Jale İnan’ın Herkül’ü artık Türkiye’de
26 EYLÜL 2011
Prof. Dr. Jale İnan artık mezarında rahat uyuyacak… Çünkü yıllarca peşinde koştuğu Herakles (Herkül) heykelinin üst parçası Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın uçağıyla Türkiye’ye getiriliyor ve Antalya Müzesi’ndeki diğer yarısıyla buluşuyor.
Jale Hanım aynı zamanda, ‘Meşhur mukavemetçi’ unvanıyla Türk mühendislik tarihine geçen ve rahmetli Oğuz Atay’ın ‘Bir Bilim Adamının Romanı’ adlı kitabında tanıyıp da, ilimi kadar irfanına da hayran kaldığımız Prof. Dr. Mustafa İnan’ın da eşiydi. Ülkemizin ilk arkeologlarından Jale Hanım, Perge kazılarında ekibiyle birlikte bulduğu ve belden yukarısı olmayan Herakles (Herkül) heykelinin kayıp parçasının peşine düşmüştü. O parça, yıllar sonra ABD’de ortaya çıkmış ve tarihi eserlerin kırık parçalarını bütünleme konusunda özel bir sezgi ve bilgisi olan Jale Hanım, Boston Güzel Sanatlar Müzesi’nde bir alçı kopyayla iki parçanın birbirine ait olduğunu kanıtlamıştı. Yıl 1990’dı.
Toprağa “arsa” değil “vatan” gözüyle bakan Jale İnan’ın birinin, rahmetli Jale İnan’ın hayalleri gerçek oldu.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı da, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ı da Anadolu arkeolojisinin kıymetlerinden birini tekrar ülkemize kazandırdıkları için kutluyoruz. ‘Ucube’ krizinde doğru dürüst yönetemedikleri iletişimleri böylece dengelenecektir.
Nuri Bilge Ceylan’ı biz anlayamıyoruz
Uzunca bir süredir değerli entelektüellerimizin oluşturduğu jürilerin ödüllendirdiği bazı Türk filmlerini izlemeye gidemiyorum. Herhalde ya cahilliğimden, ya sinemadan anlamadığımdan, ya da en doğrusu yeterli düzeyde bir ‘sanatçı ruha’ sahip olmadığımdan, bünyem kaldırmıyor.
Aslında festivallere Film Festivali yerine Sanat Filmleri Festivali dense mesele kalmayacak. Genelde Film Festivali’nde ödül alan filmlerin piyasada da iş yapmasına şartlanmışız…
Yine de işimiz gereği mevcut durumda bir gelişme olup olmadığını takip etmek adına ödüllü filmlere göz ucuyla da olsa bakmak gerekiyor… Bunun için aradan zaman geçmesini bekliyorum. DVD’leri çıkınca alıp evde ‘x8’ hızda falan izliyorum. En geç 15 dakikada bitiriyorum…
O cahilliğimle Türk sineması yönetmenlerini 4 gruba ayırmışımdır. Birinci gruba Lütfi Akad, Halit Refiğ, Yılmaz Güney, Memduh Ün, Ertem Eğilmez, Atıf Yılmaz, Zeki Ökten gibi Yeşilçam ustaları giriyor. İkinci Gruba Yavuz Turgul, Çağan Irmak, Taylan Kardeşler, Yüksel Aksu, Sinan Çetin, Uğur Yücel, Levent Semerci gibi ‘sanatlı gişe filmi’ adını verdiğim işlere imza atanlar var. Üçüncü Grubu süper iş yapan filmlerin starları oluşturuyor: Şahan Gökbakar, Cem Yılmaz, Ata Demirel, Ömer Faruk Sorak, Ömer Vargı, Gani Müjde… Dördüncü Grupta ise izlenmekten çok ödül almaya odaklanmış ve ‘ödül sistemini’ iyi bilip ona göre iş çıkaran adlarını halkın pek bilmediği sanatçılar yer alıyor…
“Üç Maymun”u izlediğimizde filmin bittiğini anlayamamıştık. Ancak müthiş fotoğraflar vardı. Olağanüstü de bir oyunculuk… Ayrıca Nuri Bilge Ceylan’ı hangi gruba yerleştireceğimizi de pek bilememiştik. O nedenle “Bir zamanlar Anadolu’da” ya kalkıp gittik. İkinci günüydü. Cannes’ı sallamış olan yönetmenin Kanyon’da pek etkisi yoktu. Salonda ya 15 kişi vardı ya da 20…
Yine müthiş fotoğraflar… Başarılı bir atmosfer yaratımı; yine olağanüstü oyunculuklar… Hele de Yılmaz Erdoğan ve de Taner Birsel, Ahmet Mümtaz Taylan…
Bir keresinde Sinan Çetin ödül filmlerinden söz ederken şöyle demişti: “Bunların senaryosu çok kısa oluyordur. Adam pencereden dışarıya ‘bakar’… Kamera geniş topraklara (ya da denize) ‘bakar’; çok yavaş pan (yatay hareket) ve tilt (dikey hareket) yapar… Adam önüne ‘bakar’, karşıya ‘bakar’… Sonra insanlar birbirlerine ‘bakarlar’… Herkes çok az konuşur. Herkes ‘bunalır’… Film bittikten sonra ne olup bittiğini anlamaz, birbirinize öyle ‘bakarsınız’… O zaman sanat olur, bizim entelektüellerin oylarını alır…”
Durum bu kadar vahim olmasa da biz de az bunalmadık… Karakterlerin hepsi ‘anti-kahraman’; hepsi mutsuz ve bunalımda; hepsi ‘ezik’. (İngilizcesiyle ‘looser’) ‘Bir zamanlar Anadolu’da’ çok iyi film herhalde. Biz anlamamış olmalıyız…
Jale Hanım aynı zamanda, ‘Meşhur mukavemetçi’ unvanıyla Türk mühendislik tarihine geçen ve rahmetli Oğuz Atay’ın ‘Bir Bilim Adamının Romanı’ adlı kitabında tanıyıp da, ilimi kadar irfanına da hayran kaldığımız Prof. Dr. Mustafa İnan’ın da eşiydi. Ülkemizin ilk arkeologlarından Jale Hanım, Perge kazılarında ekibiyle birlikte bulduğu ve belden yukarısı olmayan Herakles (Herkül) heykelinin kayıp parçasının peşine düşmüştü. O parça, yıllar sonra ABD’de ortaya çıkmış ve tarihi eserlerin kırık parçalarını bütünleme konusunda özel bir sezgi ve bilgisi olan Jale Hanım, Boston Güzel Sanatlar Müzesi’nde bir alçı kopyayla iki parçanın birbirine ait olduğunu kanıtlamıştı. Yıl 1990’dı.
Toprağa “arsa” değil “vatan” gözüyle bakan Jale İnan’ın birinin, rahmetli Jale İnan’ın hayalleri gerçek oldu.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı da, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ı da Anadolu arkeolojisinin kıymetlerinden birini tekrar ülkemize kazandırdıkları için kutluyoruz. ‘Ucube’ krizinde doğru dürüst yönetemedikleri iletişimleri böylece dengelenecektir.
Nuri Bilge Ceylan’ı biz anlayamıyoruz
Uzunca bir süredir değerli entelektüellerimizin oluşturduğu jürilerin ödüllendirdiği bazı Türk filmlerini izlemeye gidemiyorum. Herhalde ya cahilliğimden, ya sinemadan anlamadığımdan, ya da en doğrusu yeterli düzeyde bir ‘sanatçı ruha’ sahip olmadığımdan, bünyem kaldırmıyor.
Aslında festivallere Film Festivali yerine Sanat Filmleri Festivali dense mesele kalmayacak. Genelde Film Festivali’nde ödül alan filmlerin piyasada da iş yapmasına şartlanmışız…
Yine de işimiz gereği mevcut durumda bir gelişme olup olmadığını takip etmek adına ödüllü filmlere göz ucuyla da olsa bakmak gerekiyor… Bunun için aradan zaman geçmesini bekliyorum. DVD’leri çıkınca alıp evde ‘x8’ hızda falan izliyorum. En geç 15 dakikada bitiriyorum…
O cahilliğimle Türk sineması yönetmenlerini 4 gruba ayırmışımdır. Birinci gruba Lütfi Akad, Halit Refiğ, Yılmaz Güney, Memduh Ün, Ertem Eğilmez, Atıf Yılmaz, Zeki Ökten gibi Yeşilçam ustaları giriyor. İkinci Gruba Yavuz Turgul, Çağan Irmak, Taylan Kardeşler, Yüksel Aksu, Sinan Çetin, Uğur Yücel, Levent Semerci gibi ‘sanatlı gişe filmi’ adını verdiğim işlere imza atanlar var. Üçüncü Grubu süper iş yapan filmlerin starları oluşturuyor: Şahan Gökbakar, Cem Yılmaz, Ata Demirel, Ömer Faruk Sorak, Ömer Vargı, Gani Müjde… Dördüncü Grupta ise izlenmekten çok ödül almaya odaklanmış ve ‘ödül sistemini’ iyi bilip ona göre iş çıkaran adlarını halkın pek bilmediği sanatçılar yer alıyor…
“Üç Maymun”u izlediğimizde filmin bittiğini anlayamamıştık. Ancak müthiş fotoğraflar vardı. Olağanüstü de bir oyunculuk… Ayrıca Nuri Bilge Ceylan’ı hangi gruba yerleştireceğimizi de pek bilememiştik. O nedenle “Bir zamanlar Anadolu’da” ya kalkıp gittik. İkinci günüydü. Cannes’ı sallamış olan yönetmenin Kanyon’da pek etkisi yoktu. Salonda ya 15 kişi vardı ya da 20…
Yine müthiş fotoğraflar… Başarılı bir atmosfer yaratımı; yine olağanüstü oyunculuklar… Hele de Yılmaz Erdoğan ve de Taner Birsel, Ahmet Mümtaz Taylan…
Bir keresinde Sinan Çetin ödül filmlerinden söz ederken şöyle demişti: “Bunların senaryosu çok kısa oluyordur. Adam pencereden dışarıya ‘bakar’… Kamera geniş topraklara (ya da denize) ‘bakar’; çok yavaş pan (yatay hareket) ve tilt (dikey hareket) yapar… Adam önüne ‘bakar’, karşıya ‘bakar’… Sonra insanlar birbirlerine ‘bakarlar’… Herkes çok az konuşur. Herkes ‘bunalır’… Film bittikten sonra ne olup bittiğini anlamaz, birbirinize öyle ‘bakarsınız’… O zaman sanat olur, bizim entelektüellerin oylarını alır…”
Durum bu kadar vahim olmasa da biz de az bunalmadık… Karakterlerin hepsi ‘anti-kahraman’; hepsi mutsuz ve bunalımda; hepsi ‘ezik’. (İngilizcesiyle ‘looser’) ‘Bir zamanlar Anadolu’da’ çok iyi film herhalde. Biz anlamamış olmalıyız…