‘Kadın ruhu, baştan aşağı enerji,
fikriyatı ise tabii kaynaktır’…
16 Mart 2019 - Yeni Şafak
“Ne oluyor da kadınlar, kendi geleceklerini doğrudan ilgilendiren alanlara adım atmaktan geri duruyorlar?”
Başlıktaki tespit ve bu soru, son bir hafta içinde katıldığımız iki organizasyonda dinlediğimiz iki ‘muhteşem’ konuşmadan birinde soruldu.
Öncelikle ‘muhteşem’ ifadesi, lafın gelişi olsun diye seçilmedi. Kişisel görüşler bir yana iletişim bilimi açısından, profesyonel olarak ele alındığında her ikisi de hitap ettiği kitleyi analiz ederek, onunla aynı iletişim tonu ya da dili kullanılarak yapılan, sorunları ortaya koymaktan kaçınmayan ve net çözümleri, önermeleri olan çok ‘başarılı’ konuşmalardı. Tebriklerimizi kabul buyursunlar…
Yukarıdaki soruyu soran, ‘Türkiye’ye Enerji Veren Kadınlar Ödülleri’nde konuşan Emine Erdoğan hanımefendiydi. Emine hanım, kadın istihdamından kız çocuklarının eğitimine ve bilim alanına ‘yönlendirilmeyişlerine’, iş hayatında kadınların maskülenleşerek (erkeksileşerek) değil, kendi tabiatlarıyla var olmaları gerekliliğinden kadın yöneticilerin sayısının azlığına kadar pek çok konuya değindi.
Endişeli modernlerin nereye konumlayacaklarını bir türlü bilemedikleri, özellikle himayesi altına aldığı sosyal sorumluluk projelerini derinlikli bir şekilde sahiplenerek, onları biteviye ters köşeye yatıran Hanımefendi, pek çok ‘şüpheci’yi bir kez daha şaşırtırken şu tespiti yapıyordu: “Enerji sektörü gibi dünyanın geleceğini doğrudan etkileyen bir alanda başarı gösteren kadınların hikâyelerinin, Anadolu’nun küçük yerlerindeki kız çocuklarına ulaştırılması büyük bir ilhâm kaynağı olacaktır!”
Konuşma başından sonuna kadar ilhâm verici, sorunlar konusunda aktif bir yaklaşım izleyen ve konuşmacının kimliğine yani lider pozisyondaki bir kadına yakışır nitelikteydi. (Daha ayrıntılı okumak isteyenler Cumhurbaşkanlığı internet sitesinden konuşmayla ilgili habere ulaşabilirler.) Feministlerden muhafazakârlara kadar herhangi bir kesimin ne içeriğe itiraz edebileceğini düşünüyorum ne de biçime.
Çok ‘başarılı’ bulduğumuz diğer konuşmayı ise Alışveriş Merkezleri Yatırımcıları Derneği (AYD) Zirvesi’nde Cem Yılmaz yaptı.
Cem Yılmaz artık komedyen vasfının yanına iyi bir hatip, konuşmacı olmayı da eklemiş. Konuşmanın bütünü, içindeki son derece ince espriler dâhil, AYD Zirvesi katılımcıları düşünülerek, onların eğitimi, iş jargonu ve gündemine özel olarak hazırlanmıştı.
Cem Yılmaz hep iyi bir gözlemcidir. Toplumun ‘ortak ruhi şekillenmesi’ni tam olarak yakalayan, o nedenle de tüm topluma hitap edebilen bir komedi ve dram sanatçısı...
Şimdi bu vasıflarını, kendi üslubunu bozmadan farklı kesimlere nasıl uyarlayabildiğine de şahit oluyoruz.
Konuşmanın eksenine oturttuğu ‘sözel’ olanla ‘sayısal’ olan arasındaki fark meselesi, felsefenin temel konularından biri olarak da ele alınabilecek kadar derinlikliydi…
Yılmaz, iletişim ve sosyoloji bilimlerinde ‘katılımcı gözlem’ denen tekniğini hiciv sanatına taşıyabiliyor. Şahsi yetenekleri bir yana kendini her gün geliştirmekten de geri durmadığı için sırasıyla iyi bir konuşmacı, daha iyi bir konuşmacı ve mükemmel bir konuşmacı olmayı başarıyor.
Elidor, çam değil, orman devirmiş
Enerji Veren Kadınlar Ödülleri’nde pek çok kadının başarı hikâyesini gıptayla izledik. Emine hanımın konuşmasıyla bir kez daha gördük ki bir işi samimiyetle sahiplenmek, iletişime geçtiğin kitleyi ve ihtiyaçlarını tanımaktan geçiyor. İşin ‘iyi’ yapılması kadar, belki daha da fazla, işin iletişiminin ‘iyi’ yapılması gerek…
Bu konuda Elidor, #BizYokuz kampanyasıyla bizce ‘sınıfta kaldı’. Elidor, marka yüzü olarak yeni nesilden üç başarılı kadın oyuncuyu seçmiş: Dilan Çiçek Deniz (Çukur), Hazar Ergüçlü (Hakan: Muhafız), Melisa Şenolsun (Nefes Nefese)…
Onlarla kadın-erkek eşitsizliğine dikkat çekmek üzere bir reklam filmi çekmiş… Kampanyanın bir parçası olarak, senaryo gereği bu marka yüzleri, sosyal medya hesaplarını da “madem eşitlik yok, o halde #BizYokuz” diyerek kapatmışlar.
Kadınlar, dünyanın her yerinde, ev içinde, eğitim hayatında ve iş dünyasında hem emeklerinin görülmesi hem de daha fazla var olmak için çabalıyor. Hedef kitle olarak seçtiğiniz bu kadınlara “biz yokuz” dedirtmeye çalışmak, bir alandan daha çekilmeyi teklif etmekten başka ne işe yarayabilir?
Bu yaklaşım, kadınları kızdırmakla kalmaz, bir de onları aşağılar.
Bundan iki yıl önce The Guardian gazetesinde, Alex Holder’in “Sex doesn’t sell anymore, activism does. And don’t big brands know it” (“Artık cinsellik değil, aktivizm satıyor. Ve büyük markalar bunu bilmiyor mu?) başlıklı bir yazı yayınlandı.
Makalede, Pepsi’den Diesel’e, Dove’dan Starbucks’a kadar pek çok firmanın bu ‘çok tutan’ yeni fenomeni (aktivizm) reklam kampanyalarında nasıl ‘kullandığı’ anlatılıyor.
Anlaşılan Elidor da bu ‘taktiği’ benimsemek istemiş. Fakat onların samimiyetten uzak, hedef kitlesini hiç tanımadan, onun dilini, gramerini, lehçesini anlamadan oluşturdukları bu kampanyaya ‘start’ vermesi bir iletişim garabeti yaratmış.
Sonuç, kadınların mücadelesine destek vererek kendi pozitif algılarını yaratmak olacağı yerde şuna dönüşmüş: Bu mücadeleye destek veriyormuş gibi görünmeye çalışarak ve kadınları kullanarak ‘kendini pazarlama’.
Bundan iyi ‘iletişim kazası’ mı olur?
Başlıktaki tespit ve bu soru, son bir hafta içinde katıldığımız iki organizasyonda dinlediğimiz iki ‘muhteşem’ konuşmadan birinde soruldu.
Öncelikle ‘muhteşem’ ifadesi, lafın gelişi olsun diye seçilmedi. Kişisel görüşler bir yana iletişim bilimi açısından, profesyonel olarak ele alındığında her ikisi de hitap ettiği kitleyi analiz ederek, onunla aynı iletişim tonu ya da dili kullanılarak yapılan, sorunları ortaya koymaktan kaçınmayan ve net çözümleri, önermeleri olan çok ‘başarılı’ konuşmalardı. Tebriklerimizi kabul buyursunlar…
Yukarıdaki soruyu soran, ‘Türkiye’ye Enerji Veren Kadınlar Ödülleri’nde konuşan Emine Erdoğan hanımefendiydi. Emine hanım, kadın istihdamından kız çocuklarının eğitimine ve bilim alanına ‘yönlendirilmeyişlerine’, iş hayatında kadınların maskülenleşerek (erkeksileşerek) değil, kendi tabiatlarıyla var olmaları gerekliliğinden kadın yöneticilerin sayısının azlığına kadar pek çok konuya değindi.
Endişeli modernlerin nereye konumlayacaklarını bir türlü bilemedikleri, özellikle himayesi altına aldığı sosyal sorumluluk projelerini derinlikli bir şekilde sahiplenerek, onları biteviye ters köşeye yatıran Hanımefendi, pek çok ‘şüpheci’yi bir kez daha şaşırtırken şu tespiti yapıyordu: “Enerji sektörü gibi dünyanın geleceğini doğrudan etkileyen bir alanda başarı gösteren kadınların hikâyelerinin, Anadolu’nun küçük yerlerindeki kız çocuklarına ulaştırılması büyük bir ilhâm kaynağı olacaktır!”
Konuşma başından sonuna kadar ilhâm verici, sorunlar konusunda aktif bir yaklaşım izleyen ve konuşmacının kimliğine yani lider pozisyondaki bir kadına yakışır nitelikteydi. (Daha ayrıntılı okumak isteyenler Cumhurbaşkanlığı internet sitesinden konuşmayla ilgili habere ulaşabilirler.) Feministlerden muhafazakârlara kadar herhangi bir kesimin ne içeriğe itiraz edebileceğini düşünüyorum ne de biçime.
Çok ‘başarılı’ bulduğumuz diğer konuşmayı ise Alışveriş Merkezleri Yatırımcıları Derneği (AYD) Zirvesi’nde Cem Yılmaz yaptı.
Cem Yılmaz artık komedyen vasfının yanına iyi bir hatip, konuşmacı olmayı da eklemiş. Konuşmanın bütünü, içindeki son derece ince espriler dâhil, AYD Zirvesi katılımcıları düşünülerek, onların eğitimi, iş jargonu ve gündemine özel olarak hazırlanmıştı.
Cem Yılmaz hep iyi bir gözlemcidir. Toplumun ‘ortak ruhi şekillenmesi’ni tam olarak yakalayan, o nedenle de tüm topluma hitap edebilen bir komedi ve dram sanatçısı...
Şimdi bu vasıflarını, kendi üslubunu bozmadan farklı kesimlere nasıl uyarlayabildiğine de şahit oluyoruz.
Konuşmanın eksenine oturttuğu ‘sözel’ olanla ‘sayısal’ olan arasındaki fark meselesi, felsefenin temel konularından biri olarak da ele alınabilecek kadar derinlikliydi…
Yılmaz, iletişim ve sosyoloji bilimlerinde ‘katılımcı gözlem’ denen tekniğini hiciv sanatına taşıyabiliyor. Şahsi yetenekleri bir yana kendini her gün geliştirmekten de geri durmadığı için sırasıyla iyi bir konuşmacı, daha iyi bir konuşmacı ve mükemmel bir konuşmacı olmayı başarıyor.
Elidor, çam değil, orman devirmiş
Enerji Veren Kadınlar Ödülleri’nde pek çok kadının başarı hikâyesini gıptayla izledik. Emine hanımın konuşmasıyla bir kez daha gördük ki bir işi samimiyetle sahiplenmek, iletişime geçtiğin kitleyi ve ihtiyaçlarını tanımaktan geçiyor. İşin ‘iyi’ yapılması kadar, belki daha da fazla, işin iletişiminin ‘iyi’ yapılması gerek…
Bu konuda Elidor, #BizYokuz kampanyasıyla bizce ‘sınıfta kaldı’. Elidor, marka yüzü olarak yeni nesilden üç başarılı kadın oyuncuyu seçmiş: Dilan Çiçek Deniz (Çukur), Hazar Ergüçlü (Hakan: Muhafız), Melisa Şenolsun (Nefes Nefese)…
Onlarla kadın-erkek eşitsizliğine dikkat çekmek üzere bir reklam filmi çekmiş… Kampanyanın bir parçası olarak, senaryo gereği bu marka yüzleri, sosyal medya hesaplarını da “madem eşitlik yok, o halde #BizYokuz” diyerek kapatmışlar.
Kadınlar, dünyanın her yerinde, ev içinde, eğitim hayatında ve iş dünyasında hem emeklerinin görülmesi hem de daha fazla var olmak için çabalıyor. Hedef kitle olarak seçtiğiniz bu kadınlara “biz yokuz” dedirtmeye çalışmak, bir alandan daha çekilmeyi teklif etmekten başka ne işe yarayabilir?
Bu yaklaşım, kadınları kızdırmakla kalmaz, bir de onları aşağılar.
Bundan iki yıl önce The Guardian gazetesinde, Alex Holder’in “Sex doesn’t sell anymore, activism does. And don’t big brands know it” (“Artık cinsellik değil, aktivizm satıyor. Ve büyük markalar bunu bilmiyor mu?) başlıklı bir yazı yayınlandı.
Makalede, Pepsi’den Diesel’e, Dove’dan Starbucks’a kadar pek çok firmanın bu ‘çok tutan’ yeni fenomeni (aktivizm) reklam kampanyalarında nasıl ‘kullandığı’ anlatılıyor.
Anlaşılan Elidor da bu ‘taktiği’ benimsemek istemiş. Fakat onların samimiyetten uzak, hedef kitlesini hiç tanımadan, onun dilini, gramerini, lehçesini anlamadan oluşturdukları bu kampanyaya ‘start’ vermesi bir iletişim garabeti yaratmış.
Sonuç, kadınların mücadelesine destek vererek kendi pozitif algılarını yaratmak olacağı yerde şuna dönüşmüş: Bu mücadeleye destek veriyormuş gibi görünmeye çalışarak ve kadınları kullanarak ‘kendini pazarlama’.
Bundan iyi ‘iletişim kazası’ mı olur?