Her krizden herkes için fırsat doğmaz
05 Kasım 2008 Akşam Gazetesi
Şu sıra bir kriz-fırsat söylemidir gidiyor... Neredeyse bazıları 'İyi ki kriz çıktı' diye sevindirik olacak... Oysa krizlerde fırsat, ancak değişimi görüp onu tetikleyenler için çıkar. Yani sadece gelecek tasarımı yapabilenler için fırsat vardır krizlerde...
NPQ Türkiye dergisinin son sayısında da yazdığım yerdeyim hâlâ: ABD'deki 'azgın kapitalizmin' üçüncü kırılması 'Ahlak' alanında olacak...
Birinci kırılma 11 Eylül'deydi. 'Güvenlik' duygusu kırıldı. İkincisi, bu yılbaşı ilk işaretleri görülmeye başlanmış olan 'Finansal ve Ekonomik Güç' kırılmasıydı. Vahşi kapitalizmin üçüncü kez neresinden kırılacağını tahmin etmek için uzaklara gitmeye gerek yok. Bir popüler kültüre bakacaksınız, bir de 'hâkim dünya görüşüne'...
Bir soyutlama turu atalım mı? Şöyle 15 yıl sonrasına gidip oradan dünyaya ve kendimize şu soruları sormaya ne dersiniz?
1. Dünya 2008'de ne tür bir kırılma yaşadı?
2. Bu kırılma; sanatı, edebiyatı, siyaseti, üretimi, iletişimi, insan ve iş ilişkilerini nasıl etkiledi?..
3. Yeni oluşan 'dünya görüşü' ve 'dünya duruşu' nemenem bir şeydi?
Bizim 'Neşeli cahiliye devri' dediğimiz 80'leri hatırlamakta yarar olabilir. 'Benim memurum işini bilir', 'Vurcen, kaçcen!' stratejileri alenen savunulmuyor muydu o yıllarda? Her şeyin yüzeyselliğe kayması, tüketim ekonomisinin alıp başını gitmesi, israfın bir yaşam biçimi haline gelmesi hangi kırılmayla başlamıştı?..
Sıradanlığın kalesi ABD'nin dünyaya popüler kültür olarak dikte ettiği 'I am bad' çıkışlı sathiliği bireyselliği anımsayın. Çekirdek ailenin yok oluşunu. Boşanmaların 'ileri' AB ülkelerinde %50'yi aşmasını...
O yıllara bugünden bakabildiğimiz gibi, şimdi 15 yıl sonrasından bugüne bakıp sormak, o kadar yararlı olabilir ki...
Peki kırılmanın ertesinde ne olmuş?..
2008'den sonra yüzeysellik derinliğe doğru mu gitmiş, israf ekonomisi 'ihtiyacına ve ürettiğine göre tüket' anlayışına mı yönelmiş? Çekirdek aile yeniden konsolide mi olmuş; çevre ve insan konusundaki duyarsızlık yerini canlılığın sürdürülebilirliği sorumluluğuna mı bırakmış?..
Yoksa insan insanın kurdu olmayı ve kendi kıyametini yaratmak üzere dünyayı ve dolayısıyla insanlığı yok etmek üzere vurdumduymazlığını sürdürüyor mu?
Oralardan baktıktan sonra günümüze dönmeli ve sormalıyız: 'Mademki 15 yıl sonrasından durum böyle gözüküyor, o zaman bugün bana düşen nedir, nasıl yaşamaktır, nasıl çalışmak, nasıl üretmektir?'...
İşte ancak o zaman belki bu krizden sadece bizim şahsımıza özgü bazı fırsatlar doğabilir... Dünya görüşümüz ve duruşumuzu değiştirmek adına fırsatlar...
Dilerseniz guruların peşine takılır 'Krizlerden fırsat doğar palavrasıyla' da avutabilirsiniz kendinizi...
//c
Gazi ile Latife araya gitmesin
Mustafa'nın Dolmabahçe Sarayı'ndaki galası henüz yeni başlamışken, Mimar Sinan Üniversitesi'ne bağlı Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi'nde kendi halinde bir tanıtım gecesi sona ermek üzereydi. Mustafa'nın gölgesinde kalan etkinlikte Halit Refiğ'e ait Gazi ile Latife adlı senaryo/kitabının yeni baskısı tanıtılıyordu.
Kitabın önsözünde, 'Alfa Yayınları'nı şükran ile kutluyorum' diyor Halit Refiğ ve özetle devam ediyor, 'Böyle çetin bir konuya girmenin nasıl bir çile olduğunu iki yıl önce Prof. Semih Tezcan 'Atatürk Dizi Filmi Teşebbüsü Nasıl Baltalandı?' başlıklı bir kitapta anlattı. Uluslararası bir Atatürk filmi yapabilmek, zor iş. Manası ayrı, maddesi ayrı zorluk. Okuyanlar bir düşünsün. Gazi ile Latife nasıl bir film olur diye? Günün birinde böyle bir filmi gerçekleştirebilecek bir devlet iradesi ortaya çıkacak mı?'
Siz Gazi ile Latife'nin yeni baskısının araya gitmesine izin vermeyin. Tam zamanı. Okuyun ve sorun kendinize Halit Bey'in sorusunu...
Şu sıra bir kriz-fırsat söylemidir gidiyor... Neredeyse bazıları 'İyi ki kriz çıktı' diye sevindirik olacak... Oysa krizlerde fırsat, ancak değişimi görüp onu tetikleyenler için çıkar. Yani sadece gelecek tasarımı yapabilenler için fırsat vardır krizlerde...
NPQ Türkiye dergisinin son sayısında da yazdığım yerdeyim hâlâ: ABD'deki 'azgın kapitalizmin' üçüncü kırılması 'Ahlak' alanında olacak...
Birinci kırılma 11 Eylül'deydi. 'Güvenlik' duygusu kırıldı. İkincisi, bu yılbaşı ilk işaretleri görülmeye başlanmış olan 'Finansal ve Ekonomik Güç' kırılmasıydı. Vahşi kapitalizmin üçüncü kez neresinden kırılacağını tahmin etmek için uzaklara gitmeye gerek yok. Bir popüler kültüre bakacaksınız, bir de 'hâkim dünya görüşüne'...
Bir soyutlama turu atalım mı? Şöyle 15 yıl sonrasına gidip oradan dünyaya ve kendimize şu soruları sormaya ne dersiniz?
1. Dünya 2008'de ne tür bir kırılma yaşadı?
2. Bu kırılma; sanatı, edebiyatı, siyaseti, üretimi, iletişimi, insan ve iş ilişkilerini nasıl etkiledi?..
3. Yeni oluşan 'dünya görüşü' ve 'dünya duruşu' nemenem bir şeydi?
Bizim 'Neşeli cahiliye devri' dediğimiz 80'leri hatırlamakta yarar olabilir. 'Benim memurum işini bilir', 'Vurcen, kaçcen!' stratejileri alenen savunulmuyor muydu o yıllarda? Her şeyin yüzeyselliğe kayması, tüketim ekonomisinin alıp başını gitmesi, israfın bir yaşam biçimi haline gelmesi hangi kırılmayla başlamıştı?..
Sıradanlığın kalesi ABD'nin dünyaya popüler kültür olarak dikte ettiği 'I am bad' çıkışlı sathiliği bireyselliği anımsayın. Çekirdek ailenin yok oluşunu. Boşanmaların 'ileri' AB ülkelerinde %50'yi aşmasını...
O yıllara bugünden bakabildiğimiz gibi, şimdi 15 yıl sonrasından bugüne bakıp sormak, o kadar yararlı olabilir ki...
Peki kırılmanın ertesinde ne olmuş?..
2008'den sonra yüzeysellik derinliğe doğru mu gitmiş, israf ekonomisi 'ihtiyacına ve ürettiğine göre tüket' anlayışına mı yönelmiş? Çekirdek aile yeniden konsolide mi olmuş; çevre ve insan konusundaki duyarsızlık yerini canlılığın sürdürülebilirliği sorumluluğuna mı bırakmış?..
Yoksa insan insanın kurdu olmayı ve kendi kıyametini yaratmak üzere dünyayı ve dolayısıyla insanlığı yok etmek üzere vurdumduymazlığını sürdürüyor mu?
Oralardan baktıktan sonra günümüze dönmeli ve sormalıyız: 'Mademki 15 yıl sonrasından durum böyle gözüküyor, o zaman bugün bana düşen nedir, nasıl yaşamaktır, nasıl çalışmak, nasıl üretmektir?'...
İşte ancak o zaman belki bu krizden sadece bizim şahsımıza özgü bazı fırsatlar doğabilir... Dünya görüşümüz ve duruşumuzu değiştirmek adına fırsatlar...
Dilerseniz guruların peşine takılır 'Krizlerden fırsat doğar palavrasıyla' da avutabilirsiniz kendinizi...
//c
Gazi ile Latife araya gitmesin
Mustafa'nın Dolmabahçe Sarayı'ndaki galası henüz yeni başlamışken, Mimar Sinan Üniversitesi'ne bağlı Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi'nde kendi halinde bir tanıtım gecesi sona ermek üzereydi. Mustafa'nın gölgesinde kalan etkinlikte Halit Refiğ'e ait Gazi ile Latife adlı senaryo/kitabının yeni baskısı tanıtılıyordu.
Kitabın önsözünde, 'Alfa Yayınları'nı şükran ile kutluyorum' diyor Halit Refiğ ve özetle devam ediyor, 'Böyle çetin bir konuya girmenin nasıl bir çile olduğunu iki yıl önce Prof. Semih Tezcan 'Atatürk Dizi Filmi Teşebbüsü Nasıl Baltalandı?' başlıklı bir kitapta anlattı. Uluslararası bir Atatürk filmi yapabilmek, zor iş. Manası ayrı, maddesi ayrı zorluk. Okuyanlar bir düşünsün. Gazi ile Latife nasıl bir film olur diye? Günün birinde böyle bir filmi gerçekleştirebilecek bir devlet iradesi ortaya çıkacak mı?'
Siz Gazi ile Latife'nin yeni baskısının araya gitmesine izin vermeyin. Tam zamanı. Okuyun ve sorun kendinize Halit Bey'in sorusunu...