakları... Biri çıkıp bunların kolay bir yolunu bulsa, kesinlikle ciddi fark yaratacaktır. Bu arada olumlu anlamda örnek olarak T-Box da gösterilebilir...
Bir kaç gündür önümde Tarihi Sultanahmet Köftecisi’nin Bağdat Caddesi’ndeki şubesinden yemek sonrasında eşime verdikleri minik bir poşet duruyor. Poşetin içinde bir tane eski bir liralık var. Bir de kart iliştirmişler. Üstünde iki kavramın ansiklopedik açıklamaları var: “Bereket parası: Cüzdan, kese ve cepte saklanan; uğur ve bereket getirdiğine inanılan sembolik para”... “Diş kirası: Osmanlı İmparatorluğu zamanında yemeğe davet edilen misafire verilen para...”
Nasıl ama? Scmitt’in kitabını okumaya hiç gerek yok. Bu mudur? Budur, efendim...
Yaşasın! Bizimkiler sahnede!
Cuma akşamı Ali - Aysun Kocatepe çiftinin Beşiktaş Kültür Merkezi’nde (BKM) verdiği ikinci konserdeydik. Konserin sadece adını yazıp gerisine hiç değinmesek de olur: Aşk tadında rüya gibi şarkılar... Bir de tabii arada Ayşegül Aldinç’in sitemini eklemeliyim: “Birincisini kaçırdın. Onda ben de vardım!”. Yerden göğe kadar haklıydı Ayşegül...
Ama benim gördüklerim de doyumsuzdu. Ali’yi sahnede zaten bilirim. Sürpriz yoktu. Ama Aysun bir harikaydı... Hem yorumu hem de elbisesiyle. Konserin konuk sanatçıları da ömre bedeldi. Ömür Göksel benim adamım... “Bir gün bana bir plak hediye ettiler. Baktım adam aynen ben. Beni, taklit ediyor!” (Sözünü ettiği Frank Sinatra)... O ne sahne sıcaklığı...
Yarıdan hemen önce Deniz Seki geldi tüm sıcaklığı, tüm enerjisiyle. İkinci kez sahnede seyrediyorum. Algılanması kesinlikle hak ettiğinin çok altında. Şahıslara profesyonel danışmanlık hizmeti versem, ilk kapısını çalacaklarımdan olurdu. Bir iki ‘iş, ilişki ve iletişim yönetimi’ dokunuşuyla, uçar gider bu kız...
Gösteri sanatları ve nezahet... Bir kez daha buluşmuşlardı. Ali ve Aysun, 20 Ocak’tan sonra ‘Yüzyılın Şarkıları’ konseptiyle Kaya Ramada’da her Cuma 22.30’dan sonra sahne alacaklarmış. Mükemmel... Plaza’da Erol, Sürmeli’de Ömür, Banlieu’de Nükhet ve nihayet Ramada’da Ali – Aysun... Bizim ‘sınıf’ın popüler kültürü yaşamaya devam mı ediyor ne?...
Ülkenin bazı güçleri cinayeti çözmeye çalışırken, bazıları da ülkenin bu itibar krizinin nasıl yönetileceğine kafa patlatmalı. En azından ekonomik hasarı biraz olsun azaltma adına... Örneğin, cenaze töreni... Örneğin, ülkedeki tüm sivil toplum kuruluşlarının birleşerek yerli ve yabancı basına sürekli ve düzenli bir şekilde verecekleri ortak ilanlar; Ermeni meselesi üzerine derhal duyurulacak uluslararası toplantılar; hazırlanacak yayınlar; 301’in derhal kaldırılması vb...
Bunlar yapılmazsa, Alman Yeşil Partisi’nden Milletvekili Cem Özdemir gibiler kalkar, “Cinayetin arkasında Türk adaleti ve bürokrasisinin adamları var” diyebilir (Der Spiegel on-line). Ve bildiğiniz gibi Batı, bu tür herhangi somut bir veriye dayanmayan, ipe sapa gelmez açıklamalara anında itibar eder. Hazırdır buna çünkü...
Hepimiz aynı teknedeyiz. Tekne su alıyor. İtibar kaybediyor. Yani biz itibar kaybediyoruz...
Schmitt’i okumaya gerek yok!
Şu sıra iki kitapla haşır neşirim. Biri Bahçeşehir Üniversitesi’nin Harvard University Press’ten alarak yayınladığı bir Peter F. Drucker kitabı: Klasik. Diğeri de Bernd Schmitt’in Experiential Marketing’in (Deneysel Pazarlama) devamı mahiyetinde kaleme aldığı Customer Experience Management (Müşteri Deneyimi Yönetimi)...
Müşteri deneyimi için en hoş örnek, üzerindeki jelatin koruma kâğıdı bir türlü sökülemeyen CD’lerdir. Ya da açamadığınız, açmaya kalktığınızda işin elinizin kesilmesine kadar gittiği şişe kapakları... Biri çıkıp bunların kolay bir yolunu bulsa, kesinlikle ciddi fark yaratacaktır. Bu arada olumlu anlamda örnek olarak T-Box da gösterilebilir...
Bir kaç gündür önümde Tarihi Sultanahmet Köftecisi’nin Bağdat Caddesi’ndeki şubesinden yemek sonrasında eşime verdikleri minik bir poşet duruyor. Poşetin içinde bir tane eski bir liralık var. Bir de kart iliştirmişler. Üstünde iki kavramın ansiklopedik açıklamaları var: “Bereket parası: Cüzdan, kese ve cepte saklanan; uğur ve bereket getirdiğine inanılan sembolik para”... “Diş kirası: Osmanlı İmparatorluğu zamanında yemeğe davet edilen misafire verilen para...”
Nasıl ama? Scmitt’in kitabını okumaya hiç gerek yok. Bu mudur? Budur, efendim...
Yaşasın! Bizimkiler sahnede!
Cuma akşamı Ali - Aysun Kocatepe çiftinin Beşiktaş Kültür Merkezi’nde (BKM) verdiği ikinci konserdeydik. Konserin sadece adını yazıp gerisine hiç değinmesek de olur: Aşk tadında rüya gibi şarkılar... Bir de tabii arada Ayşegül Aldinç’in sitemini eklemeliyim: “Birincisini kaçırdın. Onda ben de vardım!”. Yerden göğe kadar haklıydı Ayşegül...
Ama benim gördüklerim de doyumsuzdu. Ali’yi sahnede zaten bilirim. Sürpriz yoktu. Ama Aysun bir harikaydı... Hem yorumu hem de elbisesiyle. Konserin konuk sanatçıları da ömre bedeldi. Ömür Göksel benim adamım... “Bir gün bana bir plak hediye ettiler. Baktım adam aynen ben. Beni, taklit ediyor!” (Sözünü ettiği Frank Sinatra)... O ne sahne sıcaklığı...
Yarıdan hemen önce Deniz Seki geldi tüm sıcaklığı, tüm enerjisiyle. İkinci kez sahnede seyrediyorum. Algılanması kesinlikle hak ettiğinin çok altında. Şahıslara profesyonel danışmanlık hizmeti versem, ilk kapısını çalacaklarımdan olurdu. Bir iki ‘iş, ilişki ve iletişim yönetimi’ dokunuşuyla, uçar gider bu kız...
Gösteri sanatları ve nezahet... Bir kez daha buluşmuşlardı. Ali ve Aysun, 20 Ocak’tan sonra ‘Yüzyılın Şarkıları’ konseptiyle Kaya Ramada’da her Cuma 22.30’dan sonra sahne alacaklarmış. Mükemmel... Plaza’da Erol, Sürmeli’de Ömür, Banlieu’de Nükhet ve nihayet Ramada’da Ali – Aysun... Bizim ‘sınıf’ın popüler kültürü yaşamaya devam mı ediyor ne?...