'Hepimiz Kürdüz hepimiz PKK'liyiz...'
23 Ekim 2009 Akşam Gazetesi
Başlıktaki laf tabii ki bana ait değil. Tabii ki ben, 'PKK'liyiz!' diye yazmam; yazsam yazsam 'PKK'lıyız!' diye yazarım... Türkçe yazım kurallarına 'PKK'liyiz''in daha uygun olmasına, Türkçe'de sessiz harflerin sonuna 'e' eki getirilerek okunmasına rağmen... Çünkü bazı kelimelerin kullanımı 'taraf' belirliyor ne yazık ki... İşte o 'taraf'tan söz edeceğiz bugün...
Hani Ermenistan'la yürütülen 'Görüşmelerden', imzalanan 'Protokollerden' müşteki olan entelijansiya var ya... Hani alenen 'Artık soykırımdan yakınmak, 'Hepimiz Ermeniyiz', 'Yüz binlerce Ermeni'yi imha ettik, suçluyuz' diye nümayiş yapmak pek mümkün olmayacak ne yazık ki!' diye kederlere duçar oluyorlar ya... İşte onlar bu sefer PKK militanlarının teslim olma 'partilerini' deliler gibi kutluyor ve kutsuyorlar... Neredeyse ellerine pankartları alıp yürüyecekler: 'Hepimiz Kürdüz, hepimiz PKK'liyiz...'
***
Onların nezdinde neredeyse 'Türküm' falan demek demode... Hani benim sık sık tekrarladığım, 'Değiştirmeyeceğim, değiştiremeyeceğim üç özelliğim' diye tanımladığım üç aitlik duygusu var ya... Onları dile getirmek, bu entelijansiya nezdinde 'çağ dışılığın' dik alası...
'Türküm, Müslüman'ım ve erkeğim...'
Ne zor şey bu üçüne birden sahip çıkmak şu sıra...
Hep birilerinin bana 'eksiklenmem' gereken bazı alanlar olduğunu hissettirmeye çalışmalarıyla geçti hayatım... Allah'tan 'Çoğunluğun arzularına uyarak farklı ve yeni şeyler ortaya koymak kesinlikle mümkün değildir' ilkesinden hiç sapmamaya çalıştım da ruhuma ve aklıma yöneltilen atakları savuşturdum; hala da savuşturuyorum...
12 Mart muhtırası döneminde hapse giremediğim için 'eksiklenmem' gerekmişti uzun yıllar... Sonrasında Sanat Olayı, Gergedan, Argos gibi sanat dergilerini yayınlayıp burjuvaziye ve emperyalizme hizmet ettiğim için 'eksiklenmemin' iyi olacağı hissettirilmişti eski dostlarca... (Hoş böyle düşünenlerin neredeyse tamamı sonradan 'hidayete' erip, hepsi bir yerlere 'iltihak' ettiler ve kraldan çok kralcı oldular ya... Neyse...) Eski solculardan kırpıp yaptıkları sözde 'çevreciler', Alman Vakıflarının temsil ettikleri şirketlerin dümen suyunda Ege'deki altın madenlerini susturma savaşı verdiklerinde, bağımsız ve bilimsel bir noktada Türkiye'nin bana göre milli çıkarlarından yana bir cephede durmaya çalıştığımda da 'eksiklenme' durumunda olmalıydım...
'Algılama Yönetimi' adıyla yayınladığım kitapta iletişimin milli boyutunu, kültür ve değerlerin algılamadaki önemini vurgulamam, acayip derecede 'eksiklenilesi' gereken bir şeydi...
***
'Ben Ermeniyim!' diye yürümemem... Silahlı Kuvvetler konusundaki hassasiyetim... Danimarka ordusu ile kıyaslanamayacağını, bu konuda evrensel ilkelerin geçerli olamayacağını, Türkiye'nin içinde bulunduğu şartların bakış açısını belirleyeceğini iddia etmem... Nefes filmini beğenmem... Bunların hepsi eksiklenilecek şeylerdi...
Belki de Nefes'i çok kısa bir süre önce seyretmiş olmam nedeniyle, şimdi de tabii ki PKK'lıların dağdan inip teslim olmalarına değil, olayın bir şenlik havasında kutlanmasına için için bozuluyor olmam bir yana, bunu siyasi iletişim adına da yanlış bulmam, büyük olasılıkla bizim entelijansiya tarafından son derece demode bir tutum olarak algılanırsa hiç şaşmam... Bu makulenin TV'lerdeki tartışma programlarında aldıkları tavır tarihe geçecek niteliktedir...
Aynı şekilde AK Parti'nin bu olayın iletişimini yönetiş tarzı...
'Acaba tufaya mı geliyoruz?', 'Danışıklı dövüş mü var?', 'Bunlar hangi pazarlıkta anlaşıp el sıkıştılar?' gibi belki de gerçekliği olmayan bir takım kafa karışıklıkları varsa ki, var; bunun sorumlusu kimdir dersiniz?.. İletişim boyutunda en büyük hatayı ise DTP yapıyor... Kendisine yaratılan alan ancak böyle daraltılır...
Ya Silahlı Kuvvetler?
Susuyorlarsa vardır bir sebebi...
Başlıktaki laf tabii ki bana ait değil. Tabii ki ben, 'PKK'liyiz!' diye yazmam; yazsam yazsam 'PKK'lıyız!' diye yazarım... Türkçe yazım kurallarına 'PKK'liyiz''in daha uygun olmasına, Türkçe'de sessiz harflerin sonuna 'e' eki getirilerek okunmasına rağmen... Çünkü bazı kelimelerin kullanımı 'taraf' belirliyor ne yazık ki... İşte o 'taraf'tan söz edeceğiz bugün...
Hani Ermenistan'la yürütülen 'Görüşmelerden', imzalanan 'Protokollerden' müşteki olan entelijansiya var ya... Hani alenen 'Artık soykırımdan yakınmak, 'Hepimiz Ermeniyiz', 'Yüz binlerce Ermeni'yi imha ettik, suçluyuz' diye nümayiş yapmak pek mümkün olmayacak ne yazık ki!' diye kederlere duçar oluyorlar ya... İşte onlar bu sefer PKK militanlarının teslim olma 'partilerini' deliler gibi kutluyor ve kutsuyorlar... Neredeyse ellerine pankartları alıp yürüyecekler: 'Hepimiz Kürdüz, hepimiz PKK'liyiz...'
***
Onların nezdinde neredeyse 'Türküm' falan demek demode... Hani benim sık sık tekrarladığım, 'Değiştirmeyeceğim, değiştiremeyeceğim üç özelliğim' diye tanımladığım üç aitlik duygusu var ya... Onları dile getirmek, bu entelijansiya nezdinde 'çağ dışılığın' dik alası...
'Türküm, Müslüman'ım ve erkeğim...'
Ne zor şey bu üçüne birden sahip çıkmak şu sıra...
Hep birilerinin bana 'eksiklenmem' gereken bazı alanlar olduğunu hissettirmeye çalışmalarıyla geçti hayatım... Allah'tan 'Çoğunluğun arzularına uyarak farklı ve yeni şeyler ortaya koymak kesinlikle mümkün değildir' ilkesinden hiç sapmamaya çalıştım da ruhuma ve aklıma yöneltilen atakları savuşturdum; hala da savuşturuyorum...
12 Mart muhtırası döneminde hapse giremediğim için 'eksiklenmem' gerekmişti uzun yıllar... Sonrasında Sanat Olayı, Gergedan, Argos gibi sanat dergilerini yayınlayıp burjuvaziye ve emperyalizme hizmet ettiğim için 'eksiklenmemin' iyi olacağı hissettirilmişti eski dostlarca... (Hoş böyle düşünenlerin neredeyse tamamı sonradan 'hidayete' erip, hepsi bir yerlere 'iltihak' ettiler ve kraldan çok kralcı oldular ya... Neyse...) Eski solculardan kırpıp yaptıkları sözde 'çevreciler', Alman Vakıflarının temsil ettikleri şirketlerin dümen suyunda Ege'deki altın madenlerini susturma savaşı verdiklerinde, bağımsız ve bilimsel bir noktada Türkiye'nin bana göre milli çıkarlarından yana bir cephede durmaya çalıştığımda da 'eksiklenme' durumunda olmalıydım...
'Algılama Yönetimi' adıyla yayınladığım kitapta iletişimin milli boyutunu, kültür ve değerlerin algılamadaki önemini vurgulamam, acayip derecede 'eksiklenilesi' gereken bir şeydi...
***
'Ben Ermeniyim!' diye yürümemem... Silahlı Kuvvetler konusundaki hassasiyetim... Danimarka ordusu ile kıyaslanamayacağını, bu konuda evrensel ilkelerin geçerli olamayacağını, Türkiye'nin içinde bulunduğu şartların bakış açısını belirleyeceğini iddia etmem... Nefes filmini beğenmem... Bunların hepsi eksiklenilecek şeylerdi...
Belki de Nefes'i çok kısa bir süre önce seyretmiş olmam nedeniyle, şimdi de tabii ki PKK'lıların dağdan inip teslim olmalarına değil, olayın bir şenlik havasında kutlanmasına için için bozuluyor olmam bir yana, bunu siyasi iletişim adına da yanlış bulmam, büyük olasılıkla bizim entelijansiya tarafından son derece demode bir tutum olarak algılanırsa hiç şaşmam... Bu makulenin TV'lerdeki tartışma programlarında aldıkları tavır tarihe geçecek niteliktedir...
Aynı şekilde AK Parti'nin bu olayın iletişimini yönetiş tarzı...
'Acaba tufaya mı geliyoruz?', 'Danışıklı dövüş mü var?', 'Bunlar hangi pazarlıkta anlaşıp el sıkıştılar?' gibi belki de gerçekliği olmayan bir takım kafa karışıklıkları varsa ki, var; bunun sorumlusu kimdir dersiniz?.. İletişim boyutunda en büyük hatayı ise DTP yapıyor... Kendisine yaratılan alan ancak böyle daraltılır...
Ya Silahlı Kuvvetler?
Susuyorlarsa vardır bir sebebi...