Heyecanlı ve temkinli
01 Şubat 2022 - Marketing Türkiye
Teknolojinin, dijitalleşmenin geldiği ve öngördüğümüz kadarıyla gideceği yer heyecan verici… Fakat “Kapıldım gidiyorum bahtımın rüzgârına” gibi de karşılanmamalı…
Yeni ve sanal etkileyicilerimiz (influencer) Aypera ve Mia Starway’i de bu çerçevede ele almak gerek…
Aypera, kendi bestelerini yapan, tweet’lerini yazan bir yapay zekâ yazılımı… Fakat, mimikleri, saç rengi, boyu posu tanımlanmış genç kız görünümüyle cep telefonlarımızdaki Siri’den birkaç adım önde…
Fahriye Evcen, Hande Erçel ve Beren Saat temel alınarak modellenmiş.
Google’dan öğrenebilme becerisine sahip bu dijital hanım kızdan, Yeni Medya Danışmanı Dilara Eldaş’ın YouTube programı aracılığıyla haberdar olduk. Eldaş, Aypera’nın yazdığı tweet’lerin editöryal düzeltilme oranlarının yüzde 5 ile 10 arasında değiştiğini söylüyor…
Tasarımcı ve eğitmen Bager Akbay, Bilim kurgu yazarı ve bilim iletişimcisi Tevfik Uyar ile Bilgisayar Mühendisi ve Yaratıcı Teknolojist Zeynep Nal Sezer’in tasarladığı Aypera, Birol Güven’in kurduğu MinT Tasarım Merkezi’nin bir ürünüymüş…
Birol Güven’in bir TV röportajında aktardığına göre “Dijital İnsan” adlı bir de filmde oynayacakmış Aypera… Şöyle diyor Güven: “Dünyayı ikiye ayırabiliriz; dijital ve fiziksel dünya… Devletimiz de böyle artık. Binalar, insanlar var; bir de e-devlet var. E-devlet ve benzerlerini görmek için bir ekrana ihtiyacımız var. Şimdi sıra, e-insan’da… Aypera da bir e-oyuncu. Sadece ekranda var olabiliyor. Ekran yoksa, Aypera da yok. İnsandan en büyük farkı, bir insan tarafından tasarlanması… Çizgi karakterlere de benzetebiliriz.”
Mia Starway ise Migros’un, iş birliği geliştirme platformu olan Migros Up ve desteklediği Evecrude Picture Animation Studio tarafından tasarlanmış bir 3D karakter… Mia’nın alanı biraz daha sınırlı, daha hedef odaklı… Perakende sektöründe hizmet verecek, sosyal medya hesabından Migros ile ilgili güncel gelişmeleri ve ürün deneyimlerini paylaşacakmış…
Mia Starway de Aypera meselesi de ilginç ve teknolojik olanakların kendini gösterdiği uygulamalar olarak heyecan verici elbette… Öte yandan özellikle Aypera, ‘dijital insan’ yakıştırmasından yola çıkarak ‘insan nedir’ ile başlayacak pek çok felsefi tartışmaya vesile de olabilir…
Ancak, unutulmamalı ki bu tasarımlar, binlerce yıllık insanlık tarihindeki teknolojik aşamalardan yalnızca biri… Ortada, dünyamızı altüst edecek, bildiğimiz her şeyi unutturacak, kullanım alışkanlıklarımızı silerek yerine yenilerini koyacak bir durum da yok…
Tıpkı diğer teknolojik gelişmelerde olduğu gibi… Tekerleğin icadı da böyleydi… Buhar makinasının da… Televizyonun da… İnternetin de… Benim kuşağım gayet iyi bilir; televizyon icat olduğunda “Radyo bitti” dediler, sinema icat olduğunda “Tiyatro bitti” dedikleri gibi… Video icat olduğunda “Hem sinema hem de televizyon” bitti dediler, ‘streaming’ icat olduğunda “Video bitti” dedikleri gibi…
Oysa biten hiçbir şey yoktu… Tüfek icat olduğu için mertliğin bozulmadığı gibi…
Zamanının ‘yeni’ icatları elbette muazzam değişimlere yol açtılar… Ancak günlük hayata yerleşmeleri, kullanımlarının benimsenmesi ve getirdikleri yenilikler hiçbir zaman ‘uyum sağlanamaz’ hızlarda olmadı, olamaz da… Kendilerinden önce icat edilmiş başka teknolojiler vardı… Kimileri bunların yerini alabildi, kimileri eskilerini dönüştürdü… Kimileri ise kimsenin hatırlamadığı teknolojiler olarak tarihe gömüldü… Neticede teknoloji insan için, onun iyiliği ve faydası için vardı…
Yeter ki teknolojinin amaç değil, araç olduğunu unutmayalım… Çünkü toplumların ve onların manevi yapılarının yıkımı, ‘ilginç’ olanın peşinden koşarken onun ‘şeytani’ tuzaklarına düşünce başlıyor… Dünyanın en zor işlerinden biri; heyecanını yitirmeden temkinli olmaktır… Öyle olmak lazım…
İletişim “Dile Kolay”
Sıkı durun; size yalnızca başarılı değil, ‘en başarılı’ iletişimci olmanın sırrını veriyorum: Ana dile hâkimiyet…
Çok yalın… Hatta basit gibi duruyor, öyle değil mi? Olmadığını hepimiz biliyoruz…
Çünkü dil, yaşar, dönüşür, etkilenir ve etkiler… Kurallarla belirlenir ama bunların bazılarını kendisi reddeder… Hiç olmadık yerde ise kurallar geliştirir… Yanlışlar doğru oluverir… Doğru bildiklerimiz de anlamını yitirdiği için gereksiz… Koca bir kültürü, kavramları ve dinamizmi barındırır…
Yazar ve çevirmen Yiğit Bener, “Sadece ölü diller değişmez. Dili tahnit etmeye çalışırsanız, dili öldürürsünüz” diyor.
Yiğit Bey’i, İKSV’nin yeni podcast serisi olan “Dile Kolay” programında dinleme fırsatı bulduk… Programı, Didem Ermiş Sezer ve İlkay Baliç hazırlayıp sunuyorlar…
İlk bölümün konuğu, İÜ Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü Başkanı Prof. Dr. Mustafa Ölmez idi… Türkçenin tarihi, alfabe dönüşümünün dile etkileri gibi başlıklar konuşuldu… Ölmez Hoca; kaybettiğimiz seslere, bugün yalnızca bir lehçeye ait sandığımız, aslında Türkçenin kökeninde yer alan kullanımlara dair öyle örnekler verdi ki kendimizi yolun çok başında hissettik…
Bener ise ikinci bölümün konuğuydu… Daha gündelik kullanımlarından, emoji’lerden ve hatta onların atalarından bahsetti…
Bülent Eczacıbaşı’nın ve Holding’in ‘dile düşkünlüğü’ ve bu alandaki çalışmaları yeni değil… Yazar Gülse Birsel ile birlikte 2016 Marka Konferansı’nda yaptıkları “Türkçe Yıkılıyor” başlıklı hicvi genç iletişimciler YouTube’dan bulup mutlaka izlemeliler… Bülent Bey’i, konuk olduğu İstanbul Erkek Liseli Yönetici ve İş İnsanları Platformu toplantısında da dinleme fırsatımız olmuştu… Finans, sanayi ya da yatırım üzerine konuşması beklenirken “En Büyük Kültür Hazinemiz: Anadilimiz” başlıklı bir sunum yapmıştı…
Millî kültürün en büyük dinamolarındandır ana dili, ona zarar vermek, doğal evrimine müdahale etmek kültürün de ekseninin kaymasına neden olabilir. O nedenle İKSV’nin bugüne kadar yaptığı çalışmalar gibi Dile Kolay programı da son derece kıymetli… Hem dil konusundaki güncel ve geçmiş tartışmalar gündeme geliyor hem de bol bol kaynak önerisi içeriyor… Bir de şu İngilizce ‘future contiunous tense’i alıp olduğu gibi Türkçeye kopyalamanın ne menem bir şey ‘olduğunu konuşuyor olsalarmış’ (konuşsalarmış yerine) keşke…
Kuşlar ve drone’lar…
Lila Group, Maylo ve Sofia ürünlerini lanse ettiğinden bu yana ‘marka konumlandırması’nı çevre duyarlılığı ve doğa dostluğu eksenine odaklamıştı. Endüstriyel ormanlar için yapılan yatırımlar ve eğitim konusunda TEGV ile iş birliği, kurumun duyarlılığının birer parçası olarak ortaya çıkıyordu. Sinema sanatçımız ve ekolog Ediz Hun ile yürütülen “Sofia Ormanları Yok Etmez” kampanyası da hâlâ hatırlardadır.
Firma, ciddi bir kurumsal sosyal sorumluluk projesiyle birleştirdiği son kampanyasında bu sefer ‘doğal ağaçlandırma’ konusuna değiniyor. Ağaç tohumlarını oradan oraya, dağların, tepelerin en ücra köşelerine taşıyan kuşlar ve onlardan ilhamla tohumlama yapan Ecording’in drone’ları başrolde…
Yaratıcı Ajans, Happy People Project imiş… Prodüksiyonu Kala Film’in üstlendiği reklam filminin yönetmeni Ali Ardıç, yapımcıları ise Berna Öztürk ve Melisa Akbaba… Halit Ergenç’in seslendirmesiyle taçlanan film, bize göre Lila Group’un bir başarı ve cesaret öyküsü…
Neden mi cesaret?
Satış odaklı, agresif bir reklam filmi yerine duygulara ve akla hitap eden yaklaşım sergilemek, yatırımı oraya yapmak cesaret işidir de ondan…
Yeni ve sanal etkileyicilerimiz (influencer) Aypera ve Mia Starway’i de bu çerçevede ele almak gerek…
Aypera, kendi bestelerini yapan, tweet’lerini yazan bir yapay zekâ yazılımı… Fakat, mimikleri, saç rengi, boyu posu tanımlanmış genç kız görünümüyle cep telefonlarımızdaki Siri’den birkaç adım önde…
Fahriye Evcen, Hande Erçel ve Beren Saat temel alınarak modellenmiş.
Google’dan öğrenebilme becerisine sahip bu dijital hanım kızdan, Yeni Medya Danışmanı Dilara Eldaş’ın YouTube programı aracılığıyla haberdar olduk. Eldaş, Aypera’nın yazdığı tweet’lerin editöryal düzeltilme oranlarının yüzde 5 ile 10 arasında değiştiğini söylüyor…
Tasarımcı ve eğitmen Bager Akbay, Bilim kurgu yazarı ve bilim iletişimcisi Tevfik Uyar ile Bilgisayar Mühendisi ve Yaratıcı Teknolojist Zeynep Nal Sezer’in tasarladığı Aypera, Birol Güven’in kurduğu MinT Tasarım Merkezi’nin bir ürünüymüş…
Birol Güven’in bir TV röportajında aktardığına göre “Dijital İnsan” adlı bir de filmde oynayacakmış Aypera… Şöyle diyor Güven: “Dünyayı ikiye ayırabiliriz; dijital ve fiziksel dünya… Devletimiz de böyle artık. Binalar, insanlar var; bir de e-devlet var. E-devlet ve benzerlerini görmek için bir ekrana ihtiyacımız var. Şimdi sıra, e-insan’da… Aypera da bir e-oyuncu. Sadece ekranda var olabiliyor. Ekran yoksa, Aypera da yok. İnsandan en büyük farkı, bir insan tarafından tasarlanması… Çizgi karakterlere de benzetebiliriz.”
Mia Starway ise Migros’un, iş birliği geliştirme platformu olan Migros Up ve desteklediği Evecrude Picture Animation Studio tarafından tasarlanmış bir 3D karakter… Mia’nın alanı biraz daha sınırlı, daha hedef odaklı… Perakende sektöründe hizmet verecek, sosyal medya hesabından Migros ile ilgili güncel gelişmeleri ve ürün deneyimlerini paylaşacakmış…
Mia Starway de Aypera meselesi de ilginç ve teknolojik olanakların kendini gösterdiği uygulamalar olarak heyecan verici elbette… Öte yandan özellikle Aypera, ‘dijital insan’ yakıştırmasından yola çıkarak ‘insan nedir’ ile başlayacak pek çok felsefi tartışmaya vesile de olabilir…
Ancak, unutulmamalı ki bu tasarımlar, binlerce yıllık insanlık tarihindeki teknolojik aşamalardan yalnızca biri… Ortada, dünyamızı altüst edecek, bildiğimiz her şeyi unutturacak, kullanım alışkanlıklarımızı silerek yerine yenilerini koyacak bir durum da yok…
Tıpkı diğer teknolojik gelişmelerde olduğu gibi… Tekerleğin icadı da böyleydi… Buhar makinasının da… Televizyonun da… İnternetin de… Benim kuşağım gayet iyi bilir; televizyon icat olduğunda “Radyo bitti” dediler, sinema icat olduğunda “Tiyatro bitti” dedikleri gibi… Video icat olduğunda “Hem sinema hem de televizyon” bitti dediler, ‘streaming’ icat olduğunda “Video bitti” dedikleri gibi…
Oysa biten hiçbir şey yoktu… Tüfek icat olduğu için mertliğin bozulmadığı gibi…
Zamanının ‘yeni’ icatları elbette muazzam değişimlere yol açtılar… Ancak günlük hayata yerleşmeleri, kullanımlarının benimsenmesi ve getirdikleri yenilikler hiçbir zaman ‘uyum sağlanamaz’ hızlarda olmadı, olamaz da… Kendilerinden önce icat edilmiş başka teknolojiler vardı… Kimileri bunların yerini alabildi, kimileri eskilerini dönüştürdü… Kimileri ise kimsenin hatırlamadığı teknolojiler olarak tarihe gömüldü… Neticede teknoloji insan için, onun iyiliği ve faydası için vardı…
Yeter ki teknolojinin amaç değil, araç olduğunu unutmayalım… Çünkü toplumların ve onların manevi yapılarının yıkımı, ‘ilginç’ olanın peşinden koşarken onun ‘şeytani’ tuzaklarına düşünce başlıyor… Dünyanın en zor işlerinden biri; heyecanını yitirmeden temkinli olmaktır… Öyle olmak lazım…
İletişim “Dile Kolay”
Sıkı durun; size yalnızca başarılı değil, ‘en başarılı’ iletişimci olmanın sırrını veriyorum: Ana dile hâkimiyet…
Çok yalın… Hatta basit gibi duruyor, öyle değil mi? Olmadığını hepimiz biliyoruz…
Çünkü dil, yaşar, dönüşür, etkilenir ve etkiler… Kurallarla belirlenir ama bunların bazılarını kendisi reddeder… Hiç olmadık yerde ise kurallar geliştirir… Yanlışlar doğru oluverir… Doğru bildiklerimiz de anlamını yitirdiği için gereksiz… Koca bir kültürü, kavramları ve dinamizmi barındırır…
Yazar ve çevirmen Yiğit Bener, “Sadece ölü diller değişmez. Dili tahnit etmeye çalışırsanız, dili öldürürsünüz” diyor.
Yiğit Bey’i, İKSV’nin yeni podcast serisi olan “Dile Kolay” programında dinleme fırsatı bulduk… Programı, Didem Ermiş Sezer ve İlkay Baliç hazırlayıp sunuyorlar…
İlk bölümün konuğu, İÜ Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü Başkanı Prof. Dr. Mustafa Ölmez idi… Türkçenin tarihi, alfabe dönüşümünün dile etkileri gibi başlıklar konuşuldu… Ölmez Hoca; kaybettiğimiz seslere, bugün yalnızca bir lehçeye ait sandığımız, aslında Türkçenin kökeninde yer alan kullanımlara dair öyle örnekler verdi ki kendimizi yolun çok başında hissettik…
Bener ise ikinci bölümün konuğuydu… Daha gündelik kullanımlarından, emoji’lerden ve hatta onların atalarından bahsetti…
Bülent Eczacıbaşı’nın ve Holding’in ‘dile düşkünlüğü’ ve bu alandaki çalışmaları yeni değil… Yazar Gülse Birsel ile birlikte 2016 Marka Konferansı’nda yaptıkları “Türkçe Yıkılıyor” başlıklı hicvi genç iletişimciler YouTube’dan bulup mutlaka izlemeliler… Bülent Bey’i, konuk olduğu İstanbul Erkek Liseli Yönetici ve İş İnsanları Platformu toplantısında da dinleme fırsatımız olmuştu… Finans, sanayi ya da yatırım üzerine konuşması beklenirken “En Büyük Kültür Hazinemiz: Anadilimiz” başlıklı bir sunum yapmıştı…
Millî kültürün en büyük dinamolarındandır ana dili, ona zarar vermek, doğal evrimine müdahale etmek kültürün de ekseninin kaymasına neden olabilir. O nedenle İKSV’nin bugüne kadar yaptığı çalışmalar gibi Dile Kolay programı da son derece kıymetli… Hem dil konusundaki güncel ve geçmiş tartışmalar gündeme geliyor hem de bol bol kaynak önerisi içeriyor… Bir de şu İngilizce ‘future contiunous tense’i alıp olduğu gibi Türkçeye kopyalamanın ne menem bir şey ‘olduğunu konuşuyor olsalarmış’ (konuşsalarmış yerine) keşke…
Kuşlar ve drone’lar…
Lila Group, Maylo ve Sofia ürünlerini lanse ettiğinden bu yana ‘marka konumlandırması’nı çevre duyarlılığı ve doğa dostluğu eksenine odaklamıştı. Endüstriyel ormanlar için yapılan yatırımlar ve eğitim konusunda TEGV ile iş birliği, kurumun duyarlılığının birer parçası olarak ortaya çıkıyordu. Sinema sanatçımız ve ekolog Ediz Hun ile yürütülen “Sofia Ormanları Yok Etmez” kampanyası da hâlâ hatırlardadır.
Firma, ciddi bir kurumsal sosyal sorumluluk projesiyle birleştirdiği son kampanyasında bu sefer ‘doğal ağaçlandırma’ konusuna değiniyor. Ağaç tohumlarını oradan oraya, dağların, tepelerin en ücra köşelerine taşıyan kuşlar ve onlardan ilhamla tohumlama yapan Ecording’in drone’ları başrolde…
Yaratıcı Ajans, Happy People Project imiş… Prodüksiyonu Kala Film’in üstlendiği reklam filminin yönetmeni Ali Ardıç, yapımcıları ise Berna Öztürk ve Melisa Akbaba… Halit Ergenç’in seslendirmesiyle taçlanan film, bize göre Lila Group’un bir başarı ve cesaret öyküsü…
Neden mi cesaret?
Satış odaklı, agresif bir reklam filmi yerine duygulara ve akla hitap eden yaklaşım sergilemek, yatırımı oraya yapmak cesaret işidir de ondan…