Kafataslarını iade etmek yetmemiş…
03 EKİM 2011
Uzun boylu kelam etmeyeceğim. Bize insanlık dersi veren Alman dostlarımızla ile ilgili bir haberi tekrar dikkatinize sunacağım o kadar. Dünkü Hürriyet’ten…
Alman İmparatorluğu, Afrika’daki sömürge mücadelesi sırasında, bugün Namibya’ya denk düşen bölgede 1904-1907 yılları arasında Herero ve Nama kabilelerine karşı sistematik bir katliam yapmış. (Tek günahları Yahudi katliamı değil yani)
BM’nin ‘20. yüzyılın ilk soykırımı’ olarak nitelediği katliamlar için Almanya 2004’de özür dilemiş. Namibyalı yetkililer ise 2008’de “Öldürülen kabile üyelerine ait 300 kafatasını iade edin” demişler.
Avrupalılar’ın Afrikalılar üstündeki ‘ırksal üstünlüğünü’ kanıtlamak üzere iki Alman üniversitesine götürülen kafataslarından 20’si, Berlin’de düzenlenen törenle Namibyalı kabilelere iade edilmiş.
Törende 55 kişilik Namibya temsilci heyeti, Alman hükümetinin sadece ‘derin üzüntü’ bildirmesini eleştirip, ‘soykırım,’ ‘tazminat’ ve ‘özür’ diye nümayiş yapmış.
Namibyalılar 4 milyar dolar tazminat istemiş. Almanlar ise Namibyalılara “Bağımsız olduğunuz 1990’dan beri 600 milyon dolar kalkınma yardımı yapıyoruz. Daha ne istiyorsunuz?” anlamına gelen bir reaksiyon göstermiş…
1884-1915 yılları arasında Güneybatı Afrika’da sömürge (her ne çıkar için ise..) kurmuş olan Almanya, bir isyanı bastırmak üzere (kabileler her ne hikmetse isyan çıkarmış..) General Lothar von Trotha’nın emriyle 100 bine yakın Herero ve 10 bin kadar Nama’yı imha etmiş. Son derece demokratik ve özgürlükçü (!) bir girişimle kabileler çöle sürülmüş, su kuyuları da zehirlenmiş. Daha sonra Nazilerin ‘ölüm doktoru’ olacak Josef Mengele’nin hocası Eugen Fischer, Afrikalı tutuklulara kasten çeşitli hastalıklar bulaştırarak deneyler yapmış.
Bu tür vahşeti Hıristiyan Batı, ‘özgürlük ve barış’ adına (Bkz. Irak) zaman zaman insanlığa reva görmüştür… Bunu kanıksadık. Çok sinirlenmiyorum. Sadece, bunlar bize insanlık ayarı vermeye kalkıştıkları zaman tüylerim diken diken oluyor, nedense…
Sanat filmi çok izlenebilir…
Woody Allen’in son filmi ilaç gibi geldi… Üstü üste çok fazla abuk subuk film seyretmişim… ABD’de Mayıs’ta sinemalara girmiş. Gişe rekoru kırmış. Hani ‘iyi – kötü yapılma’ ve ‘iyi – kötü olma’dan yola çıkarak oluşturulan 4 seçenek vardır. Bu film rahatlıkla “İyi yapılmış iyi film” kategorisine konabilir… ABD’nin en iyi sinema yazarlarından biri olan Bruce Willamson’a göre, örneğin “First Blood” (İlk Kan), ‘iyi yapılmış bir kötü film’di…
Hem sanat filmi niteliği taşıyıp hem de ticari başarı kazanmak zor iştir. Forman’ın Amadeus’u gibi mesela… Ya da Kubrick’in ‘Eyes Wide Shut’ı gibi… Allen’ın ‘Midnight in Paris’i, 65 milyona mal olmuş. İlk hafta sonu 23 milyon $, ilk üç ayda 160 milyon $ yapmış… (Son N. B. Ceylan filmini ilk hafta sonu 18 bin kişi izlemiş)…
Bizim sanat filmlerine ‘sanat filmi’ deseler, sanat filmleri festivallerinde yarıştırsalar, hiç sorun çıkmayacak. Problem, ‘Türk Filmi’ kategorisine sokulup “Babam ve Oğlum”, “Nefes”, “Issız Adam”, “Aşk Tesadüfleri Sever”, “Eşkıya”, “Gönül Yarası” benzeri filmlerle ‘benchmark’lanınca (kıyaslanınca, aynı düzlemde ele alınınca) çıkıyor…
Midnght in Paris, ‘keyifle izlenen bir sanat filmi’. Woody Allen’ın son üç filmi de öyleydi: You Will Meet a Tall Dark Stranger, Whatever Works, Vicky Cristina Barcelona… Kendisi oynamadığı zaman daha mı iyi oluyor yoksa(!)..
Son filmde müthiş bir Paris reklamı var aynı zamanda… Kentin sadece ‘Kartpostal marka değeri’ değil, belki de ondan çok daha fazla kültür ve sanat geçmişi ‘anılıyor’… Ünlü sanatçılar ünlü sanatçıları canlandırmış… Cole Porter, Zelda ve Scott Fitzgerald, Ernest Hemingway, Joséphine Baker, Gertrude Stein, Pablo Picasso, Salvador Dalí, Man Ray, Luis Buñuel, T.S. Eliot, Henri Matisse, Henri de Toulouse-Lautrec, Paul Gauguin, Edgar Degas ile geçmişe müthiş bir yolculuk.
Ve her yerde Paris… Bir kent markası ve vaadi ancak böyle tasarlanabilir. Allen keşke bir sonraki filmini İstanbul’da çekse… Neden olmasın?… Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü’nün başındaki dostumuz İbrahim Kalın Hoca’nın dikkatine sunulur.
Alman İmparatorluğu, Afrika’daki sömürge mücadelesi sırasında, bugün Namibya’ya denk düşen bölgede 1904-1907 yılları arasında Herero ve Nama kabilelerine karşı sistematik bir katliam yapmış. (Tek günahları Yahudi katliamı değil yani)
BM’nin ‘20. yüzyılın ilk soykırımı’ olarak nitelediği katliamlar için Almanya 2004’de özür dilemiş. Namibyalı yetkililer ise 2008’de “Öldürülen kabile üyelerine ait 300 kafatasını iade edin” demişler.
Avrupalılar’ın Afrikalılar üstündeki ‘ırksal üstünlüğünü’ kanıtlamak üzere iki Alman üniversitesine götürülen kafataslarından 20’si, Berlin’de düzenlenen törenle Namibyalı kabilelere iade edilmiş.
Törende 55 kişilik Namibya temsilci heyeti, Alman hükümetinin sadece ‘derin üzüntü’ bildirmesini eleştirip, ‘soykırım,’ ‘tazminat’ ve ‘özür’ diye nümayiş yapmış.
Namibyalılar 4 milyar dolar tazminat istemiş. Almanlar ise Namibyalılara “Bağımsız olduğunuz 1990’dan beri 600 milyon dolar kalkınma yardımı yapıyoruz. Daha ne istiyorsunuz?” anlamına gelen bir reaksiyon göstermiş…
1884-1915 yılları arasında Güneybatı Afrika’da sömürge (her ne çıkar için ise..) kurmuş olan Almanya, bir isyanı bastırmak üzere (kabileler her ne hikmetse isyan çıkarmış..) General Lothar von Trotha’nın emriyle 100 bine yakın Herero ve 10 bin kadar Nama’yı imha etmiş. Son derece demokratik ve özgürlükçü (!) bir girişimle kabileler çöle sürülmüş, su kuyuları da zehirlenmiş. Daha sonra Nazilerin ‘ölüm doktoru’ olacak Josef Mengele’nin hocası Eugen Fischer, Afrikalı tutuklulara kasten çeşitli hastalıklar bulaştırarak deneyler yapmış.
Bu tür vahşeti Hıristiyan Batı, ‘özgürlük ve barış’ adına (Bkz. Irak) zaman zaman insanlığa reva görmüştür… Bunu kanıksadık. Çok sinirlenmiyorum. Sadece, bunlar bize insanlık ayarı vermeye kalkıştıkları zaman tüylerim diken diken oluyor, nedense…
Sanat filmi çok izlenebilir…
Woody Allen’in son filmi ilaç gibi geldi… Üstü üste çok fazla abuk subuk film seyretmişim… ABD’de Mayıs’ta sinemalara girmiş. Gişe rekoru kırmış. Hani ‘iyi – kötü yapılma’ ve ‘iyi – kötü olma’dan yola çıkarak oluşturulan 4 seçenek vardır. Bu film rahatlıkla “İyi yapılmış iyi film” kategorisine konabilir… ABD’nin en iyi sinema yazarlarından biri olan Bruce Willamson’a göre, örneğin “First Blood” (İlk Kan), ‘iyi yapılmış bir kötü film’di…
Hem sanat filmi niteliği taşıyıp hem de ticari başarı kazanmak zor iştir. Forman’ın Amadeus’u gibi mesela… Ya da Kubrick’in ‘Eyes Wide Shut’ı gibi… Allen’ın ‘Midnight in Paris’i, 65 milyona mal olmuş. İlk hafta sonu 23 milyon $, ilk üç ayda 160 milyon $ yapmış… (Son N. B. Ceylan filmini ilk hafta sonu 18 bin kişi izlemiş)…
Bizim sanat filmlerine ‘sanat filmi’ deseler, sanat filmleri festivallerinde yarıştırsalar, hiç sorun çıkmayacak. Problem, ‘Türk Filmi’ kategorisine sokulup “Babam ve Oğlum”, “Nefes”, “Issız Adam”, “Aşk Tesadüfleri Sever”, “Eşkıya”, “Gönül Yarası” benzeri filmlerle ‘benchmark’lanınca (kıyaslanınca, aynı düzlemde ele alınınca) çıkıyor…
Midnght in Paris, ‘keyifle izlenen bir sanat filmi’. Woody Allen’ın son üç filmi de öyleydi: You Will Meet a Tall Dark Stranger, Whatever Works, Vicky Cristina Barcelona… Kendisi oynamadığı zaman daha mı iyi oluyor yoksa(!)..
Son filmde müthiş bir Paris reklamı var aynı zamanda… Kentin sadece ‘Kartpostal marka değeri’ değil, belki de ondan çok daha fazla kültür ve sanat geçmişi ‘anılıyor’… Ünlü sanatçılar ünlü sanatçıları canlandırmış… Cole Porter, Zelda ve Scott Fitzgerald, Ernest Hemingway, Joséphine Baker, Gertrude Stein, Pablo Picasso, Salvador Dalí, Man Ray, Luis Buñuel, T.S. Eliot, Henri Matisse, Henri de Toulouse-Lautrec, Paul Gauguin, Edgar Degas ile geçmişe müthiş bir yolculuk.
Ve her yerde Paris… Bir kent markası ve vaadi ancak böyle tasarlanabilir. Allen keşke bir sonraki filmini İstanbul’da çekse… Neden olmasın?… Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü’nün başındaki dostumuz İbrahim Kalın Hoca’nın dikkatine sunulur.