Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla!
27 HAZİRAN 2004
Geçen hafta Hülya Avşar Hanım’dan da söz ederek, iletişimi doğru dürüst yönetmenin en önemli kuralının, durduk yerde kendi kendine kriz yaratmamak olduğunu belirtmiştim. Hülya Hanım’ın Türkpetrol reklam filminin basına tanıtım toplantısında kendisine yöneltilen bazı kışkırtıcı sorular karşısından sinirlenmesinin ve karşısındaki basın mensuplarını aşağılayıcı bir tavır içine girmesinin yanlış olduğunu söylemiştim. Hülya Hanım’dan el yazısı ile kaleme alınmış bir faks geldi. İçtenliğinden en küçük kuşku duymadığım bu satırları, kendisi izin verdiği için sizlerle paylaşıyorum:
“Sevgili Ali Saydam. Aslında adetim değildir fakat yazınıza cevap vermek istedim. Öncelikle hakkımdaki düşünceleriniz beni çok mutlu ediyor, teşekkür ederim. Ama sizin gibi bir duayenin diğer yazarlardan daha farklı düşünmediğini görmek ayrıca üzüyor.
Düşünsenize, haftanın dört günü sürekli gazetecilerle birlikteyim. Gerek iş hayatım gerekse sosyal hayatım ile tenis, golf vs... Kısacası aynı mesleği yaptığım diğer kişiler gibi senede bir değil.
Dolayısıyla bir aile ilişkisi gibi birbirimizi çok iyi tanıyoruz. Aramızdaki ilişkinin artık resmiyetten çok, samimiyet olduğuna inanıyorum ve onlardan hiçbir duygumu saklamıyorum. Zaten saklamaya kalksam kendi duygularımın yıpranacağına inanıyorum. Tabii ki sinirli ve mutlu anlarım olacak. Bunları asla iş dünyamda, kendi kendime yaşayamam. Ayrıca gazetecilerle aram iyi olsun diye şaklabanlık yapmak daha saygısızca olur diye düşünüyorum.
Ve hâlâ bu insanlar yirmi senedir bana nasıl sorular yöneteceklerini kestiremiyorlarsa, söylediklerimi hak ettiklerine inanıyorum. Artık eskiden olduğu gibi sanatçıların basınla aralarını iyi tutmak için şekilden şekile girdikleri zamanlar geçti. Senelerce Türk sinemasında da bir takım mercileri kollamak ve yağ çekmek için naturelliğini kaybeden senaryolarda da oynamaktan bıktım.
Sonuç olarak bu gibi sahnelerle daha bir çok kez karşılaştığımızdan emin olun. Tenis röportajına gelip de tenis raketini tanımayanlar, ya da yirmi senedir kendilerine olan düşüncelerimi hâlâ öğrenemeyip sadece haber olsun diye kendilerine olan saygımı da unutanlar ve de dokunulmazlıkları olduğunu zannedenler, benden daima aynı tepkiyi görecekler. Yazdıklarım biraz uzun oldu. Film setinde olmasaydım daha uzun olabilirdi. Bu yazıdan sadece işinize gelenleri seçebilirsiniz. Ayrıca karman çorman yazım için de özür diliyorum. Çünkü çok acele yazdım. Size olan sevgim ve saygım daima sürecektir. Sevgilerimle. Hülya Avşar.”
Sizi anlıyorum Hülya Hanım. Feryadınıza da tamamen hak veriyorum. Sizi sevdiğimi zaten biliyorsunuz. Ama beğenmediğimi de... Sevmek ve beğenmek arasındaki farkı sizin gibi duyarlı birine anlatmama herhalde gerek yok. Bilirsiniz, çok sık karıştırılır... Türkiye’nin ne kadar az starı var, değil mi? Siz de o ender starlardan birisiniz. Onun için herkesin gözünün sizin üzerinde olması doğal. O gözleri yönetebilmek, yönlendirebilmek ise ayrı bir bilgi ve beceri işi...
Üç tane naçizane önerimi kabul buyurun lütfen: 1. Kendinizi sonuna kadar sevin, Hülya Hanım. Bunu fazlasıyla hak ediyorsunuz; ama beğenmeyin. Duygularınıza ve zekanıza güvenin; ama aklınıza güvenmeyin. Bu dünya ile tek başına başa çıkmaya kalkmayın. Ortak akıl çevresi ile yönetin, hem şöhretinizi hem de oluşturmak için savaş verdiğiniz markanızı. 2. Ders vermekten hemen vazgeçin. Hem basın mensuplarına hem de meslektaşlarınıza. Bir düşünün. Kendiniz dahil, ders almaktan hoşlanan herhangi birine hiç rastladınız mı? 3. Herkes gibi olmamak demek, herkese karşı olmak demek değildir. Halk deyişiyle, ‘Hem farkında, hem de Gülhane parkında’ olunabilir. Profesyoneli amatörden ayıran temel farklılık ise, birinin içinden geldiği gibi davranması, ötekinin ise hedefine uygun seçilmiş davranış sergilemesidir. Bunun samimi olmamakla, ya da içten pazarlıklı olmakla hiç alakası yoktur. Bu profesyonelliğin bir numaralı kuralıdır ve en fazla ‘haddini, sınırlarını bilmek’le, kendi kendini yönetmekle açıklanabilir.
Bunları sadece sizin için söylemediğimi herhalde algılıyorsunuz. ‘Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla’ misali... Sizin durumunuzda, hatta sizden çok daha sorunlu durumda olan o kadar çok CEO, Patron, lider, üst ve orta kademe yöneticisi var ki... Belki sizin o içten mektubunuzdan onlar da iki satır nasiplenirler...
Ellerine sağlık Balçiçek Pamir
Geçen hafta Pazar Aktüel’de arkadaşımız Balçiçek Pamir kaleminden kan damlatmış. PR konusundaki kirliliği yazmış. Yerden göğe kadar haklı.
PR’cılarda mesleki durum kontrol dışında. Mühendisler, doktorlar, mimarlar, avukatlar gibi değiller. İzine falan gerek yok. Bastır kartviziti. Git müşterilere. “Verin bize para, medyada haberinizi çıkartalım”... Strateji falan hak getire. Haber değeri yaratacak plan, uygulama yok. Uluslararası ICCO hizmet standartları da neymiş?
Amerika’da basın, haberlerinin %70’ini PR ajanslarından alıyormuş. Türkiye’de de durum bundan aşağı değildir. Pamir de teslim ediyor zaten: “Türkiye'de halkla ilişkiler işini titizlikle yürüten çok büyük isimler var”diyor. Ama yine de işin cılkını çıkaran PR firmalarının sayısı azımsanacak gibi değil.
Bu durumun sorumlusu biraz da PR hizmeti alan kuruluşlardır. Aslında yapacakları çok basit. Üç dört ayda bir, iki üç gazetenin ekonomi servisini arayacaklar. “Bizim PR şirketinin yaklaşımı nasıl?” diye soracaklar. O zaman da görecekler itibarları iki paralık ediliyor mu, edilmiyor mu? Oysa bazı müşteriler işi iyice abartabiliyor... Bırakın incir çekirdeğini doldurmayacak haberlerinin yayınlanmasını istemelerini; şöyle sapık talepler bile getirilebiliyor: “Bizimle ilgili olumsuz haber çıkma ihtimali var. Engelleyin!”. Yazıyı okumamış olanlar, Sabah’ın süper web sitesinden ulaşabilirler.
İndirim de şık olabilir
Gazetelerde indirim reklamlarından geçilmiyor. Bu hafta onlara baktık. Hem indirim gibi son derece kara kuru bir konuyu anlatacaksın, hem de bunu şık ve duyguları yakalayacak şekilde yapacaksın. Zor iş. Bizce bu zor işin üstesinden başarıyla gelmiş bu haftaki ilk 5 reklam şöyle:
1. Network. Her iki mankeni ve mesajı çok net kullanmayı başardığı için (Rafineri) 2. Turkcell (Seçmece) TV reklamlarıyla başarılı bir entegrasyon kurdukları için (Alameti Farika) 3. Park Bravo. Fotomodeli, mesajı ve markayı tam sayfada kullanırken ortaya koyduğu tasarım için (Art Grup) 4. Derimod Shoes. Güzel ayaklara özel bir ilgim olduğu için (Marka) 5. Opel. Markanın sadece logosunu göstererek çok şey anlattığı için (Universal Pars McCann)
Kısa... Kısa...Kısa…
· Senaryo önlerine geldiğinde Tat yetkilileri ne dediler acaba? Normalde fabrika çekimlerini, Tat ürünlerinin rekabete oranla avantajlı yönlerinin anlatılmasını beklerken, karşılarına saksıda bir tane domates yetiştiren adam çıkınca ne yaptılar? Bence çok doğru bir karar vermişler. Hele kilit mesaj konusunda: “Gerçek tatlar korumamız altında!”
· Sizi bilmem. Benim favori reklamım şu sıra Taç Havlu... Havlu müşterisi olduğumdan değil. O kızın çekiciliği, çocukların sempatikliği her iki filmin yumuşacık atmosferi beni alıp götürdüğü için. Toyota nasıl reklamlarda oynattığı kız üzerinden çok iyi PR yaptıysa, Taç da benzer bir şey yapmalı. O kıza sahip çıkmalı. Yıkılır ortalık...
· O koridorlarda 4 yatılı yılım geçti. İyi ki Çamlıca Gazoz’un Ciguli’li son reklam filmini İstanbul Erkek Lisesi’nde çekmişler. Bol bol hasret gideriyorum. Aynı markanın köpekli filmiyle hedeflediği kitle ile Ciguli’nin kitlesi biraz farklı geldi bana. Ülker markanın ruhunu başka bir yere konumluyorsa bilemem, ama iki reklam arasında sanki biraz tutarsızlık var...
· “Su isteyen elini uzatsın!” Bu slogan ECA’nın son reklam filmine ait. Photocell teknolojisine -elin altına tutulması ile suyun akmasını sağlayan, bu şekilde de israfı önleyen sistem- sadece lüks otellerde rastlanırdı. Artık ev ortamına da taşıdıklarını söylüyorlar. Hem de mükemmel bir şekilde söylüyorlar. Estetik ve başarılı bir dille.
“Sevgili Ali Saydam. Aslında adetim değildir fakat yazınıza cevap vermek istedim. Öncelikle hakkımdaki düşünceleriniz beni çok mutlu ediyor, teşekkür ederim. Ama sizin gibi bir duayenin diğer yazarlardan daha farklı düşünmediğini görmek ayrıca üzüyor.
Düşünsenize, haftanın dört günü sürekli gazetecilerle birlikteyim. Gerek iş hayatım gerekse sosyal hayatım ile tenis, golf vs... Kısacası aynı mesleği yaptığım diğer kişiler gibi senede bir değil.
Dolayısıyla bir aile ilişkisi gibi birbirimizi çok iyi tanıyoruz. Aramızdaki ilişkinin artık resmiyetten çok, samimiyet olduğuna inanıyorum ve onlardan hiçbir duygumu saklamıyorum. Zaten saklamaya kalksam kendi duygularımın yıpranacağına inanıyorum. Tabii ki sinirli ve mutlu anlarım olacak. Bunları asla iş dünyamda, kendi kendime yaşayamam. Ayrıca gazetecilerle aram iyi olsun diye şaklabanlık yapmak daha saygısızca olur diye düşünüyorum.
Ve hâlâ bu insanlar yirmi senedir bana nasıl sorular yöneteceklerini kestiremiyorlarsa, söylediklerimi hak ettiklerine inanıyorum. Artık eskiden olduğu gibi sanatçıların basınla aralarını iyi tutmak için şekilden şekile girdikleri zamanlar geçti. Senelerce Türk sinemasında da bir takım mercileri kollamak ve yağ çekmek için naturelliğini kaybeden senaryolarda da oynamaktan bıktım.
Sonuç olarak bu gibi sahnelerle daha bir çok kez karşılaştığımızdan emin olun. Tenis röportajına gelip de tenis raketini tanımayanlar, ya da yirmi senedir kendilerine olan düşüncelerimi hâlâ öğrenemeyip sadece haber olsun diye kendilerine olan saygımı da unutanlar ve de dokunulmazlıkları olduğunu zannedenler, benden daima aynı tepkiyi görecekler. Yazdıklarım biraz uzun oldu. Film setinde olmasaydım daha uzun olabilirdi. Bu yazıdan sadece işinize gelenleri seçebilirsiniz. Ayrıca karman çorman yazım için de özür diliyorum. Çünkü çok acele yazdım. Size olan sevgim ve saygım daima sürecektir. Sevgilerimle. Hülya Avşar.”
Sizi anlıyorum Hülya Hanım. Feryadınıza da tamamen hak veriyorum. Sizi sevdiğimi zaten biliyorsunuz. Ama beğenmediğimi de... Sevmek ve beğenmek arasındaki farkı sizin gibi duyarlı birine anlatmama herhalde gerek yok. Bilirsiniz, çok sık karıştırılır... Türkiye’nin ne kadar az starı var, değil mi? Siz de o ender starlardan birisiniz. Onun için herkesin gözünün sizin üzerinde olması doğal. O gözleri yönetebilmek, yönlendirebilmek ise ayrı bir bilgi ve beceri işi...
Üç tane naçizane önerimi kabul buyurun lütfen: 1. Kendinizi sonuna kadar sevin, Hülya Hanım. Bunu fazlasıyla hak ediyorsunuz; ama beğenmeyin. Duygularınıza ve zekanıza güvenin; ama aklınıza güvenmeyin. Bu dünya ile tek başına başa çıkmaya kalkmayın. Ortak akıl çevresi ile yönetin, hem şöhretinizi hem de oluşturmak için savaş verdiğiniz markanızı. 2. Ders vermekten hemen vazgeçin. Hem basın mensuplarına hem de meslektaşlarınıza. Bir düşünün. Kendiniz dahil, ders almaktan hoşlanan herhangi birine hiç rastladınız mı? 3. Herkes gibi olmamak demek, herkese karşı olmak demek değildir. Halk deyişiyle, ‘Hem farkında, hem de Gülhane parkında’ olunabilir. Profesyoneli amatörden ayıran temel farklılık ise, birinin içinden geldiği gibi davranması, ötekinin ise hedefine uygun seçilmiş davranış sergilemesidir. Bunun samimi olmamakla, ya da içten pazarlıklı olmakla hiç alakası yoktur. Bu profesyonelliğin bir numaralı kuralıdır ve en fazla ‘haddini, sınırlarını bilmek’le, kendi kendini yönetmekle açıklanabilir.
Bunları sadece sizin için söylemediğimi herhalde algılıyorsunuz. ‘Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla’ misali... Sizin durumunuzda, hatta sizden çok daha sorunlu durumda olan o kadar çok CEO, Patron, lider, üst ve orta kademe yöneticisi var ki... Belki sizin o içten mektubunuzdan onlar da iki satır nasiplenirler...
Ellerine sağlık Balçiçek Pamir
Geçen hafta Pazar Aktüel’de arkadaşımız Balçiçek Pamir kaleminden kan damlatmış. PR konusundaki kirliliği yazmış. Yerden göğe kadar haklı.
PR’cılarda mesleki durum kontrol dışında. Mühendisler, doktorlar, mimarlar, avukatlar gibi değiller. İzine falan gerek yok. Bastır kartviziti. Git müşterilere. “Verin bize para, medyada haberinizi çıkartalım”... Strateji falan hak getire. Haber değeri yaratacak plan, uygulama yok. Uluslararası ICCO hizmet standartları da neymiş?
Amerika’da basın, haberlerinin %70’ini PR ajanslarından alıyormuş. Türkiye’de de durum bundan aşağı değildir. Pamir de teslim ediyor zaten: “Türkiye'de halkla ilişkiler işini titizlikle yürüten çok büyük isimler var”diyor. Ama yine de işin cılkını çıkaran PR firmalarının sayısı azımsanacak gibi değil.
Bu durumun sorumlusu biraz da PR hizmeti alan kuruluşlardır. Aslında yapacakları çok basit. Üç dört ayda bir, iki üç gazetenin ekonomi servisini arayacaklar. “Bizim PR şirketinin yaklaşımı nasıl?” diye soracaklar. O zaman da görecekler itibarları iki paralık ediliyor mu, edilmiyor mu? Oysa bazı müşteriler işi iyice abartabiliyor... Bırakın incir çekirdeğini doldurmayacak haberlerinin yayınlanmasını istemelerini; şöyle sapık talepler bile getirilebiliyor: “Bizimle ilgili olumsuz haber çıkma ihtimali var. Engelleyin!”. Yazıyı okumamış olanlar, Sabah’ın süper web sitesinden ulaşabilirler.
İndirim de şık olabilir
Gazetelerde indirim reklamlarından geçilmiyor. Bu hafta onlara baktık. Hem indirim gibi son derece kara kuru bir konuyu anlatacaksın, hem de bunu şık ve duyguları yakalayacak şekilde yapacaksın. Zor iş. Bizce bu zor işin üstesinden başarıyla gelmiş bu haftaki ilk 5 reklam şöyle:
1. Network. Her iki mankeni ve mesajı çok net kullanmayı başardığı için (Rafineri) 2. Turkcell (Seçmece) TV reklamlarıyla başarılı bir entegrasyon kurdukları için (Alameti Farika) 3. Park Bravo. Fotomodeli, mesajı ve markayı tam sayfada kullanırken ortaya koyduğu tasarım için (Art Grup) 4. Derimod Shoes. Güzel ayaklara özel bir ilgim olduğu için (Marka) 5. Opel. Markanın sadece logosunu göstererek çok şey anlattığı için (Universal Pars McCann)
Kısa... Kısa...Kısa…
· Senaryo önlerine geldiğinde Tat yetkilileri ne dediler acaba? Normalde fabrika çekimlerini, Tat ürünlerinin rekabete oranla avantajlı yönlerinin anlatılmasını beklerken, karşılarına saksıda bir tane domates yetiştiren adam çıkınca ne yaptılar? Bence çok doğru bir karar vermişler. Hele kilit mesaj konusunda: “Gerçek tatlar korumamız altında!”
· Sizi bilmem. Benim favori reklamım şu sıra Taç Havlu... Havlu müşterisi olduğumdan değil. O kızın çekiciliği, çocukların sempatikliği her iki filmin yumuşacık atmosferi beni alıp götürdüğü için. Toyota nasıl reklamlarda oynattığı kız üzerinden çok iyi PR yaptıysa, Taç da benzer bir şey yapmalı. O kıza sahip çıkmalı. Yıkılır ortalık...
· O koridorlarda 4 yatılı yılım geçti. İyi ki Çamlıca Gazoz’un Ciguli’li son reklam filmini İstanbul Erkek Lisesi’nde çekmişler. Bol bol hasret gideriyorum. Aynı markanın köpekli filmiyle hedeflediği kitle ile Ciguli’nin kitlesi biraz farklı geldi bana. Ülker markanın ruhunu başka bir yere konumluyorsa bilemem, ama iki reklam arasında sanki biraz tutarsızlık var...
· “Su isteyen elini uzatsın!” Bu slogan ECA’nın son reklam filmine ait. Photocell teknolojisine -elin altına tutulması ile suyun akmasını sağlayan, bu şekilde de israfı önleyen sistem- sadece lüks otellerde rastlanırdı. Artık ev ortamına da taşıdıklarını söylüyorlar. Hem de mükemmel bir şekilde söylüyorlar. Estetik ve başarılı bir dille.