Hoyratlık dizboyu!
03 HAZİRAN 2010
‘Kürete etmek’le, kazımakla başlayıp, tecavüzle ve ‘karnını yarmak’la devam eden ve her açıldığında iç kıyan, iç kaldıran bir münakaşa ortamı…
Dünyanın en masum canlısı üzerinden, o masum canlıyı bedeninde taşıyıp bin türlü meşakkatle boğuşan kadına reva görülen muameleye akıl sır erdirmek kolay değil.
İşimize geldiğinde AB standartları... İşimize geldiğinde, ‘Biz bize benzeriz beyler!”… Anne ve bebeğin Avrupası Türkiyesi olmaz. Çok ender evrensel değerlerdendir her ikisi de…
Bizdeki Ceza Hukuku revizyondan geçirilmek isteniyorsa –yasalar değiştirilmek için yapılırlar- bunun yolu, ’ikna, istişare, ittifak’ dediğimiz iletişimin 3İ’sinden geçer, kan revan içinde tartışmaktan değil.
Taha Akyol’un Cuma akşamı ağırladığı Sağlık Bakanı Sayın Recep Akdağ da üslubun değerini hatırlatırcasına yaklaştı konuya. Taha Bey’in de son derece ‘sakin ve profesyonel’ tutumunun bu sonuçta payı çoktu elbette.
Öfke, şiddeti ve şiddet de ikrah duygusuyla hatırlanan pek çok görüntüyü belleğe taşıyor. Masumlar üzerinden kadınlara uygulanan ideolojik terörün panzehirini, belki AB düzenlemelerine önyargısız, seküler bir anlayışla bakarak aramak mümkün olabilir. Daha iyisini çıkartacağız, deniyorsa, bildiklerini iletişimin 3İ’sine uygun biçimde anlatmalarında sayısız yarar var.
O kışkırtıcı fotoğraf ile ilgili olarak 8 Ekim 2011 tarihli yazımızda şöyle demişiz:
“Eğer Habertürk’ün çok ciddi itibar bedeli ödemesine de neden olabileceğini düşündüren bu fotoğraf, Türkiye’de kadına uygulanan şiddeti ortadan kaldıracak köklü uygulamaları tetiklerse gazete maksadına ulaşmış olacaktır. Yoksa, hafızalarda ‘tiraj kaygısıyla’ birlikte akla gelebilecek ve 2 çocuklu bir annenin çocuklarına asla bırakmak istemeyeceği kapkara bir anı olarak habercilik tarihimizde yerini alacaktır.”
Bu tespitlerin sonuçları ile ilgili konuşmak için elbette hâlâ çok erken… Ancak fotoğrafın o gün tahmin edemediğim bir başka etkisinden hemen şimdi söz etmek mümkün. O fotoğraf, ‘kadına şiddet’ ifadesiyle birlikte akla gelen ilk görüntülerden biri oldu. Kürtaj ve sezaryen şu anki biçimiyle tartışmak da kadına uygulanan bir şiddettir.
Hayat derslerini de ‘kadınlarımız’dan alıyoruz ve onları incitmeden nasıl tartışılabileceğini bildiğimizden emin değilim. Erkek hoyratlığı dizboyu!
Kimdi o sponsor, bilen beri gelsin…
Eurovision Şarkı Yarışması yayınında ana sponsor kimdi? Hatırlayanınız var mı? Hatırınıza gelmediyse hiç üzülmeyin, sorduğum kimse hatırlamıyor.
Hadi biraz yardımcı olayım: Her reklam arası verildiğinde ve tekrar geri dönüldüğünde ekrana “… Can Bonomo’ya başarılar diler” diye bir anons geldi. Yine hatırlamadınız değil mi? Belleğinizle ilgili bir sorun olduğunu düşünüp üzülmeyin; kimse hatırlamıyor.
Peki bir yardım daha: Sponsor olan bir mücevher firmasıydı…
Olmadı mı?..
Hadi bir kelime daha verelim: “… Elmas!”
Zor. Haklısınız. Ben de tam olarak hatırlamıyorum. Galiba “Cemil Elmas Kuyumculuk” idi…
Emin olmak için internette bir tur attım. Cemil Elmas var… Cemil Gezer var… Cemil İpekçi Damla Pırlanta var; ancak hiçbirinin web sitesinde bu sponsorlukla ilgili bir not yok. Yani adı Cemil’se de, Cemil Bey’in sayfasını yapanlar olaydan bihaber…
Diyebilirsiniz ki, “Sana ne kardeşim? Neyse ne!”..
Bana şu… İletişimde bir reklam verenin parasının boşa gitmesi, bir sonraki reklam verenin de tırsmasına, zaten zor kazandığı iletişim refleksini kaybetmesine neden oluyor. Hele de söz konusu KOBİ’lerse.
Hadi diyelim ki bir iki kişi hatırladı. Özellikle de akrabayı talûkat, “A, sizin markayı dün Eurovision gördüm!” diye şirinlik yaptı. Ne olacak? Pazarlama iletişimi stratejisi yerine mi ulaşmış olacak?
Eğer iletişimi 360 derece çerçevelemiyorsanız; adınızın biliniyor olması, orada burada şöyle bir görünmeniz hiçbir işe yaramaz. Yani halkla ilişkileri, reklamı, dijital medyayı, etkinlik yönetimini, sponsorlukları, kurumsal vatandaşlığı, konu ve lider yönetimini, sosyal sorumluluğu bir bütün olarak yönetmiyorsanız, ortalıkta şöyle bir görünüp de paranızı boşa harcamayın. Medyada fotoğrafınızın çıkması, adınızın geçmesi de bir işe yaramaz; hele de marka vaadiniz ve kilit mesajınız belirgin, bunları taşıyacak kanallar tutarlı değilse…
Twitter’de milletin Cemil Elmas’la hak etmediği boyutta ve hoyratlıkla dalga geçmesinin nedeni bu ‘boşa harcama’ olmasın?
Orhan Boran’a şükran duygularımızla
Geçen Perşembe günü SkyTürk360’da sevgili Ali Kırca’nın ‘tekrar’ programında (Siyaset Meydanı) eğlence dünyamızın usta sunucularını, Halit Kıvanç ile rahmetli Orhan Boran’ı izledik.
Bir kez daha farkına vardım: Bizim milletin ‘efendi’ tanımına nasıl da yakışan bir ‘beyefendiydi’ Orhan Boran… Hem ciddi hem huzurlu bir izlenim verebilen o zarif ve ender bulunan insanlardan biri… Eğlenmekle sululuk arasındaki nitelik çizgisini kalın kalın çizen bir dost. Hem özgüvenli hem şefkatli… Her zaman sınırları var ve sınırlarının içi nasıl da zengin…
Bir başka deyişle her zaman ilkeli ve komplekssiz… Kullandığı Türkçe’nin temizliğinin farkındaydınız mutlaka. Rahmetli, tıpkı bana olduğu gibi sanırım pek çok kişiye de ekran sohbetiyle, dilimizin güzelliğini bir kez daha hissettirerek, hayata dair bunca hoyratlık arasında özel bir hoşluk duygusu, bir tür soluklanma anı yaşatmıştır. ‘Eğlence’ dünyasının en saygın isimlerinden biriydi… ‘Unutulmaz’lar arasına girmek herkese nasip olmuyor.
Onunla birlikte çocukluğumun radyo günlerinden kocaman bir parça koptu gitti… Huzur içinde uyusun. Mekânı cennet olsun. Allah gani gani rahmet eylesin.
Dünyanın en masum canlısı üzerinden, o masum canlıyı bedeninde taşıyıp bin türlü meşakkatle boğuşan kadına reva görülen muameleye akıl sır erdirmek kolay değil.
İşimize geldiğinde AB standartları... İşimize geldiğinde, ‘Biz bize benzeriz beyler!”… Anne ve bebeğin Avrupası Türkiyesi olmaz. Çok ender evrensel değerlerdendir her ikisi de…
Bizdeki Ceza Hukuku revizyondan geçirilmek isteniyorsa –yasalar değiştirilmek için yapılırlar- bunun yolu, ’ikna, istişare, ittifak’ dediğimiz iletişimin 3İ’sinden geçer, kan revan içinde tartışmaktan değil.
Taha Akyol’un Cuma akşamı ağırladığı Sağlık Bakanı Sayın Recep Akdağ da üslubun değerini hatırlatırcasına yaklaştı konuya. Taha Bey’in de son derece ‘sakin ve profesyonel’ tutumunun bu sonuçta payı çoktu elbette.
Öfke, şiddeti ve şiddet de ikrah duygusuyla hatırlanan pek çok görüntüyü belleğe taşıyor. Masumlar üzerinden kadınlara uygulanan ideolojik terörün panzehirini, belki AB düzenlemelerine önyargısız, seküler bir anlayışla bakarak aramak mümkün olabilir. Daha iyisini çıkartacağız, deniyorsa, bildiklerini iletişimin 3İ’sine uygun biçimde anlatmalarında sayısız yarar var.
O kışkırtıcı fotoğraf ile ilgili olarak 8 Ekim 2011 tarihli yazımızda şöyle demişiz:
“Eğer Habertürk’ün çok ciddi itibar bedeli ödemesine de neden olabileceğini düşündüren bu fotoğraf, Türkiye’de kadına uygulanan şiddeti ortadan kaldıracak köklü uygulamaları tetiklerse gazete maksadına ulaşmış olacaktır. Yoksa, hafızalarda ‘tiraj kaygısıyla’ birlikte akla gelebilecek ve 2 çocuklu bir annenin çocuklarına asla bırakmak istemeyeceği kapkara bir anı olarak habercilik tarihimizde yerini alacaktır.”
Bu tespitlerin sonuçları ile ilgili konuşmak için elbette hâlâ çok erken… Ancak fotoğrafın o gün tahmin edemediğim bir başka etkisinden hemen şimdi söz etmek mümkün. O fotoğraf, ‘kadına şiddet’ ifadesiyle birlikte akla gelen ilk görüntülerden biri oldu. Kürtaj ve sezaryen şu anki biçimiyle tartışmak da kadına uygulanan bir şiddettir.
Hayat derslerini de ‘kadınlarımız’dan alıyoruz ve onları incitmeden nasıl tartışılabileceğini bildiğimizden emin değilim. Erkek hoyratlığı dizboyu!
Kimdi o sponsor, bilen beri gelsin…
Eurovision Şarkı Yarışması yayınında ana sponsor kimdi? Hatırlayanınız var mı? Hatırınıza gelmediyse hiç üzülmeyin, sorduğum kimse hatırlamıyor.
Hadi biraz yardımcı olayım: Her reklam arası verildiğinde ve tekrar geri dönüldüğünde ekrana “… Can Bonomo’ya başarılar diler” diye bir anons geldi. Yine hatırlamadınız değil mi? Belleğinizle ilgili bir sorun olduğunu düşünüp üzülmeyin; kimse hatırlamıyor.
Peki bir yardım daha: Sponsor olan bir mücevher firmasıydı…
Olmadı mı?..
Hadi bir kelime daha verelim: “… Elmas!”
Zor. Haklısınız. Ben de tam olarak hatırlamıyorum. Galiba “Cemil Elmas Kuyumculuk” idi…
Emin olmak için internette bir tur attım. Cemil Elmas var… Cemil Gezer var… Cemil İpekçi Damla Pırlanta var; ancak hiçbirinin web sitesinde bu sponsorlukla ilgili bir not yok. Yani adı Cemil’se de, Cemil Bey’in sayfasını yapanlar olaydan bihaber…
Diyebilirsiniz ki, “Sana ne kardeşim? Neyse ne!”..
Bana şu… İletişimde bir reklam verenin parasının boşa gitmesi, bir sonraki reklam verenin de tırsmasına, zaten zor kazandığı iletişim refleksini kaybetmesine neden oluyor. Hele de söz konusu KOBİ’lerse.
Hadi diyelim ki bir iki kişi hatırladı. Özellikle de akrabayı talûkat, “A, sizin markayı dün Eurovision gördüm!” diye şirinlik yaptı. Ne olacak? Pazarlama iletişimi stratejisi yerine mi ulaşmış olacak?
Eğer iletişimi 360 derece çerçevelemiyorsanız; adınızın biliniyor olması, orada burada şöyle bir görünmeniz hiçbir işe yaramaz. Yani halkla ilişkileri, reklamı, dijital medyayı, etkinlik yönetimini, sponsorlukları, kurumsal vatandaşlığı, konu ve lider yönetimini, sosyal sorumluluğu bir bütün olarak yönetmiyorsanız, ortalıkta şöyle bir görünüp de paranızı boşa harcamayın. Medyada fotoğrafınızın çıkması, adınızın geçmesi de bir işe yaramaz; hele de marka vaadiniz ve kilit mesajınız belirgin, bunları taşıyacak kanallar tutarlı değilse…
Twitter’de milletin Cemil Elmas’la hak etmediği boyutta ve hoyratlıkla dalga geçmesinin nedeni bu ‘boşa harcama’ olmasın?
Orhan Boran’a şükran duygularımızla
Geçen Perşembe günü SkyTürk360’da sevgili Ali Kırca’nın ‘tekrar’ programında (Siyaset Meydanı) eğlence dünyamızın usta sunucularını, Halit Kıvanç ile rahmetli Orhan Boran’ı izledik.
Bir kez daha farkına vardım: Bizim milletin ‘efendi’ tanımına nasıl da yakışan bir ‘beyefendiydi’ Orhan Boran… Hem ciddi hem huzurlu bir izlenim verebilen o zarif ve ender bulunan insanlardan biri… Eğlenmekle sululuk arasındaki nitelik çizgisini kalın kalın çizen bir dost. Hem özgüvenli hem şefkatli… Her zaman sınırları var ve sınırlarının içi nasıl da zengin…
Bir başka deyişle her zaman ilkeli ve komplekssiz… Kullandığı Türkçe’nin temizliğinin farkındaydınız mutlaka. Rahmetli, tıpkı bana olduğu gibi sanırım pek çok kişiye de ekran sohbetiyle, dilimizin güzelliğini bir kez daha hissettirerek, hayata dair bunca hoyratlık arasında özel bir hoşluk duygusu, bir tür soluklanma anı yaşatmıştır. ‘Eğlence’ dünyasının en saygın isimlerinden biriydi… ‘Unutulmaz’lar arasına girmek herkese nasip olmuyor.
Onunla birlikte çocukluğumun radyo günlerinden kocaman bir parça koptu gitti… Huzur içinde uyusun. Mekânı cennet olsun. Allah gani gani rahmet eylesin.