Hokkabaz, Hokkabazları tartıştırıyor
25 EKİM 2006
Hokkabaz’ın tartışma yaratacak bir film olacağı belliydi. Beklentinin aşırı iletişim dozuyla yukarı çekildiğini, Cem Yılmaz’ın bireysel marka vaadiyle birleşerek oluşan yeni beklentinin her an düş kırıklığına dönüşebileceğini filmin gösterime girmesinin hemen ertesinde yazmıştım. “Hele dur; başkaları ne yazıyor bir bekle; sonra yazarsın” demeden... Biraz da sinema eleştirmeni olmamanın rahatlığıyla...
Görülüyor ki, Hakkı Devrim üstadımızın deyimiyle pek çok ‘Köşe kadısı’ da beklenen düş kırıklığını yaşamış... Müzikleri, çerçeveleriyle Il Postino tadındaki film yine de gişe yapacak. Maliyeti çok düşük olduğundan, Cem’i maddi açıdan tatmin edecek. Ama sanatçının bir sonraki işini nasıl etkiler, işte orası pek toz pembe gözükmüyor.
Filmin bu tür tartışmalar dışında sihirbazlar arası bir itiş kakışa neden olacağını ise beklemiyordum doğrusu... “Ne alaka?” diyeceksiniz, ama Hokkabaz, filmle pek ilgisi olmayan iki illüzyonisti birbirine düşürmüş. Sermet Erkin ve Mandrake durduk yerde kapışmışlar. Filmle ilgili bağlantı noktası şu: Mandrake’nin ifadesine göre, Cem Yılmaz’a film için ders vermiş olan Erdinç Demiray ve Dr. Selim Başarır Mandrake’nin öğrencileriymiş. Erkin de öğrencileri arasında yer alıyormuş. Ama o hayırsız çıkmış. Öğrencisi olduğunu reddediyormuş. Numaraları öğrenmek için Mandrake’yi ziyaret edip dururmuş. Çok agresifmiş vs...
Sermet Erkin durur mu? O da yapıştırmış cevabını: “Mandrake hiçbir numara geliştirmemiştir. David Copperfield geldiğinde, ‘Devlet bize imkân verse, onunkilerden daha iyi numaralar yaparız!’ diyen bir adamdan ne beklenir ki? Benim üzerimden rant sağlamaya çalışıyor. Benim hocam Zati Sungur’dur”...
Bir illüzyonistler kalmıştı devlet yardımı istemeyen... Allah devlete zeval vermesin...
O ne çalkalama öyle!
Aslı bizim coğrafyamızdan kaynaklanmasına rağmen, Batı’nın bizden aldıktan sonra geliştirip dünyaya ve dolayısıyla tekrar bize ‘sattığı’ şeyleri görünce sinirlenirim. Güreş gibi, şarap gibi, döner gibi (en son Lübnanlılar İngiltere’ye taşımışlar) ve nihayet kalça çalkalama gibi (Shakira ve sonrasındaki pek çok klip)... Mojito kokteylinin yapılışından yola çıkarak hazırlanmış olan muhteşem Bacardi reklamını sinemalarda izlerken hem bizim adımıza içim biraz ‘cız’ etti hem de Kübalılar adına. Anlatayım...
Mojito’yla ilk kez Taç Tekstil’in bayileri için düzenlediği dört dörtlük bir Küba gezisi sırasında tanışmıştım. Havana’da diktatör Batista zamanında rahat rahat kumar oynamak, içki içmek için ABD’li gangster makulesinin kendileri için yaptırdığı Hotel Nacional de Cuba’nın masalsı bahçesinde ikram etmişlerdi. Hafif içimli, son derece lezzetli, keyifli bir içkiydi. Aynı zamanda da tehlikeli... İçimi hafif olduğu için ipin ucunu kaçırmanız işten bile değildi. Yeşil limon, esmer şeker, soda, Küba Romu ve nane yaprağından yapılıyordu. Reklam filminde de gösterilen sahnede olduğu gibi nane yaprağı şekerle birlikte havanda iyice eziliyor, sonra içine diğer malzemeler atılıyordu.
Aslında Küba Romuyla yapılan bu içkiye Bacardi akıllıca sahip çıkmıştı. Mojito Kübalıların elinden uçup gitmek üzereydi; göbek dansı ve kalça çalkalamanın bizim elimizden çekip gitmesi gibi... Reklam filminde gençlerin nasıl göbek attıklarına bakın. Sonra bizim Sütaş’ın ‘Çalkala Türkiye’si ile kıyaslayın; sizin de içiniz cız edecektir. Bu olay içinizin bir tuhaf olması için yeterli etkiyi yapmazsa, o zaman filmdeki o yeşil elbiseli kıza bakın, o zaman kesin ‘cız’ sonucu alırsınız...
Sınav, sınavı geçmiş!
Bayramın ilk günü Sınav’ı izledik. Ömer Faruk Sorak’ın önceki iki filmini de izlemiştim. Vizontele ve Gora. Her ikisi de iyi iş yapmış filmlerdi. Hem de son derece eli yüzü düzgün işlerdi. Reklam filmi tecrübesinin ne kadar önemli olduğunu, ilk kez Mustafa Akad’dan dinlemiştim. Sonraları her dini vesilede TV’lerde gösterilen Çağrı filminin yönetmeni ritim duygusunun, insanın kısa zaman aralığında çok şey anlatmak zorunda kaldığı reklam filmlerinde edinebileceğini uzun uzun anlatmıştı. Rahmetlinin kendisi de Hollywood öncesi reklam filmi tecrübesinden geçmişti.
Ömer Faruk da Böcek Film ile pek çok reklam filmi ve klip işinde olmuş. Sınav’ı büyük bir keyifle, nefes nefese izledik. Kızı 4 yıl önce ÖSS’den geçmiş, oğlu ÖSS saffına girmek üzere olan bir baba olarak, filmin tam da içindeydim sanki... Aslında kim olmaz ki? Herkese bir şekilde bir yerinden mutlaka dokunmuyor mu bu ‘at yarışı’?..
Nereye kadar kaptırdık kendimizi? Son 15 dakikaya kadar. Çünkü o final olmamış. Her ne kadar o siyah – beyaz gerilim tadındaki sahneler abartılı kullanılmış olsa da, film o kadar iyi kurgulanmış ki, insan “Italian Job” ya da “Ocean’s Eleven” gibi bir final bekliyor. Oysa seyirci de, başroldeki kahramanlar da hak etmedikleri didaktik bir finalle ‘idare etmek’ zorunda bırakılıyorlar... Buna rağmen ve de ‘geliyorum’ diye avaz avaz bağıran Hokkabaz’la aynı dönemde piyasa çıkma şansızlığına uğramış olsa da, Sınav bu yılın en ilginç filmlerinden biri olmaya namzet.
Bu arada genç oyuncuların olağanüstü başarılı performansları kadar filmin müzikleri de tek kelime ile ‘muhteşem’di. Orijinal müzik CD’si yetiştirilmiş; çoktan inmiş mağazalara. Nil Karaibrahimgil, Duman, Gece Yolcuları, Badem, Özlem Tekin, Manga&Göksel, Ogün Sanlısoy, Bektaş ve Sırtlan’ın imzasını taşıyan 14 zıpkın gibi parça var. Film dışında izlerken kulakları tırmalar mı bilemem. Ama film içinde çok iyi idi hepsi...
Netice: Sınav’ı mutlaka izleyin...
Görülüyor ki, Hakkı Devrim üstadımızın deyimiyle pek çok ‘Köşe kadısı’ da beklenen düş kırıklığını yaşamış... Müzikleri, çerçeveleriyle Il Postino tadındaki film yine de gişe yapacak. Maliyeti çok düşük olduğundan, Cem’i maddi açıdan tatmin edecek. Ama sanatçının bir sonraki işini nasıl etkiler, işte orası pek toz pembe gözükmüyor.
Filmin bu tür tartışmalar dışında sihirbazlar arası bir itiş kakışa neden olacağını ise beklemiyordum doğrusu... “Ne alaka?” diyeceksiniz, ama Hokkabaz, filmle pek ilgisi olmayan iki illüzyonisti birbirine düşürmüş. Sermet Erkin ve Mandrake durduk yerde kapışmışlar. Filmle ilgili bağlantı noktası şu: Mandrake’nin ifadesine göre, Cem Yılmaz’a film için ders vermiş olan Erdinç Demiray ve Dr. Selim Başarır Mandrake’nin öğrencileriymiş. Erkin de öğrencileri arasında yer alıyormuş. Ama o hayırsız çıkmış. Öğrencisi olduğunu reddediyormuş. Numaraları öğrenmek için Mandrake’yi ziyaret edip dururmuş. Çok agresifmiş vs...
Sermet Erkin durur mu? O da yapıştırmış cevabını: “Mandrake hiçbir numara geliştirmemiştir. David Copperfield geldiğinde, ‘Devlet bize imkân verse, onunkilerden daha iyi numaralar yaparız!’ diyen bir adamdan ne beklenir ki? Benim üzerimden rant sağlamaya çalışıyor. Benim hocam Zati Sungur’dur”...
Bir illüzyonistler kalmıştı devlet yardımı istemeyen... Allah devlete zeval vermesin...
O ne çalkalama öyle!
Aslı bizim coğrafyamızdan kaynaklanmasına rağmen, Batı’nın bizden aldıktan sonra geliştirip dünyaya ve dolayısıyla tekrar bize ‘sattığı’ şeyleri görünce sinirlenirim. Güreş gibi, şarap gibi, döner gibi (en son Lübnanlılar İngiltere’ye taşımışlar) ve nihayet kalça çalkalama gibi (Shakira ve sonrasındaki pek çok klip)... Mojito kokteylinin yapılışından yola çıkarak hazırlanmış olan muhteşem Bacardi reklamını sinemalarda izlerken hem bizim adımıza içim biraz ‘cız’ etti hem de Kübalılar adına. Anlatayım...
Mojito’yla ilk kez Taç Tekstil’in bayileri için düzenlediği dört dörtlük bir Küba gezisi sırasında tanışmıştım. Havana’da diktatör Batista zamanında rahat rahat kumar oynamak, içki içmek için ABD’li gangster makulesinin kendileri için yaptırdığı Hotel Nacional de Cuba’nın masalsı bahçesinde ikram etmişlerdi. Hafif içimli, son derece lezzetli, keyifli bir içkiydi. Aynı zamanda da tehlikeli... İçimi hafif olduğu için ipin ucunu kaçırmanız işten bile değildi. Yeşil limon, esmer şeker, soda, Küba Romu ve nane yaprağından yapılıyordu. Reklam filminde de gösterilen sahnede olduğu gibi nane yaprağı şekerle birlikte havanda iyice eziliyor, sonra içine diğer malzemeler atılıyordu.
Aslında Küba Romuyla yapılan bu içkiye Bacardi akıllıca sahip çıkmıştı. Mojito Kübalıların elinden uçup gitmek üzereydi; göbek dansı ve kalça çalkalamanın bizim elimizden çekip gitmesi gibi... Reklam filminde gençlerin nasıl göbek attıklarına bakın. Sonra bizim Sütaş’ın ‘Çalkala Türkiye’si ile kıyaslayın; sizin de içiniz cız edecektir. Bu olay içinizin bir tuhaf olması için yeterli etkiyi yapmazsa, o zaman filmdeki o yeşil elbiseli kıza bakın, o zaman kesin ‘cız’ sonucu alırsınız...
Sınav, sınavı geçmiş!
Bayramın ilk günü Sınav’ı izledik. Ömer Faruk Sorak’ın önceki iki filmini de izlemiştim. Vizontele ve Gora. Her ikisi de iyi iş yapmış filmlerdi. Hem de son derece eli yüzü düzgün işlerdi. Reklam filmi tecrübesinin ne kadar önemli olduğunu, ilk kez Mustafa Akad’dan dinlemiştim. Sonraları her dini vesilede TV’lerde gösterilen Çağrı filminin yönetmeni ritim duygusunun, insanın kısa zaman aralığında çok şey anlatmak zorunda kaldığı reklam filmlerinde edinebileceğini uzun uzun anlatmıştı. Rahmetlinin kendisi de Hollywood öncesi reklam filmi tecrübesinden geçmişti.
Ömer Faruk da Böcek Film ile pek çok reklam filmi ve klip işinde olmuş. Sınav’ı büyük bir keyifle, nefes nefese izledik. Kızı 4 yıl önce ÖSS’den geçmiş, oğlu ÖSS saffına girmek üzere olan bir baba olarak, filmin tam da içindeydim sanki... Aslında kim olmaz ki? Herkese bir şekilde bir yerinden mutlaka dokunmuyor mu bu ‘at yarışı’?..
Nereye kadar kaptırdık kendimizi? Son 15 dakikaya kadar. Çünkü o final olmamış. Her ne kadar o siyah – beyaz gerilim tadındaki sahneler abartılı kullanılmış olsa da, film o kadar iyi kurgulanmış ki, insan “Italian Job” ya da “Ocean’s Eleven” gibi bir final bekliyor. Oysa seyirci de, başroldeki kahramanlar da hak etmedikleri didaktik bir finalle ‘idare etmek’ zorunda bırakılıyorlar... Buna rağmen ve de ‘geliyorum’ diye avaz avaz bağıran Hokkabaz’la aynı dönemde piyasa çıkma şansızlığına uğramış olsa da, Sınav bu yılın en ilginç filmlerinden biri olmaya namzet.
Bu arada genç oyuncuların olağanüstü başarılı performansları kadar filmin müzikleri de tek kelime ile ‘muhteşem’di. Orijinal müzik CD’si yetiştirilmiş; çoktan inmiş mağazalara. Nil Karaibrahimgil, Duman, Gece Yolcuları, Badem, Özlem Tekin, Manga&Göksel, Ogün Sanlısoy, Bektaş ve Sırtlan’ın imzasını taşıyan 14 zıpkın gibi parça var. Film dışında izlerken kulakları tırmalar mı bilemem. Ama film içinde çok iyi idi hepsi...
Netice: Sınav’ı mutlaka izleyin...