Kaç bankadan yazı gerekli acaba?
05 ARALIK 2010
Son aylarda duyduğum en ilginç siyasi (!) söylemi Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’ndan duymak nasip oldu.
CHP’nin, son ‘temizlik için’ Kurultaya hazırlanan Başkanının şu WikiLeaks muhabbetleri üzerine ettiği laf, tarihe geçecektir.
Başbakan’ın 8 İsviçre bankasında (hangileri belli değil) hesabı olduğuna dair ABD Dışişleri dedikodusu üzerine ne demiş Kemal Bey? “Başbakan İsviçre bankalarından hesabı olmadığına dair yazı alsın"…
Naiflikten mi, bilmezlikten mi, çocuksu bir hüsnü kuruntudan mı, anlaşılır gibi değil… Kemal Bey’in, İsviçre’de kaç banka olduğundan haberi var mı, acaba?...
Başbakan 5 bankadan yazı alırsa Kemal Bey tatmin olacak mı? O zaman da “Git diğer 4995 bankadan da getir!” demesi gerekmez mi?..
Neresinden tutsanız elinizde kalan bu ifadeyi bakalım Kılıçdaroğlu nerelere eğip bükecek?…
Prenses’in Uykusu ‘kaçmış’…
Türk sineması, seyircisini şımartmaya devam ediyor… New York’da Beş Minare almış başını gidiyor… 3 milyonu çoktan geçmiş. Av Mevsimi de onu aratmayacak gibi…
Bu ikisi, sıradaki üçüncü büyük yapıma bir tür zemin hazırladılar. Yönetmenliğini Ömer Faruk Sorak’ın yaptığı, hikâye ve proje tasarımı İpek Sorak'a, senaryosu Nuran Evren Şit’e ait muhteşem müzikleri ve görüntüleri ile sahaya çıkmak için ısınan “Aşk Tesadüfleri Sever” filmi sırasını bekliyor… Bu sonuncusu için arkadaşlara bir kâğıt mendil firması ile anlaşıp film gösterime girdiğinde kapıda durup herkese bedava birer paket kâğıt mendil dağıtmalarını önerdim…
Bu üç filme bakınca bir kez daha “İnşallah bu yıl, film festivalleri yöneticileri yapımları iki kategoride yarıştırırlar” diye düşündüm. Bu iki kategoriden birincisinde, yine bildiğimiz 5-10 büyük sinema eleştirmenimiz ve eski oyuncumuz piyasada pek kimsenin izlemeyeceği, ancak bir gün Potemkin Zırhlısı gibi tarihe geçeceğini sandıkları sanat filmlerini ödüllendirirler…
İkinci bölümde ise, Oscar (Amerikan Sinema Akademisi), ya da kısmen Yeşilçam Ödülleri’nde olduğu gibi sektörün içinden yüzlerce kişinin yer aldığı gerçekten büyük jürilerin vereceği ödüller sözkonusu olur. Bu ikinci tür ödülü alan film de, bu sayede bir iş yapacaksa beş iş yapar… Böylece ayrıca ödül gecesine, bu olayı fazla önemsemiyormuş gibi ‘yapan’, hırtı pırtı giymiş genç arkadaşların yanı sıra, en az onların sayısı kadar sinemaya yatırım yapması beklenen iş dünyasının ve diğer ‘etkileyici’ ve ‘karar vericilerin’ kendilerini daha iyi hissedecekleri nitelikte bir ‘gala’ atmosferi yaratılmış olur…
Yukarıda sözünü ettiğim üç filmin arasına birini daha katabiliriz, diye düşünmüştüm. Çağan Irmak’ın Prensesin Uykusu adını verdiği son filmi… Asmalı Konak, Çemberimde Gül Oya, Babam ve Oğlum, Issız Adam gibi işleri olan Çağan Irmak… Bir de tabii ki Ulak…
27 Ocak ve 03 Şubat 2008 günleri Akşam’da Ulak üzerine yazdıklarımı bir kez daha okudum ve Irmak’ın diğer filmlerini de gözümün önüne getirip bir iç çektim: “Bu filmlerin yönetmeni şu filmi çekmiş olamaz”…
Dünkü Yeni Şafak’ta Dücane Cündioğlu, Çağan Irmak ve son filmi hakkında çok hoş bir yazı yazmış. “Çağan Irmak ve Porcupine” başlıklı yazıyı sinemayla hiç ilginiz olmasa da, sadece kendinizle ilgiliyseniz dahi okumanızı salık veririm. Yazının son bölümünden bir tadımlık:
“Prensesin Uykusu'nun en büyük günahı bir masalın safiyetinden yoksun olması.
Masalın o hürmet duyulası ciddiyetinden. Yanlış okumadınız, evet, her masalın kendine has bir ciddiyeti vardır. Umudun. Hayalin. Bu yüzden de sanatın.
Masal özünü kaybetmeye görsün, o anda Mecnun safari yolculuğuna çıkan turist kafilesine hicaz çöllerini gezdiren bir rehbere dönüşür, Ferhad ise dağdan çıkardığı toprağı kamyon kamyon çevre köylere satmaya çalışan bir müteahhite...
Altın bulmak amacıyla erenlerin türbesine kazma vurmamalı bu yüzden! Masala ve umuda hürmeti aslâ elden bırakmamalı. Porcupine'nin değil, Stalker'ın sözüne inanmalı!”
Arife tarif gerekmez, pişmiş aşa su katılmaz… Daha başka kelama gerek yoktur…
CHP’nin, son ‘temizlik için’ Kurultaya hazırlanan Başkanının şu WikiLeaks muhabbetleri üzerine ettiği laf, tarihe geçecektir.
Başbakan’ın 8 İsviçre bankasında (hangileri belli değil) hesabı olduğuna dair ABD Dışişleri dedikodusu üzerine ne demiş Kemal Bey? “Başbakan İsviçre bankalarından hesabı olmadığına dair yazı alsın"…
Naiflikten mi, bilmezlikten mi, çocuksu bir hüsnü kuruntudan mı, anlaşılır gibi değil… Kemal Bey’in, İsviçre’de kaç banka olduğundan haberi var mı, acaba?...
Başbakan 5 bankadan yazı alırsa Kemal Bey tatmin olacak mı? O zaman da “Git diğer 4995 bankadan da getir!” demesi gerekmez mi?..
Neresinden tutsanız elinizde kalan bu ifadeyi bakalım Kılıçdaroğlu nerelere eğip bükecek?…
Prenses’in Uykusu ‘kaçmış’…
Türk sineması, seyircisini şımartmaya devam ediyor… New York’da Beş Minare almış başını gidiyor… 3 milyonu çoktan geçmiş. Av Mevsimi de onu aratmayacak gibi…
Bu ikisi, sıradaki üçüncü büyük yapıma bir tür zemin hazırladılar. Yönetmenliğini Ömer Faruk Sorak’ın yaptığı, hikâye ve proje tasarımı İpek Sorak'a, senaryosu Nuran Evren Şit’e ait muhteşem müzikleri ve görüntüleri ile sahaya çıkmak için ısınan “Aşk Tesadüfleri Sever” filmi sırasını bekliyor… Bu sonuncusu için arkadaşlara bir kâğıt mendil firması ile anlaşıp film gösterime girdiğinde kapıda durup herkese bedava birer paket kâğıt mendil dağıtmalarını önerdim…
Bu üç filme bakınca bir kez daha “İnşallah bu yıl, film festivalleri yöneticileri yapımları iki kategoride yarıştırırlar” diye düşündüm. Bu iki kategoriden birincisinde, yine bildiğimiz 5-10 büyük sinema eleştirmenimiz ve eski oyuncumuz piyasada pek kimsenin izlemeyeceği, ancak bir gün Potemkin Zırhlısı gibi tarihe geçeceğini sandıkları sanat filmlerini ödüllendirirler…
İkinci bölümde ise, Oscar (Amerikan Sinema Akademisi), ya da kısmen Yeşilçam Ödülleri’nde olduğu gibi sektörün içinden yüzlerce kişinin yer aldığı gerçekten büyük jürilerin vereceği ödüller sözkonusu olur. Bu ikinci tür ödülü alan film de, bu sayede bir iş yapacaksa beş iş yapar… Böylece ayrıca ödül gecesine, bu olayı fazla önemsemiyormuş gibi ‘yapan’, hırtı pırtı giymiş genç arkadaşların yanı sıra, en az onların sayısı kadar sinemaya yatırım yapması beklenen iş dünyasının ve diğer ‘etkileyici’ ve ‘karar vericilerin’ kendilerini daha iyi hissedecekleri nitelikte bir ‘gala’ atmosferi yaratılmış olur…
Yukarıda sözünü ettiğim üç filmin arasına birini daha katabiliriz, diye düşünmüştüm. Çağan Irmak’ın Prensesin Uykusu adını verdiği son filmi… Asmalı Konak, Çemberimde Gül Oya, Babam ve Oğlum, Issız Adam gibi işleri olan Çağan Irmak… Bir de tabii ki Ulak…
27 Ocak ve 03 Şubat 2008 günleri Akşam’da Ulak üzerine yazdıklarımı bir kez daha okudum ve Irmak’ın diğer filmlerini de gözümün önüne getirip bir iç çektim: “Bu filmlerin yönetmeni şu filmi çekmiş olamaz”…
Dünkü Yeni Şafak’ta Dücane Cündioğlu, Çağan Irmak ve son filmi hakkında çok hoş bir yazı yazmış. “Çağan Irmak ve Porcupine” başlıklı yazıyı sinemayla hiç ilginiz olmasa da, sadece kendinizle ilgiliyseniz dahi okumanızı salık veririm. Yazının son bölümünden bir tadımlık:
“Prensesin Uykusu'nun en büyük günahı bir masalın safiyetinden yoksun olması.
Masalın o hürmet duyulası ciddiyetinden. Yanlış okumadınız, evet, her masalın kendine has bir ciddiyeti vardır. Umudun. Hayalin. Bu yüzden de sanatın.
Masal özünü kaybetmeye görsün, o anda Mecnun safari yolculuğuna çıkan turist kafilesine hicaz çöllerini gezdiren bir rehbere dönüşür, Ferhad ise dağdan çıkardığı toprağı kamyon kamyon çevre köylere satmaya çalışan bir müteahhite...
Altın bulmak amacıyla erenlerin türbesine kazma vurmamalı bu yüzden! Masala ve umuda hürmeti aslâ elden bırakmamalı. Porcupine'nin değil, Stalker'ın sözüne inanmalı!”
Arife tarif gerekmez, pişmiş aşa su katılmaz… Daha başka kelama gerek yoktur…