İyi ki 'araştırmacı gazeteci' değilmişim...
27 Mayıs 2009 Akşam Gazetesi
Dün Fatih Terim'e uğradık... Acıbadem Hastanesi'nin ikinci katında tüm ziyaret sistemi ve gerekli konforun eşi Fulya Terim tarafından hazırlanmış olduğu ilk bakışta belli olan süit odasında 'Fatih Terim gibi uzanmıştı' yatağa... Yardımcısı Müfit Erkasap da ilk günden beri nöbette... Bu tanımların ne demek olduğunu, Milli Takımların Patronu'nu ve çevresini bir nebze olsun tanıyanlar bilir...
Hoca başından geçenleri bir bir anlattı... Kim bilir biz kaçıncı kişiydik onu ziyaret eden. Fark etmez... O ve eşi konuklarının kendilerini özel hissetmesini sağlayacak toplumsal ve bireysel davranışları hiçbir zaman ihmal etmemişlerdi ki; şimdi etsinler...
Mevlana, 'Dönende duranı; duranda döneni gör!' dermiş... Fatih de içinde bulunduğu en negatif durumlardan bile 'pozitif'i çıkarmayı bilir... Rıdvan Dilmen'e yaptığı -kara mizah yüklü- espri gibi... Rahatsızlığıyla bile ona faydalı olduğundan söz etmiş. Bu akşam Roma'daki Şampiyonlar Ligi Finali'nin yorumcusu o olacakmış... Kaza (aslında ona göre önemsenecek bir durum yok) geçirince iş Rıdvan'a kalmışmış...
Aklı, bizi bekleyen iki milli maçtaydı. Morali de bomba gibi yerinde...
Kendisine bir önceki gece katıldığım Sibel Kutman Oral'ın şarap tadım yemeğinden söz ettim. Gazeteci dostlar vardı Milliyet'ten... Osman Ulagay, Meral Tamer, Emre Oral, Deniz Alphan, Çağdaş Ertuna ve tabii Sedat Ergin... Muhteşem Signium (bkz. Akşam, 26 Ocak 2009) ve Sarafin Şiraz'ın eşliğinde muhabbet.
Söz döndü dolaştı iki önemli röportaj konusuna geldi... Biri Mardan Palace'ın sahibi Telman İsmailov, diğeri tabii ki Fatih Terim... ABD'de olsak, -umarız yakında Türkiye'de de yayınlanır- Vanity Fair'in Haziran sayısında iki 'araştırmacı gazetecilik' örneği en az üçer, dörder sayfa uzanırdı derginin yapraklarının arasına... İki heyecan verici başarı öyküsü, insan dramının neredeyse her rengi...
Pekiyi Türkiye'de ne olacak?.. Göreceğiz.
Bizde masrafsız halledilmek istenir bu tür işler... Bu röportajları belli bir ücret karşılığında ihale edebileceğiniz birileri, İsmailov ve Fatih'in kıramayacağı ustalar illa ki vardır... Leyla Umar'ın o ünlü röportajları nasıl kotardığını okumuş olanlarınız işin ne kadar zahmetli olduğunu bilir. Ama dedik ya, 'istendi' mi olur... 'Aradık not bıraktık'la falan olmayacağı kesin...
Ne hikmetse 'fikri haklar meselesi' bizde pek rağbet görmez... Rahmetli Adnan Kahveci kendisiyle röportaj yapmayı talep edenlerin, bir hayır kurumuna bağışta bulunmasını isterdi de; bu masum rica bile yadırganırdı...
İsmailov da Fatih de haklı olarak basını toplu halde bilgilendirecek ve özel röportaj vermeyeceklerdir...
Elimde bir kadeh Signium, bir yandan keyifle okuduğum Milliyet'in mimar ve mühendisleri Sedat Ergin ve arkadaşları ile sohbeti koyultur, bir yandan da Sun Set'ten aşağıya Boğaz'a doğru muhteşem manzarayı izlerken, 'İyi ki muhabir, araştırmacı gazeteci falan değilim, yoksa hayatı her gün kendime kahrederdim' diye düşünüyordum...
Başladığı hızla devam etmeli
Türkİye'de kurumsal ve sosyal sorumluluk faaliyetleri ile kurumsal itibar arasındaki bağ yeterince etkili bir şekilde yönetilmez... Kurumsal itibara etki, kurumsal itibarın da ticari başarıya etkisi yeterince bilinmez... Çünkü halk, hala bu örgüyü okuması gerektiği boyutta okuyamaz, satın alma davranışlarının bu çalışmalarla etkilenmesine izin vermez...
Bu yüzden içinde yaşadığı dünyaya ve topluma karşı bir nebze olsun sorumluluk duyan ve bunu açık yüreklilikle (süreklilik içinde ve etkili bir biçimde) gösteren kuruluşları heyecanla izlerim. Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF-Türkiye) ile Unilever'in suyun doğru kullanımına yönelik başlattıkları ve 'Sudaki Ayak İzim' adını verdikleri projelerini de son derece doğru ve heyecan verici buluyorum.
Sadece kötüleri görmeye alışık gözlere biraz ters gelebilir ancak, kollarında kollukları, iskeleden kurak, çatlamış toprağa atlamaya hazırlanan genç kızın görüntüsü ve ilanın üzerindeki kilit mesaj çok etkileyiciydi: 'Bunu durdurabilirsin!...'
Sular kesilmedikçe su sorununu dert edinmeyen bir ülkeye önemli bir sinyal aslında. En azından keşke konunun tartışmaya açılmasına hizmet etse... Bunun için de Unilever'in durmaması gerekir...
Her iki kurumu da kutluyorum...
Dün Fatih Terim'e uğradık... Acıbadem Hastanesi'nin ikinci katında tüm ziyaret sistemi ve gerekli konforun eşi Fulya Terim tarafından hazırlanmış olduğu ilk bakışta belli olan süit odasında 'Fatih Terim gibi uzanmıştı' yatağa... Yardımcısı Müfit Erkasap da ilk günden beri nöbette... Bu tanımların ne demek olduğunu, Milli Takımların Patronu'nu ve çevresini bir nebze olsun tanıyanlar bilir...
Hoca başından geçenleri bir bir anlattı... Kim bilir biz kaçıncı kişiydik onu ziyaret eden. Fark etmez... O ve eşi konuklarının kendilerini özel hissetmesini sağlayacak toplumsal ve bireysel davranışları hiçbir zaman ihmal etmemişlerdi ki; şimdi etsinler...
Mevlana, 'Dönende duranı; duranda döneni gör!' dermiş... Fatih de içinde bulunduğu en negatif durumlardan bile 'pozitif'i çıkarmayı bilir... Rıdvan Dilmen'e yaptığı -kara mizah yüklü- espri gibi... Rahatsızlığıyla bile ona faydalı olduğundan söz etmiş. Bu akşam Roma'daki Şampiyonlar Ligi Finali'nin yorumcusu o olacakmış... Kaza (aslında ona göre önemsenecek bir durum yok) geçirince iş Rıdvan'a kalmışmış...
Aklı, bizi bekleyen iki milli maçtaydı. Morali de bomba gibi yerinde...
Kendisine bir önceki gece katıldığım Sibel Kutman Oral'ın şarap tadım yemeğinden söz ettim. Gazeteci dostlar vardı Milliyet'ten... Osman Ulagay, Meral Tamer, Emre Oral, Deniz Alphan, Çağdaş Ertuna ve tabii Sedat Ergin... Muhteşem Signium (bkz. Akşam, 26 Ocak 2009) ve Sarafin Şiraz'ın eşliğinde muhabbet.
Söz döndü dolaştı iki önemli röportaj konusuna geldi... Biri Mardan Palace'ın sahibi Telman İsmailov, diğeri tabii ki Fatih Terim... ABD'de olsak, -umarız yakında Türkiye'de de yayınlanır- Vanity Fair'in Haziran sayısında iki 'araştırmacı gazetecilik' örneği en az üçer, dörder sayfa uzanırdı derginin yapraklarının arasına... İki heyecan verici başarı öyküsü, insan dramının neredeyse her rengi...
Pekiyi Türkiye'de ne olacak?.. Göreceğiz.
Bizde masrafsız halledilmek istenir bu tür işler... Bu röportajları belli bir ücret karşılığında ihale edebileceğiniz birileri, İsmailov ve Fatih'in kıramayacağı ustalar illa ki vardır... Leyla Umar'ın o ünlü röportajları nasıl kotardığını okumuş olanlarınız işin ne kadar zahmetli olduğunu bilir. Ama dedik ya, 'istendi' mi olur... 'Aradık not bıraktık'la falan olmayacağı kesin...
Ne hikmetse 'fikri haklar meselesi' bizde pek rağbet görmez... Rahmetli Adnan Kahveci kendisiyle röportaj yapmayı talep edenlerin, bir hayır kurumuna bağışta bulunmasını isterdi de; bu masum rica bile yadırganırdı...
İsmailov da Fatih de haklı olarak basını toplu halde bilgilendirecek ve özel röportaj vermeyeceklerdir...
Elimde bir kadeh Signium, bir yandan keyifle okuduğum Milliyet'in mimar ve mühendisleri Sedat Ergin ve arkadaşları ile sohbeti koyultur, bir yandan da Sun Set'ten aşağıya Boğaz'a doğru muhteşem manzarayı izlerken, 'İyi ki muhabir, araştırmacı gazeteci falan değilim, yoksa hayatı her gün kendime kahrederdim' diye düşünüyordum...
Başladığı hızla devam etmeli
Türkİye'de kurumsal ve sosyal sorumluluk faaliyetleri ile kurumsal itibar arasındaki bağ yeterince etkili bir şekilde yönetilmez... Kurumsal itibara etki, kurumsal itibarın da ticari başarıya etkisi yeterince bilinmez... Çünkü halk, hala bu örgüyü okuması gerektiği boyutta okuyamaz, satın alma davranışlarının bu çalışmalarla etkilenmesine izin vermez...
Bu yüzden içinde yaşadığı dünyaya ve topluma karşı bir nebze olsun sorumluluk duyan ve bunu açık yüreklilikle (süreklilik içinde ve etkili bir biçimde) gösteren kuruluşları heyecanla izlerim. Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF-Türkiye) ile Unilever'in suyun doğru kullanımına yönelik başlattıkları ve 'Sudaki Ayak İzim' adını verdikleri projelerini de son derece doğru ve heyecan verici buluyorum.
Sadece kötüleri görmeye alışık gözlere biraz ters gelebilir ancak, kollarında kollukları, iskeleden kurak, çatlamış toprağa atlamaya hazırlanan genç kızın görüntüsü ve ilanın üzerindeki kilit mesaj çok etkileyiciydi: 'Bunu durdurabilirsin!...'
Sular kesilmedikçe su sorununu dert edinmeyen bir ülkeye önemli bir sinyal aslında. En azından keşke konunun tartışmaya açılmasına hizmet etse... Bunun için de Unilever'in durmaması gerekir...
Her iki kurumu da kutluyorum...