Herhangi bir siyasi paranoyam yok
13 EYLÜL 2010
‘Kuzguna yavrusu’ misali bazı yazılarımı çok beğenirim. Bugün onlardan birini buraya almak istedim. Daha doğrusu o yazının bir bölümünü. 20 Ağustos’ta yazmışım. Tam da bugün altını göğsümü gere gere imzalamaktan onur duyacağım satırlar şöyle:
“Daha önce de belirttiğim gibi; AK Partili değilim… Ancak CHP’li de değilim. Ya da başka bir ‘partili’… Görüşlerim herhangi bir siyasi partinin ipoteğinde değil. Üzerimdeki her türlü tasallutu kaldırıp atmaya karar verdiğim gün siyasi parti yandaşlığı da bitti benim için… ‘İlerlemeci’, ‘Kamu vicdanından yana’, ‘Başta memleket sonra da insanlık yararına’ olan her adımın başımın üstünde yeri var… Özetle, benim siyasi tercihim omurilikten takım tutar gibi değil… Daha doğrusu siyasi tercihim yok. Fikri ve vicdani tercihlerim var sadece, bir de hasbelkader ‘meslekî’ bakış açım…
Kentbilimci olsam, Safranbolu'yu, Ankara'dan daha çok takdir edebilirdim. Müzisyen olsam, Nina Simone'u Beyonce'dan daha etkileyici bulabilirdim. Sosyal demokrat olsam Bernstein'i Mandela'ya; mimar olsam Hundertwasser’i ya da Wittgenstein’ı Frank Lloyd Wright’a tercih edebilirdim… Sinemadan anlasam Wenders, Granier-Deferre, Roeg üçlüsünü diğerlerinden ayrı bir yere koyabilirdim…
Ancak bu diğerlerini adam yerine koymadığım, onlara saygı duymadığım anlamına hiçbir koşulda gelmezdi. Ben iletişimciyim ve eğer mesleki anlamda iletişimi AK Parti, CHP'den daha iyi yönetiyorsa bu gerçeği görmezden gelemem. Tersi olsaydı da yine görmezden gelemezdim. ‘Örtü’lere ihtiyaç duymuyorum kısacası. Açmak için de kapanmak için de... Tabii bir de, benimle aynı fikirde olmayanın bana ‘düşman’ olduğu gibi bir paranoyam yok…”
İki ayağa birden sıkılan kurşun…
İletişim özürlü olmanın en belirgin özelliklerinden biri, insanın kendi krizini kendisinin yaratmasıdır. Son yıllardaki en güzel örneğini de Evren Paşa vermiştir. Yeni kitabımızda da bu örneği kullandık. Hatırlarsınız, ‘Gazinocular Kralı’ rahmetli Fahrettin Aslan’ın oğlu Sacit Aslan bir keresinde demişti ki: “Babam Emel Sayın’ı bir Paşa’ya götürmüştü.”
Çok geçmedi. Ertesi günü Evren Paşa patladı: “O paşa ben değilim!”..
Fıkra gibi, ama gerçek…
Geçen hafta da bir benzer olay yaşandı. Ben farkına varmamıştım. Saniye Yeşilbaş Hanım yazmış. Okurumuz diyor ki:
“Siz yazmaktan bıktınız, iş adamlarımız kriz yönetememekten bıkmadı. Bugün ‘Habertürk’ gazetesinde yarım sayfa bir ilan vardı. İlhan Karadeniz isimli bir işadamımız;
a) Ortağını dolandırmadığını, b) Mali şubeye hiç davet edilip ifade vermediğini, c) Karşılıksız çek senet düzenlemediğini, d) Eşi ile çok mutlu olduğunu ve sevgilisi olmadığını,
ilanen açıklama gereği duymuş.
Bugüne kadar adını duymadığım bu kişi hakkında - bir taraftan kulaklarınızı çınlatarak- aldı mı beni bir merak ve şunları (hakkındaki şu iddiaları) öğrendim:
a) Hakkında 10 milyon dolarlık nitelikli dolandırıcılık davası açılmış;
b) Nish projesinin sahibi imiş. Story 1 adındaki inşaat projesinde yüz küsur daireyi yasal olmayan genel kurul kararı ile satarak haksız kazanç elde ettikleri iddia ediliyormuş;
c) Evli olmasına rağmen uzun yıllardır ‘Öykü Osma’ adlı biri ile ilişkisi ve ondan bir çocuğu varmış. 2006 yılında bu iki kadına ilaveten (bir iddiaya göre) ‘sosyetik dul’ Ceyla Gölcüklü ile beraberlik yaşamış.
Sıkıldığım için fazla uzatmadım, beyefendi hakkında olumsuz bir kanaat sahibi olmak, beş dakikamı almıştı.
Kendilerini tebrik ediyorum. Selam ve saygılarımla.”
Saniye Hanımı tanımıyorum. Her ne iş yapıyorsa başarılı olmalı; ayrıca iletişimi de iyice kavramış. Al getir koy herhangi bir şirketin iletişim departmanını yönetsin…
İlhan Bey verdiği ilanda kendisi de itiraf etmiş. Diyor ki: “Bu haberleri okuyan okumayan, duyan duymayan herkesi doğrulardan ‘haberdar etme sorumluluğu’ da bize düştü” demiş…
İşte kritik nokta; haberleri ‘okumayanları, duymayanları’ niye haberdar edesiniz ki, İlhan Bey?.. Bu bir. İkincisi de bizim ünlü ilkemiz: “Her söylediğin doğru olsun, ancak her doğruyu söyleme!” Bu ilkeyi uygulamadınız mı, kendi ayağınıza kurşun sıkmanız işten bile değildir. Hem de ikisine birden…
“Daha önce de belirttiğim gibi; AK Partili değilim… Ancak CHP’li de değilim. Ya da başka bir ‘partili’… Görüşlerim herhangi bir siyasi partinin ipoteğinde değil. Üzerimdeki her türlü tasallutu kaldırıp atmaya karar verdiğim gün siyasi parti yandaşlığı da bitti benim için… ‘İlerlemeci’, ‘Kamu vicdanından yana’, ‘Başta memleket sonra da insanlık yararına’ olan her adımın başımın üstünde yeri var… Özetle, benim siyasi tercihim omurilikten takım tutar gibi değil… Daha doğrusu siyasi tercihim yok. Fikri ve vicdani tercihlerim var sadece, bir de hasbelkader ‘meslekî’ bakış açım…
Kentbilimci olsam, Safranbolu'yu, Ankara'dan daha çok takdir edebilirdim. Müzisyen olsam, Nina Simone'u Beyonce'dan daha etkileyici bulabilirdim. Sosyal demokrat olsam Bernstein'i Mandela'ya; mimar olsam Hundertwasser’i ya da Wittgenstein’ı Frank Lloyd Wright’a tercih edebilirdim… Sinemadan anlasam Wenders, Granier-Deferre, Roeg üçlüsünü diğerlerinden ayrı bir yere koyabilirdim…
Ancak bu diğerlerini adam yerine koymadığım, onlara saygı duymadığım anlamına hiçbir koşulda gelmezdi. Ben iletişimciyim ve eğer mesleki anlamda iletişimi AK Parti, CHP'den daha iyi yönetiyorsa bu gerçeği görmezden gelemem. Tersi olsaydı da yine görmezden gelemezdim. ‘Örtü’lere ihtiyaç duymuyorum kısacası. Açmak için de kapanmak için de... Tabii bir de, benimle aynı fikirde olmayanın bana ‘düşman’ olduğu gibi bir paranoyam yok…”
İki ayağa birden sıkılan kurşun…
İletişim özürlü olmanın en belirgin özelliklerinden biri, insanın kendi krizini kendisinin yaratmasıdır. Son yıllardaki en güzel örneğini de Evren Paşa vermiştir. Yeni kitabımızda da bu örneği kullandık. Hatırlarsınız, ‘Gazinocular Kralı’ rahmetli Fahrettin Aslan’ın oğlu Sacit Aslan bir keresinde demişti ki: “Babam Emel Sayın’ı bir Paşa’ya götürmüştü.”
Çok geçmedi. Ertesi günü Evren Paşa patladı: “O paşa ben değilim!”..
Fıkra gibi, ama gerçek…
Geçen hafta da bir benzer olay yaşandı. Ben farkına varmamıştım. Saniye Yeşilbaş Hanım yazmış. Okurumuz diyor ki:
“Siz yazmaktan bıktınız, iş adamlarımız kriz yönetememekten bıkmadı. Bugün ‘Habertürk’ gazetesinde yarım sayfa bir ilan vardı. İlhan Karadeniz isimli bir işadamımız;
a) Ortağını dolandırmadığını, b) Mali şubeye hiç davet edilip ifade vermediğini, c) Karşılıksız çek senet düzenlemediğini, d) Eşi ile çok mutlu olduğunu ve sevgilisi olmadığını,
ilanen açıklama gereği duymuş.
Bugüne kadar adını duymadığım bu kişi hakkında - bir taraftan kulaklarınızı çınlatarak- aldı mı beni bir merak ve şunları (hakkındaki şu iddiaları) öğrendim:
a) Hakkında 10 milyon dolarlık nitelikli dolandırıcılık davası açılmış;
b) Nish projesinin sahibi imiş. Story 1 adındaki inşaat projesinde yüz küsur daireyi yasal olmayan genel kurul kararı ile satarak haksız kazanç elde ettikleri iddia ediliyormuş;
c) Evli olmasına rağmen uzun yıllardır ‘Öykü Osma’ adlı biri ile ilişkisi ve ondan bir çocuğu varmış. 2006 yılında bu iki kadına ilaveten (bir iddiaya göre) ‘sosyetik dul’ Ceyla Gölcüklü ile beraberlik yaşamış.
Sıkıldığım için fazla uzatmadım, beyefendi hakkında olumsuz bir kanaat sahibi olmak, beş dakikamı almıştı.
Kendilerini tebrik ediyorum. Selam ve saygılarımla.”
Saniye Hanımı tanımıyorum. Her ne iş yapıyorsa başarılı olmalı; ayrıca iletişimi de iyice kavramış. Al getir koy herhangi bir şirketin iletişim departmanını yönetsin…
İlhan Bey verdiği ilanda kendisi de itiraf etmiş. Diyor ki: “Bu haberleri okuyan okumayan, duyan duymayan herkesi doğrulardan ‘haberdar etme sorumluluğu’ da bize düştü” demiş…
İşte kritik nokta; haberleri ‘okumayanları, duymayanları’ niye haberdar edesiniz ki, İlhan Bey?.. Bu bir. İkincisi de bizim ünlü ilkemiz: “Her söylediğin doğru olsun, ancak her doğruyu söyleme!” Bu ilkeyi uygulamadınız mı, kendi ayağınıza kurşun sıkmanız işten bile değildir. Hem de ikisine birden…